Dersim tartışmalarında kaybolan gizemli çehre: Seyit Rıza

Seyit Rıza
Seyit Rıza

Dersim denilince ilk önce onun ve oğlunun idamı hatırlanır. Tıpkı 27 Mayıs denilince Menderes'in idam resimlerinin hatırlanmasında olduğu gibi...Ancak Seyit Rıza'nın dinî kimliği üzerinde yeterince durulmadı. Mahmut Akyürekli Derin Tarih dergisinde 1937 Dersim olaylarına başka bir cepheden bakma imkânını sunar.

Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen Seyit Rıza'nın 1859-61 arasında, baba ocağı olan Lertik köyünde dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Şeyh Hasenan aşiretinin alt kollarından biri olan Yukarı Abasanların reisi Seyit İbrahim'in en küçük oğludur. Alevilik geleneğinde 'rehber' mertebesinde, aşiret geleneğinde ise 'ağa'dır. Ailesi Seyit olmamasına rağmen, Alevi inancı konusundaki bilgelikleri ve önderlik vasıflarıyla tarikatta 'rehber' mertebesine ulaşmış olduğundan 'Seyit' diye anılırdı.

  • “Söz söyleyenin başı ezile”
  • Elazığ'da mahkeme salonunda Dersim yargılanıyor. Ön saflarda Veli, Keko, Hıdır ve diğerleri… Arkalarında dimdik ayakta duran Seyit Rıza'nın yüzündeki ifadeden nasıl bir ruh hali içinde oldukları okunabiliyor. Aldatılıp gadre uğradıklarından neşet eden bu kızgınlık, mahkemenin peşinen verilmiş bir hükmün gereğini yerine getirdiğinden emin olmalarından kaynaklanıyor olmalı.

1937'de Dersim olaylarının baş aktörü olarak gördüğümüz Seyit Rıza'nın adı, yazılı kaynaklarda ilk defa 1908'de çıkar karşımıza. Meşrutiyet'in ilanına kadar Dersim'deki ayaklanmalarda Diyap Ağa liderliği üstlenirken, isyancı grupların başında Seyit Rıza vardır. Meşrutiyet'in ilanı üzerine askerî harekât durdurulunca da Seyit Rıza ve diğer Dersim aşiret reisleri takipten kurtulmuş olurlar.

Meşrutiyet'in ilanından sonra bir süre ortalarda görünmeyen Seyit Rıza, 1912'de Tercan'daki soygundan dolayı mutasarrıf Sabit Bey tarafından bir operasyona maruz kaldı. Mesele bir katırın çalınmasından ibaretti ve olayla alakası olmadığı halde haksız yere suçlanan Seyit Rıza'yla silahlı çatışmalara girişildi. Çatışmalarda mağlup olan Seyit Rıza, Kutu Deresi'ne çekildi ve yakalanamayınca gıyabında idam cezası verildi. Çalınan katırlar sahiplerine teslim edilince hakkındaki idam cezası, hukuk-i şahsiyye davası baki kalmak şartıyla affedildi.

Ne isyandan yana, ne devletten
1. Dünya Savaşı devam ederken, 1916'da Kafkas cephesindeki 4. Kolordu bölgesinde Dersim aşiretlerinden 4 alay teşkil edildi. Şeyh Hasenanlı aşireti bu oluşumda 2 aşiret alayıyla yer almıştı ki, 1. alayın başına Gangozade Mehmet Ağa, 2. alayın başına ise Seyit Rıza getirilmişti. Savaş boyunca doğuda etkili olan Dersim aşiretleri, 1918'de Erzincan'ın geri alınmasında aktif rol oynayarak Seyit Rıza liderliğinde Rus birliklerini Kars'a kadar takip ettiler. Bu katkıları sayesinde Dersim aşiretlerinin tümü savaş ganimeti olarak ciddi miktarda silah elde ettiler.

1920 yılına gelindiğinde savaş bitmiş ama bu kez iç isyanlar başlamıştı. 1920'deki Koçgiri Ayaklanması'nın bastırılması esnasında Koçgiri bölgesinden Dersim'e kaçan pek çok isyancı Seyit Rıza'ya sığındı. Aralarında Nuri Dersimî ve Ali Şer de vardı. 1926'daki Koçuşağı isyanından kaçan pek çok aile, aynı şekilde Abasan bölgesine gelerek Seyit Rıza'ya iltica etti. Bu iki ayaklanmaya karışmamakla birlikte Seyit Rıza, kendine sığınanları koruyup kollamış ve devlet güçlerine teslim etmemiştir.

1925'teki Şeyh Said isyanı sırasında devlete bağlılığını sunan Dersim seyitleri ve aşiret ağaları arasında Seyit Rıza yoktur. Şeyh Said'in isyanına katılmadı ama devletten yana bir tavır da almadı. Bu tarihten sonra hakkında zorbalık, baskı ve Kürtçülük faaliyetleri gibi konularda suçlamalar ortaya atıldı. Kendisini çok rahatsız eden bu tür suçlamaların nedeni, 1916'dan beri itibarının yükselişi ve bölgesel bir lider haline gelmesiydi.

Cumhuriyet'in kurucu kadrosu besbelli onun bu konumundan rahatsız olmuştu. Seyit Rıza da böyle düşünüldüğünün farkında olduğu için 1927 yılında Elazığ'da 1. Umum Müfettişi İbrahim Tali'yi ziyaret ederek, kendisinin Dersim dışında iskânını rica etmiş, bu önerisi önce kabul görse de, ertesi yıl bu uygulamadan vazgeçilmiş ve Seyit köyünde yaşamaya devam etmişti.

“Dersim için hazırlanmış bir şef”
1931 yılında hazırlandığı tahmin edilen Jandarma Genel Komutanlığı'nın Dersim adlı raporunda Seyit Rıza'dan sıkça bahsedilmekteydi. Bölgeden çıkarılması gereken reislerin listesinde Seyit Rıza, çocukları ve yeğenleriyle ilk sırada yer alıyordu. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya aynı yıl kaleme aldığı raporunda, Seyit Rıza'nın nüfuz alanının arttığı ve tedbir alınmaması halinde 'Dersim için hazırlanmış bir şef' olacağı şeklinde yorumlarda bulundu. Bu raporlar ve içinde kullanılan tabirler Seyit Rıza'nın liderliğini ve bölgedeki gücünü gösteriyordu.

Seyit Rıza, oğlu İbrahim'in Kırgan aşireti mensuplarınca vurulmasından sonra Sin köyünü işgal etti, yöresel tabirle 'köye oturdu'. Karakol dahil bütün nahiyeyi (bucağı) yakan Seyit Rıza, bazı kaynaklarda 17, bazılarındaysa 19 Kırganlı erkeği öldürdü. Aşiretlerin ricası üzerine 15 gün sonra köyü terk ettiyse de, 1933'te gerçekleşen bu olay, onun aşiretler üzerindeki otoritesini kalıcı kıldı ve tartışmasız bir şekilde Dersim'in tek lideri yaptı.

“Mesele halledilmiştir!” İsmet Paşa, askerî harekâtın ardından Dersim ziyareti sırasında Danzik Dağı’nda görülüyor. ‘Mesele’nin tamamen halledilmiş olduğu hakkında yetkililerden rapor alıyor. - Baba ve oğul birbirine kelepçelenerek ölüme yürürken... Seyit Rıza ve küçük oğlu İbrahim yaşları nedeniyle idam şartlarının dışında kalıyorlardı. Ancak Tek Parti için hukukî hiçbir engel olamazdı. Seyit Rıza’nın yaşı küçültülürken, oğlununki büyütülerek her şey kitabına uydurulacaktı. Bu fotoğrafta görülen manzara, emirin demiri kesmek üzere olduğu bir anın ölümsüzlüğünü simgeler.
Artık Seyit Rıza ve Dersim gerçek bir sorun olarak devletin gündemine oturduğu için ilk kapsamlı askerî harekât bir tatbikat şeklinde gerçekleştirilecekti. 1. Umum Müfettişi Hilmi Bey'in 25 Ağustos 1933'te İsmet Paşa'ya gönderdiği raporda harekâtla ilgili bilgiler veriliyor ve başarı sağlanamaması halinde “bu neticenin tekrar ortaya çıkışı, yalnız sükûnet halinde bulunan aşiretleri değil, Seyit Rıza'ya bağlılığı olanları da kuşkulandırarak, Seyit Rıza'nın tesir ve propagandasını güçlendirecektir” deniliyordu. Ayrıca aynı raporda geçen “Seyit Rıza aleyhtarlığını takviye ederek, onu dehalete (devlete sığınmaya zorlamak) icbar etmek” ifadesi, Seyit Rıza'nın oğlunun vurulmasıyla bastığı Sin nahiyesinde yanan karakoldan beri devletten af dilemediğinin göstergesiydi.

Yaman çelişki Dersim’de harekât sürerken İstanbul gazetelerinde yapılan müdahalenin haklılığını kabul ettirmeye yönelik bir propaganda hüküm sürüyordu. Deniz banyosundan henüz çıkmış olan İsmet Paşa (solda mayolu) ise, dönemin çelişkilerle yüklü zihni ortamını ‘çıplak’ bir şekilde ortaya koyuyor.
Ardından zorlamayla başına getirildiği 1937 Dersim harekâtı geldi. Yakalandıktan sonra yapılan sorgulamalar boyunca isyan suçlamasını kabul etmedi. Hayatı boyunca başından hiç indirmediği sarığı, oğluyla beraber affedileceği vaadiyle çözdürülüp bir fötr şapka giydirilmiş olarak duruşmalara getirildi. Bunun yapılmasının tek nedeni vardı, o da Seyit Rıza ve takipçilerinin rencide edilmek istenmesiydi. O ise bu tavizi hayatta kalan tek oğlu Hüseyin'i kurtarmak için vermişti. Zaten 80 yıla yakın ömründe verdiği en büyük taviz de bu olmuştu.

Ancak oğlu Hüseyin'in yaşının büyütülüp kendisiyle birlikte idam sehpasına gitmesine mani olamadı. İdam edilebilmesi için yaşı küçültülen Seyit Rıza, gece yapılan duruşmanın ardından 16 Kasım'ı 17 Kasım'a bağlayan gece, sabaha karşı oğluyla aynı anda idam edildi.

"Evlad-ı Kerbelayız. Bî hatayız. Ayıptır, zulümdür, cinayettir"

cümleleri onun son sözleri oldu. İdamını cellada bırakmadı ve sandalyeye tekme atarak kendisine ve bağlılarına yapılan bu zulmü geleceğin ufuklarına yazdırmayı bildi.