Abdülhamid son büyük siyaset yıldızımızdır

Yıldız Sarayı’nın dışında… Sultan, yılda iki kez bayram namazları için Sinan Paşa Camii’ne, bir kez Hırka-i Şerif ziyareti için Topkapı Sarayı’na ve Cuma selamlıkları için de Hamidiye Camii’ne giderdi.
Yıldız Sarayı’nın dışında… Sultan, yılda iki kez bayram namazları için Sinan Paşa Camii’ne, bir kez Hırka-i Şerif ziyareti için Topkapı Sarayı’na ve Cuma selamlıkları için de Hamidiye Camii’ne giderdi.

Abdülhamid hem devlet siyasetini ele almış hem Abdülaziz zamanında başlamış olan büyük eğitim seferberliğini tamamlamıştı. Bugün Türkiye’de varlığından gurur duyduğumuz ilim, siyaset, devlet ve edebiyat adamları onun döneminde yetişmiştir.

Sultan Reşad ve Vahideddin’in devlete hakim olamadığı görüşünden hareketle Osmanlı’nın II. Abdülhamid ile sona erdiği fikri hakimdir. Bu yüzden Abdülhamid bir kesimin hedef tahtası olmuştur.

Batılı ressamların hayal gücü... Bir zamanlar berber dükkânlarında, kahvehanelerde Abdülhamid Han’ın kadın uzuvlarından yapılmış, onu şehvet düşkünü gibi gösteren resimlerine rastlanırdı.
Batılı ressamların hayal gücü... Bir zamanlar berber dükkânlarında, kahvehanelerde Abdülhamid Han’ın kadın uzuvlarından yapılmış, onu şehvet düşkünü gibi gösteren resimlerine rastlanırdı.

Gençliğimizde berber dükkânlarında, kahvehanelerde Abdülhamid Han’ın kadın uzuvlarından yapılmış, onu şehvet düşkünü gibi gösteren resimler asılıydı. Bu propaganda millî bir ideal haline dönmüştü. Tepki olarak ona ‘Ulu Hakan’ unvanı layık görüldü.

Onun hakkında müspet bir yazıyı ilk kez Nihal Atsız Bey’in Tanrıdağı dergisindeki “Gök Sultan” adlı makalesinde okumuştum. Aleyhinde öyle yoğun bir propaganda vardı ki, Atsız Bey’in hanımı olan hocamıza, “Yahu bu hoca delirdi mi ki Abdülhamid’i övüyor?” diye sormak durumunda kalmıştık. Sonra Necip Fazıl ‘Ulu Hakan’ diyerek o tepkiyi daha şümullü bir tarzda gündeme taşıdı. Bir tarafın Abdülhamid’e insafsızca hücum etmesi, diğer tarafı onu hiçbir hatasını görmeden savunmak durumunda bırakmıştı.

33 sene bu memleketi idare eden bir adam mutlaka çok büyük işler yapmıştır. 1877-78’deki Rus Harbinden sonra bir daha Osmanlı Devleti toprak kaybetmemiştir. Bu, Abdülhamid’in dahiyane bir siyasetçi olduğunu gösterir. Ayrıca baştaki bir adam tüm milletin kaderini değiştiremez. Yönetimin başarılı veya başarısız olması biraz da kadroların işidir. Abdülhamid iş başına geldiği zaman öyle bir aydın kadromuz vardı ki, bunlarla bir yere varması mümkün değildi.

Mesela İngiliz Büyükelçisi Londra’dan döndüğü zaman Sirkeci’de trenden iner. Faytonu, götürmek için kendisini beklemektedir. Aydınlarımız atları çözer; “İngilizler bizi kurtaracaktır” diye arabasına koşulurlar. İnanılması güç ama bunun belgeleri vardır.

Abdülhamid bu kadroyla bir yere varamayacağını biliyordu. Onun için hem devletin siyasetini eline almış, hem de adam yetiştirmek için Abdülaziz zamanında başlamış olan büyük eğitim seferberliğini tamamlamıştı. Bugün Türkiye’de varlığından gurur duyduğumuz ilim, siyaset, devlet ve edebiyat adamları onun döneminde yetişmiştir. Yahya Kemal bunlardan biridir.

Abdülhamid “Kader beni dünyaya Türk ve Müslüman olarak getirdi” diyerek Asyalı olduğunu vurguluyordu. Fakat medeniyet tercihi Avrupa’ydı ve yüzünü Avrupa’ya döndüğü zaman “Asya’dan bir talebi olanın yolu benden geçer” diyerek Asyalı ve Müslüman olmanın imkânlarını kullanıyordu. “Batı’dan bir talebi olan Asyalı ve Afrikalının yolu benden geçer” sözleriyle de yüzünü Asya’ya dönüyor ve Avrupalı olmanın imkânlarını kullanıyordu.

Eğitim seferberliği ile devlet hayatını kuvvetlendirmek istedi. Hicaz ve Bağdat demiryollarıyla imparatorluğu bütünleştirmek ve ekonomik kalkınmaya kavuşturmak arzusundaydı.

Abdülhamid için “Kanuni onun dizlerine çıkamazdı” gibi sözlerin başta değindiğim çekişme neticesinde söylenmiş olduğuna kaniyim. Ama II. Abdülhamid’in son dönemin devlet adamları arasında bir yıldız olduğunu inkâr kabil değildir.