Edirne Kahramanı Şükrü Paşa'yı, torunu Sevgi Kutlukan anlatıyor

Mustafa Armağan ve Sevgi Kutlukan Tarihin destansı sayfalarında keyifli bir sohbet
Mustafa Armağan ve Sevgi Kutlukan Tarihin destansı sayfalarında keyifli bir sohbet

28 Ağustos 2012 günü yağmurlu bir Boğaz manzarası ve Boğaz'ın telaşlı çırpınışları eşliğinde yapılan sohbet tarihin sizi sağır eden kanat çırpışları. Siz de buyurmaz mısınız içeriye...

Sevgi Hanım, Balkan Savaşı'nın en dasitanî sayfalarından biri olan Edirne Savunması'nın baş kahramanı Ferik (Orgeneral) Mehmed Şükrü Paşa'nın torunu (Paşa'nın oğlu Osman Şükrü Edirne'nin kızı). Şükrü Paşa'nın ve ailesinin bütün mirası ve dahi yükü onun omuzlarında. Dedesini unutturmamak adına hepimize örnek gösterilmeye layık ciddi bir gayretin içerisinde gördük kendisini. En büyük teselli kaynağı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Edirne'de bir Şükrü Paşa anıtının yaptırılmış olması. Bir de elindeki hatıra ve malzemeleri hediye ettiği Şükrü Paşa Vakfı var, medar-ı iftiharı. Sohbet sırasında fotoğraflar resm-i geçit yapıyor önümüzden. Paşa'nın belindeki kılıcı, kayınpederi Nuri Paşa'nın portresi, babasının naif yağlı boya tabloları ve saatlerdir içinde kaybolduğumuz hatıralar denizi… Gelirken ve giderken telaşlı çırpıntılarına tanık olduğumuz Boğaz'ı sohbet bitene kadar fark etmedik desem inanın.


İsterseniz Şükrü Paşa'nın aile içerisinde nasıl anlatıldığı ile başlayalım sohbetimize.
Rahmetli dedem Şükrü Paşa'nın vefatında babam 11 yaşındaymış. Bu yüzden pek fazla hatıramız yok. Ancak babaannem ve halalarımdan dinlediğim çok tatlı aile hatıraları var. Bana naklettikleri kadarıyla Paşa Dedemin özel hayatı pek bilinmezmiş. İçine kapalı bir adammış. Son derece hassas ve ailesiyle mutlu olan biriymiş.


Çocukluğunuzda mutlaka 'Şükrü Paşa'dan söz edilmiştir. Aile içinde anlatılanlardan neler kaldı hatırınızda?
Şükrü Paşa öncelikle son derece cesaretli bir askermiş. Zaten kendisine 'Deli Şükrü Paşa' denilirmiş. ('Deli' kelimesi burada inanılmayacak kadar cesur anlamında.) Ne kadar cesur olduğu Edirne Müdafaası'nda yaptıklarıyla ortada. Askerliği yanında en büyük özelliği, matematik ve cebirdeki uzmanlığı. Hatta Balistik adlı bir kitap kaleme almış ki, kendi el yazısıyla olan nüshayı hâlâ muhafaza ediyorum. Askerî ve zihnî yetenekleri pek çok olan, disiplinli biriymiş. Bunu da büyük ölçüde disipliniyle meşhur olan Almanya'da aldığı eğitime borçlu olduğunu biliyoruz.

Biliyoruz ki, Şükrü Paşa 'harika adam' diye bilinen meşhur matematikçimiz Salih Zeki Bey'in de hocası. Paşa'nın ilmî yönü hakkında neler söylersiniz?
Müthiş bir matematikçiymiş. Aynı zamanda o kadar iyi bir askermiş ki, Sultan Abdülhamid kendisini Almanya'ya gönderiyor. Almanların en iyi tarafı, disiplinleri. Kendisini yetiştiriyor. Harika bir kütüphanesi varmış dedemin ama maalesef Fatih yangınında bütün kitapları yanıp kül olmuş. Kendi yazdığı kitaplar dahil.

Yufka yürekli ve dindar

Peki özel hayatı hakkında sınırlı da olsa bilinenler neler?
Şükrü Paşa özel hayatında son derece yufka yürekli ve dindarmış. Aza kanaat etmeyi bilen ve haline hep şükreden tam bir Müslüman olarak yaşamış. Hatta bu konuda eşini, yani babaannemi sık sık uyarırmış. Çünkü babasının evinde çok rahat bir hayat yaşayarak büyüyen babaannem Zafer Hanım, hayatında ilk zorluğu dedemle görmüş. Dedim ya, dedem yufka yürekli diye. Bir gün babamla birlikte fayton gezisine çıkmışlar. Bir adamın, kendi atını öldürürcesine kırbaçladığını görmüşler. Şükrü Paşa faytondan atladığı gibi hışımla adamın elinden kırbacı kapmış. Adam korkup kaçmış. Dedem de yerde kıvranmakta olan atın tedavisini yaptırıp iyileştirmiş.

Evinizde bazı belgeler görüyorum. Merak ettim: 96 yıl önce vefat eden Şükrü Paşa'ya ait bu belgeler size nasıl intikal etti?
Halamda gayet güzel, gül ağacından bir büfe vardı. Öldüğünde oğlu Amerika'daydı. O sebepten büfeyi eşim aldı. Ama büfe kilitliydi. Marangoza zorla açtırdık çekmecesini. Şükrü Paşa'nın Osmanlıca Balistik kitabı ve gezdiği yerlerin fotoğrafları çıktı içinden. Balistik kitabını kimseye vermedim; sakladım. İnşaallah Edirne'deki Şükrü Paşa Vakfı'na hediye edeceğim.

Şükrü Paşa'nın adını tarihe altın harflerle kazıyan Edirne Müdafaası'na gelirsek, torunu olarak neler söylemek istersiniz?
Dedem, İstanbul hükümetinin en fazla 2 ay için verdiği erzakla Edirne'yi tam 155 gün savunmuş. Askerleriyle birlikte süpürge tohumundan ekmek, ağaç kabuğu, kurbağa ve ölmüş at eti yiyerek başarmışlar bunu. Çok mütevazı bir insanmış. Asker ne yiyorsa aynısını yermiş.


Bildiğiniz anekdotlar var mı kişiliği üzerine?
Babaannemle gayet mutlu yaşıyorlarmış. 9 çocukları olmuş. 5'i ölmüş çok küçük yaşlarda. O zamanlar varlıklı aileler evlatlık alırlarmış. 2 tane evlatlıkları varmış. Evlatlıklarını da kendi çocukları gibi severmiş.

Tekrar Edirne Müdafaası destanına dönersek…
Edirne Müdafaası, dediğiniz gibi bir destan. Ama onun arkasındaki siyasî komplolar da çok önemli.

Talat Paşa kışkırtıyor
İttihatçı Talat Bey de o sırada er olarak Edirne'de, değil mi? Maksadı askerlik değil, kışkırtıcılık yapmak…
Dedem anlatırmış: Talat Bey (o zaman daha Paşa değil) kuşatma öncesi Edirne'ye gelip gönüllü asker olarak orduya girmiş. Özellikle Anadolu'dan gelen askerleri, “Burada neden savaşıyorsunuz? Burası vatanınız değil” diye savaştan soğutmaya çalışmış. Karışıklık çıkarma çabasında da oldukça etkili olmuş. Şükrü Paşa durumdan haberdar olunca Talat Bey'i yanına çağırarak, “Ya yaptığın propagandayı bırakırsın ya da seni idam ederim!” diye tehdit etmiş. Bunun üzerine Talat Bey korkup İstanbul'a kaçmış. Tahmin edilebileceği gibi, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile en keskin kopuşa bu olay neden olmuş.

Galiba Şükrü Paşa'yı takdir etmeyen sadece İttihatçılar. Bir de çok önemli bir Altın Kitap meselesi var, İsmail Hami Danişmend ondan bahsediyor.
Danişmend de o bilgiyi babamdan almıştı. Altın Kitap, dedemin müdafaasının dillere destan olduğunun en büyük delilidir. İçlerinde Piyer Loti ve Klod Farer gibi pek çok Fransız entelektüelinin imzası bulunan değerli bir kitaptır. Şükrü Paşa'ya övgüyle dolu olan kitabın ilginç bir hikâyesi var. Enver Paşa'yla eşi Naciye Sultan'ın evlerini ziyarete giden aile dostları Mazlum Bey'in dikkatini çocukların oynadıkları bir kitap çekmiş. Çocuklar Altın Kitabı karalıyorlarmış. Mazlum Bey kitabın ne olduğunu öğrenince bizim aileye haber vermiş. Kitap bir ele geçiyor ki, o güzelim yazıların ortasına çocuklar resim çizmişler. Bulunması büyük şans ama maalesef dedeme görmek nasip olmamış.
Haberi bile olmamış yani. Bu çok enteresan bir bilgi.
Maalesef haberi olmadan vefat etmiş. İttihatçıların büyük kıskançlıkları varmış dedeme karşı.

İttihatçı kıskançlığı
Nitekim bu kıskançlık yüzünden Şükrü Paşa'nın askerî hayatı İttihatçılar tarafından sonlandırılıyor. Peki müdafaa sonrasında neler yaşanıyor?
İttihatçılar 6 aylık esaret hayatından sonra Şükrü Paşa'nın dünyaca alkışlanan Edirne Savunması'nı gölgelemek istemişler. Esirlikten serbest bırakılmış. İstanbul'da halk toplanmış, Şükrü Paşa'yı bekliyor. İttihatçılar “Halk seni linç edecek” uydurmasıyla perdeleri kapalı bir tren vagonuyla Sirkeci Garı'na getirmişler.

İttihat ve Terakki kendi kahramanları dışında kimsenin sivrilmesini istemiyor.
Zaten dedemi Edirne'ye 40 günlük gıda ve malzemeyle gönderiyorlar, sırf telef olsun diye. Ama dedem 5 aydan fazla dayanıyor, iman kuvveti var çünkü.

İstasyona geldikten sonra ne oluyor?
Sirkeci'den de kapalı bir arabayla evine yollamışlar. Halbuki halkın toplanma amacı, Şükrü Paşa lehine tezahürat yapmak. Ardından da tenzil-i rütbe (rütbe indirme) faciası. Bir askere yapılabilecek en büyük hakaret bu. Aylarca Edirne'yi cansiperâne savunmuş bir kahramana bu hakaret reva görülmüş.
Yani Paşa kabahat işlemiş gibi emekliye sevk edilmiş.
Evet, bu zamansız emeklilik ve ardından gelen maddî ve manevî sıkıntılar dedeme ve ailesine çok zor günler yaşatmış.

Ve Paşa 1. Dünya Savaşı sırasında, devletine ve milletine en faydalı olabileceği bir zamanda, 1916'da aniden vefat etmiş.
Şükrü Paşa'yı kuşatma sonrası yaşadıkları çökertiyor. Çok kısa bir zamanda saçı sakalı bembeyaz oluyor. Tabii Edirne Müdafaası'ndaki feci şartlar da bunda etkili olmuş. Aşırı rutubet, dondurucu soğuk ve kötü gıda dedemin sağlığını tamamen bozmuş. Tavsiyelere uyarak Bursa kaplıcalarına gidiyor. Babaannem küçük halamla birlikte yolluyor dedemi Bursa'ya. Maalesef orada üşütüp zatürre oluyor. İstanbul'a dönünce de vefat ediyor. Ama bana kalırsa yaşadıklarına dayanamayarak kahrından kanser oldu.

59 yaşında vefat ediyor değil mi?
Evet ama yaşlanması da, ölmesi de bu dertlerden. Tenzil-i rütbeye uğradığından içine kapanıyor. Birdenbire hastalanıyor. Babam da 67 yaşında sıkıntıdan öldü. Adem Kalaç Bey enteresan bir şey söylemişti. “Sevgi Hanım, Şükrü Paşa'yı zehirlemişler” dedi. Sanmıyorum. Tenzil-i rütbe içine işlemişti adamın. Altın Kitap gibi hediyeleri görse belki teselli olurdu ama göstermediler.

Peki defin işlemleri devlet tarafından mı yapılıyor?
Hayır. İstanbul Hükümeti, Şükrü Paşa'nın Merkezefendi Şehitliği'ne gömülmesini teklif etmiş. Ancak eşine yapılan haksızlıkları affedemeyen babaannem Zafer Rabia Hanım bu teklifi hiç düşünmeden reddetmiş. Böylece dedem pek sevdiği kayınpederi Nuri Paşa'nın yanına gömülmüş. Mezarını ise Sultan Reşad bizzat yaptırmış. Sultan Reşad dedemi sever ve takdir edermiş.

Üzerime abide dikecekler
Şimdi Edirne'de mezarı ve anıtı var. Peki Şükrü Paşa'nın kabri oraya nasıl nakloldu? Fikir ve girişimler kimlere ait?
Girişim bizzat ordumuzdan geldi. Ailenin de izniyle zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun önderliğindeki ordumuzca anıtmezar yapılarak dedemin cenazesi Edirne'ye nakledildi. O gün çok şaşırtıcı bir şey oldu: Mezarında kemikleri eksiksiz çıktı dedemin. Edirne Savunması sırasında vasiyette bulunmuş, “Düşman, hatları geçtikten sonra ölürsem, kendimi şehit kabul etmiyorum. Beni mezara koymayın. Etimi itler ve kuşlar çeke çeke yesinler. Fakat müdafaa hattımız bozulmadan şehit olursam kefenim, lifim, sabunum çantamdadır. Beni buraya gömeceksiniz ve gelen nesiller üzerime bir abide dikecekler” demiş. Anıt mezarın yapılması bu vasiyetin yerine getirilmesini sağladı.

Babaanneniz (Şükrü Paşa'nın eşi) Zafer Hanım'dan da bahseder misiniz?
Babaannem, Manastırlı Nuri Paşa'nın kızıydı. Çok renkli, çok neşeli bir kadındı. Hayata güzel bakan, sabırlı, neşeli, piyano çalan, Fransızca konuşan, aynı zamanda 5 vakit namazında, gayet dindar ve oldukça otoriter bir Osmanlı kadınıydı. Yıllarca zorluklara göğüs germişti. Hem dedemle birlikte, hem de dedemden sonra yaşadıklarıyla... Kardeşiyle birlikte sahibi oldukları Şişli'deki Zafer Palas apartmanını satmak zorunda kalmışlardı parasızlıktan.

Babaannenize Şükrü Paşa'dan dolayı herhangi bir maaş bağlanmamış mıydı?
Şükrü Paşa'dan değil, kendi babası Nuri Paşa'dan maaş bağlanmış yıllar sonra. Yine de bütün aile yıllarca fakirlik içinde yaşadı. Ama babaannem asil kadındı, bunları hiç anlatmazdı. Hem bizim evde hiç para konuşulmazdı. Çünkü eskiden birlik ve beraberlik vardı. Asalet ve kanaat vardı. Şimdi öyle mi? Herkes para ve marka budalası…