Ama hangi Hayyam?

Ömer Hayyam çok yönlü tek şahsiyet
Ömer Hayyam çok yönlü tek şahsiyet

Doğunun iyi anlaşılmamış, değeri bilinmemiş şairlerindendir Ömer Hayyam. Çok yönlü tek bir şahsiyet olan Hayyam'ı Tıp Profesörü ve Şair Hüsrev Hatemi ile Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç'ın kaleminden tanıyoruz.

Prof. Dr. Hüsrev Hatemi: “Hayyam ateistlerin bilgesi değildir”

Birçok kişi onu işi gücü dini ve din adamlarını küçük düşürmek olan bir meyhane hatibi sanır. Biz Hayyam’ın düşünce dünyasını çok yanlış tanıyoruz. Mesela şu rubâiyi okuyalım:

“Gönlüm, bana: ‘İlahî bilgiyi öğrenme hevesim var. Eğer sen ona ulaştınsa bana ders verir misin?’ dedi. ‘Elif’ diyerek söze başladım. Gönlüm de bana ‘Artık hiçbir şey söyleme, eğer evde bir kişi varsa, tek harf söylemen, onun tanıyıp kapı açmasına yeter’ dedi.”

Bir de şunu: “Ezelî sırları ne sen bilirsin, ne ben; bu muammayı ne sen, ne ben çözebiliriz. Perde kalkınca ne Sen kalırsın ne de Ben”

Bu rubâi bile Hayyam’ın, sadece Allah’ın varlığını önemli gördüğüne bir kanıttır. Hayyam’ı içkici bir “ağır abi” gibi görmek isteyenler, onun hikmet dolu bir rubâisiyle karşılaşınca genellikle önem vermezler. Halbuki ben bu iki rubâiyi seçmede hiç zorlanmadım.

Ömer Hayyam rubâilerini dikkat ve zevkle okuyanlar onun melankolik, bilgin ve Allah’a saygı, yarattıklarına ise sevgiyle bakan, aynı zamanda onların geçici olduğunu bilerek kederlenen yüreğini kolayca tanıyabilirler.

Hayyam’ın ruh yapısı Goethe gibi iki kutupludur. Hüzün ve yaşama sevinci arasında gidip gelir. Fakat Allah karşısında edebi terk etmez. Ateistlerin bilgesi değildir. Mey içmeyi bilgelik saymaz. Yunus, hiç içmediği halde “Yunus esridi, yani mest olarak sokakta düştü, yardım etmesi için şeyhi Tapduk Emre’yi çağırıyor, böyle hâllerde utanmak gerekmez” derken ilahî aşkın sarhoşluğundan bahseder. Hayyam bazı ağır ağabeylerin zannettiği gibi “Tanrı’ya kafa tutan müthiş bir adam” değildir.

Hayyam, devrinin matematik ve astronomi bilginidir. Fakat benim sevgim, astronomi bilgisinden kaynaklanmıyor. Hayyam çok güzel Farsça rubâiler söylemiş. Ona sevgim, şiirinden de kaynaklanmıyor. Hayyam bilgin, şair, iyi kalbli, hem kendi dinini, hem bütün insanlığı seven fakat bütün samimi iyi insanlar gibi “sahtekâr ve sözde iyi” insanları görünce hadlerini bildiren bir bilge. Benim Hayyam’a sevgim, bu özelliklerinin bütününden kaynaklanıyor.

Ömer Hayyam tam anlamıyla mutasavvıf sayılmazsa da İslam inancı tam olan, fakat samimiyetsizlik ve gösterişten nefret eden bir matematikçi/ astronom ve şairdir. Allah’a karşı saygısızlık, ondan beklenmeyecek bir davranıştır. Bir iki rubâisinde “babaya nazlanış” gibi bir tavır içindedir.

Ömer Hayyam ile Mevlana arasında, bizimle Namık Kemal ve Şinasi arasındaki zaman dilimi kadar bir zaman geçmiştir. Demek istiyorum ki, Şems-i Tebrizi veya Mevlana, Allah ve Peygambere karşı yapılan en ufak saygısızlığı bile ağır sözlerle karşılarken Şems, Hayyam’dan neredeyse sempatiyle bahsetmiştir.

Ömer Hayyam geçimini Sultan Melikşah’ın sarayından aldığı maaşla karşılıyordu. Bir İslam hükümdarının memuru olan bilge Hayyam, Fazıl Say Bey’in paylaştığı rubâideki seviyesizliğe düşseydi ya idam cezası verilir yahut kaidesine bir sadme-i tekme-i müdhiş vaz’ edilerek saray kapısı önüne konurdu. Halbuki Ömer Hayyam saygın bir ömür sürmüş, yaşlanarak ölmüştür.

Fazıl Say Bey, özgür ve derin düşünceli bir serseri olan Tosun’un, tuvalet duvarından kopya ettiği bir rubâisini Ömer Hayyam’ın zannetmiş olacak. Bu üslup ancak Tosun Bey merhumdan sadır olur. Vallahü a’lem bissevab…

Tosun Bey’in rubâilerini okumak da tekin değildir çünkü herifçizade, okurlarına tuhaf bir şekilde küfretmekle meşhur ve maruftur.

Ömer Hayyam'ın Anıt Mezarı-Nişabur/Mahmud Erol Kılıç Nişabur’da Hayyam’ın kabri başında...
Ömer Hayyam'ın Anıt Mezarı-Nişabur/Mahmud Erol Kılıç Nişabur’da Hayyam’ın kabri başında...

Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç: “Ya birçok Hayyam var yahut çok yönlü bir Hayyam”

Ebu’l-Feth Ömer b. İbrahim Hayyam (439 / 1048 - 517 / 1126) ilmî kimliği en fazla tartışılan düşünürlerden biri. Bir kere şiir alanında tıpkı bizim Yunus Emre’miz gibi ortada birden fazla Hayyam olduğu kesin. Şiirin haricindeki alanlardaysa yine ya birden fazla Hayyam var veyahut çok yönlü tek bir şahsiyetle karşı karşıyayız.

Metafizikçi, matematikçi, astronom, danışman, sufi vs. Mesela Gazzali’ye matematik öğreten, ona İbn Sina’nın İşârât kitabını okutan, Nâsır-ı Hüsrev’in arkadaşı metafizikçi Hayyam var. Bu Hayyam’ın Özgür İrade ve Determinizm (Cebr ve Beka) ve Ontoloji (Külliyat-ı Vücud) üzerine risaleleri var.

İkinci olarak Öklid geometrisi üzerine şerh yazan ve hamisi Selçuklu Sultanı Melikşah’ın isteği üzre yeni bir takvim düzenlemesi (Takvim- i Celâlî) yapan bilim adamı ve felekiyatçı Hayyam var.

Üçüncü olarak Nizamülmülk ve Sultan Sencer’in arkadaşı danişmend Hayyam var. Dördüncü olarak da Ahmed Gazzali veyahut Şems-i Tebrizi’nin veyahut Aynulkudat Hemedanî’nin müridi, Horasan melametîlerinden sufi Hayyam var. Bu vasıfların hepsi aynı kişide toplanmış da olabilir. Orta zamanlarda bu mümkün.

Kendisine 3.000 küsur şiir izafe ediliyor ama sahanın uzmanları bunların ancak 178’inin ona ait olduğunu söylüyorlar. Bana göre şiirleri melamet ve rind mektebine mensub sufiyane şiirler. Bu zevke sahip olmayan bu şiirleri söyleyemez. Bu tarz şiirlerde zaman içerisindeki anlam kaydırılmasıysa bir “bahs-i tavil”. Özellikle şarap ve mestlik halleri anlamı kolayca taşınmaya müsait bir sembolizm verir. Biz bu konuyu Sufi ve Şiir isimli kitabımızda inceledik.

Bu cinsten tasavvufî-melametî anlamların tarihî süreçte kaymaya başlamasıyla artık Hayyam gibi sufilerin “Hakîkat Şarabı”, Ferid Kam’ın tabiriyle Kıbrıs Kumandarya yahut Sakız mastikasında, “Ezelî Güzellik” de dilberlerin işveli edasında aranır olacaktır. Elest bezminde dost ile hem-sohbetin lezzetinden sekrân olanların ıstılâhatı Kağıthâne sırtlarında yapılan içki meclislerinin mezesi olacaktır. Kalın kafalı, anlayışsız, kaba “Zâhid” ve “Sofu” tiplemesine rakîb olarak sunulan muhabbet ehli, ince zevkli, hoşgörülü “Sûfî” ve “Derviş” tipleri yavaş yavaş lâkaydîlere, rindlere, harabâtîlere, şâribü’l-leyl ve’n-nehâr’lara dönüşecektir.

Zaten genel anlamıyla tasavvufa ve özel anlamıyla tasavvufî şiirlerdeki sembolizme yönelik zâhir ehlinin tenkidleri de işte bu noktada başlayacaktır. Mevlana’nın “Bilmeyenin yanında çok fazla şaraptan bahsetme, onun aklı üzüm suyuna gider” uyarısını anlayan kalmayacak ve günümüzde “Hayyam” bir meyhane adı olacak, bir şarap firması promosyon paketinde Hayyam Şiirleri CD’si verecektir. Gelin tarihçi Beyhakî’nin Ömer Hayyam’ın vefat anını naklettiği şu sözlere bir göz atalım ve nasıl bir Hayyam’la karşı karşıyayız, kararı siz verin:

“Hacdan Nişabur’a dönmüştü. İbn Sina’nın Şifâ kitabının İlahiyat bahsini okuyordu. Tam Vahdet ve Kesret konularına gelmişti (bir şeyler hissetti ki) namaz kılmak ve son sözlerini söylemek için durdu. Öğle namazını kıldı. Sonra yakınlarına ve dostlarına vasiyetlerini söyledi. Akşam namazına kadar hiçbir şey yemedi, içmedi. Sonra namaza kalktı. Secdede; ‘Ey Allah’ım, istidadım müsaade ettiği kadarıyla seni tanıdım. Seni tanımaya giden yolu bildiğim için lutfen beni affet!’ dedi ve ruhunu teslim etti”…

Ruhu şad olsun. Şu dörtlüğünü şerh edebilecek kimse kaldı mı acaba modern zamanlarda?

Varlığının sırları saklı benden Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben.

Bizimki perde arkasından yapılan dedikodu Bir indi mi perde ne “sen” kalırsın ne “ben”...