Hakkı yenmiş bir padişah

Üç haftalık hükümdar Cem Sultan, II. Bayezid’e isyan etmiş; çevresine topladığı adamların desteğiyle Bursa’da adına hutbe okutup sikke kestirmesi ise bardağı taşıran son damla olmuştu.
Üç haftalık hükümdar Cem Sultan, II. Bayezid’e isyan etmiş; çevresine topladığı adamların desteğiyle Bursa’da adına hutbe okutup sikke kestirmesi ise bardağı taşıran son damla olmuştu.

Önce bir iç mesele olarak başlayan, fakat onun ülke dışına çıkması ve Avrupa’ya götürülmesinden sonra uluslararası bir sorun haline gelen bu hadisenin Osmanlı Devleti’ni maddî ve manevî olarak zor durumda bıraktığı doğrudur; fakat onu inkişaf ve gelişmenin dışında bırakmanın ne kadar yanlış olduğunu, II. Bayezid’in şahsiyetine ve devrine daha yakından baktığımızda anlamak mümkündür.

İstanbul’un fethinin ardından kuruluşu tamamlanan Osmanlı Devleti’nde hızlı bir fetihler dönemi başlar. Fatih Sultan Mehmed’in 30 yıllık saltanatı boyunca devletin sınırları batıda Tuna, doğuda Fırat nehirlerine ulaşır, hatta İtalya’ya sıçrar ve Mısır’a uzatılmak istenir. Fatih’in oğlu ve halefi II. Bayezid döneminin, çağdaş tarihçiler tarafından genellikle silik ve duraklama dönemi gibi algılanmasında Cem Sultan olayının büyük payı vardır.

Fatih Sultan Mehmed’in üç oğlundan ikincisi olarak 1447’de Dimetoka’da dünyaya gelen Bayezid’in annesi, Gülbahar Hatun’dur. Büyük kardeşi Mustafa ölünce en büyük şehzade oldu. Sarayda iyi bir eğitim gördü. Geleneksel teamüle uygun olarak dokuz yaşında Amasya’ya sancak beyi olarak gönderildi ve uzun süre orada kaldı. Bu sırada yakın çevresinde başta hattat Şeyh Hamdullah, şair, münşî ve hattat Tacî Bey ile oğulları Cafer ve Sadî çelebiler, Çandarlızade İbrahim ve Müeyyedzade Abdurrahman gibi değerli şahsiyetler vardı. Hocası Muarrifzade’dir. Dulkadırlı Alâüddevle’nin Osmanlılara sığınması, Yusufça Mirza kumandasındaki Akkoyunlu kuvvetlerinin Tokat’ı yağmalaması onun Amasya sancak beyliği sırasında olmuştu. Babasıyla Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan arasında 1473’te gerçekleşen Otlukbeli Savaşı’nda ordunun sağ kanadını kumanda eden Şehzade Bayezid 1479’da Torul ve civarının Osmanlı topraklarına katılmasını sağlamıştı.

Fatih 1481 yılında bir sefer sırasında Gebze’de ölünce, en büyük şehzade olarak İstanbul’a çağrıldı. Bu davette İshak Paşa gibi devşirme kökenli vezirlerin büyük rolü olmuştu. Bunlar Fatih’in sert siyasetine karşı Bayezid’in daha yumuşak bir politika izleyeceğine inanıyorlardı. Fakat ünlü Kanunname’sinin bir yerinde şehzadelere yazılacak elkab (hitap cümlesi) için ‘vâris-i mülk-i Süleymanî, nûr-ı hadaka-i sultânî oğlum Sultan Cem’ diyerek, sanki bu şehzadesini veliahd yapmış gibiydi.

Fakat tahta cülûsta bütün şehzadeler eşit hakka sahipti. Kanunname’nin hazırlayıcısı Sadrazam Karamanî Mehmed Paşa ise babasının siyasetini izleyeceğine inandığı Şehzade Cem’in padişah olmasını istiyordu. Dolayısıyla gizlice ona da haber göndererek kendisini İstanbul’a çağırmıştı. O sırada Cem Sultan Konya’da sancak beyliği yapıyordu. Ancak diğer vezirler ve yeniçeriler Bayezid’i istiyorlardı.

Mehmed Paşa’nın bu girişimi öğrenilince, İstanbul muhafızı İshak Paşa, Bayezid’in oğlu Korkut’u saltanat naibi olarak tahta oturtmuş ve kendisine biat edilmişti. Cem’e gönderilen haberci, Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa tarafından yakalanarak bertaraf edilmiş, Veziriâzam Mehmed Paşa da yeniçeriler tarafından parçalanarak öldürülmüştü.

Nizam-ı âlem için...

20 Mayıs 1481’de tahta çıkan Sultan Bayezid’in önünde çözümü gereken çok önemli bir mesele vardı: Kardeşi Cem’in durdurulması... Zira cülûstan sonra da diğer kardeşlerin saltanatta hak iddia etmeleri hep olagelmişti. Sultan Bayezid, önce Cem yanlısı olan Otranto fatihi Gedik Ahmed Paşa’yı İtalya seferinden geri çağırttı. Böylece bir yıl kadar önce fethedilen Otranto, Napoli krallığına bırakıldı.

Babasının saltanat kanununda, tahta çıkan şehzadenin ‘nizâm-ı âlem için’ kardeşlerini katline cevaz veriliyordu. Aslında babasınınkine göre yumuşak bir siyaset izlemek isteyen Bayezid, Cem’i öldürtmek istemiyordu. Nitekim vereceği büyük tahsisatla onun Kudüs’te oturması teklifinde bulunmuştu. Ancak Cem’in çevresine topladığı kuvvetlerle Bursa’ya gelip burada adına sikke kestirmesi ve hutbe okutması, üç hafta kadar hükümdarlık yapması işin rengini değiştirmişti.

Daha sonra kardeşinin üzerine yürüyen Sultan Bayezid, Yenişehir ovasında onu yenerek Konya’ya kaçırttı. Gedik Ahmed Paşa’nın takibine rağmen yakalanamayan ve daha sonra Mısır’a giden Cem’in, Sultan Kayıtbay tarafından “Sen oğlumsun, üzülme” sözleriyle hükümdar gibi karşılanması zaten gergin olan Osmanlı - Memlük ilişkilerini daha da germişti. Şehzade Cem’in bir başka ülkeye sığınması, Osmanlı Devleti’nin bu iç meselesini yabancı emellerin çatıştığı bir siyasî sorun haline getirecekti.

Fatih zamanında Osmanlı topraklarına katılan Karaman Beyliği, Cem’e dayanarak Kasım Bey tarafından tekrar kurulmak istenmişti. Varsak ve Turgutlu aşiretleriyle Konya’yı kuşatan Kasım Bey, Gedik Ahmed Paşa’nın gelmesiyle çekilmek zorunda kalmıştı. Anadolu’ya dönen Cem Sultan ağabeyine bir kez daha yenilmiş, kendisini yakalamak üzere Gedik Ahmed Paşa görevlendirilmişti. Fatih’in şehzadesi bu defa Karamanoğlu Kasım Bey’in tavsiyesiyle Katolik Hıristiyan dünyası nın ileri karakolu durumundaki Rodos şövalyelerine sığınmıştı. Bu gelişme üzerine Cem’i kasten yakalamama töhmetiyle Gedik Ahmed Paşa siyaseten katledilmiş, ardından da Cem Sultan’ın oğlu Oğuz, Bayezid’in yazılı emriyle boğdurulmuştu. Karamanoğlu Kasım’ın amacı, Sultan Bayezid’in Batı’daki meşgalesinden yararlanarak beyliğini kurma fırsatını elde etmekti.

Cem Sultan bu defa Batı dünyası için umut olmuştu. Rodos üstad-ı azamı tarafından görkemli bir törenle karşılanan Cem Sultan, yaptığı anlaşmada hükümdar olduğu takdirde şövalyelere bazı haklar vermeyi vaat ediyordu. Sultan Bayezid, kardeşinin serbest bırakılmaması karşılığında her yıl şövalyelere 45 bin duka altın vermek zorunda kalmış, bu uygulama senelerce devam etmişti.

Fransa’nın güneyindeki sahil şehri Nice’e götürülen Cem, Papa VIII. Innocent’a teslim edildi. Papa, ‘Hıristiyanlığı kabul ederse kendisini meşru hükümdar tanıyacağını’ söyleyince Cem’in, “Değil Osmanlı, dünya saltanatını verseniz dinimi değiştirmeyeceğim” cevabını verdiği rivayet edilir.

Fransa Kralı VIII. Charles da Cem’i kullanarak Osmanlı’ya karşı bir Haçlı Seferi düzenlemek amacıyla Osmanlı şehzadesini papadan istemişti. Fakat yeni Papa VI. Alexander her yıl Osmanlı padişahından yüklü miktarlarda altınlar aldığı Cem’i vermek istemiyordu. Fransa kralı ile papa arasında yapılan uzun pazarlıklar sonunda anlaşma sağlanmıştı. Buna göre papa Haçlı Seferi boyunca Cem’i ödünç olarak krala verecek, yani 20 bin altına kiralayacaktı. Böylece Roma’dan Napoli’ye doğru yola çıkan Cem Sultan bir süre sonra aniden hastalanmış ve vefat etmişti. Bu ölüme papa tarafından verilmiş olması kuvvetle muhtemel ve etkisi sonradan görülebilecek zehirin sebep olduğu rivayet edilir. Şehzadenin naaşının dört yıl kadar orada tutulmasını da yine Papalığın para hırsı ile açıklamak mümkündür. Cem Sultan’ın ölümünden sonra Almanya, Fransa ve Venedik arasında yapılan Osmanlı topraklarını paylaşma planı da suya düşmüştür.

Velî’ bir padişah Tasavvufa ve sufilere düşkünlüğü, seyyid ve şeriflerin işleri için nakibüleşraflık müessesesini tekrar kurması gibi sebeplerden ötürü ‘Velî’ lakabıyla anılan Bayezid, yandaki minyatürde büyük evliyalardan Emir Seyyid İbrahim Efendi ile görülüyor.(solda)-Da Vinci’nin teklifi Ünlü İtalyan sanatçı Leonardo da Vinci, Haliç’e köprü yapmak üzere II. Bayezid’e teklif mektubu ve proje taslağı göndermişti.(sağda)
Velî’ bir padişah Tasavvufa ve sufilere düşkünlüğü, seyyid ve şeriflerin işleri için nakibüleşraflık müessesesini tekrar kurması gibi sebeplerden ötürü ‘Velî’ lakabıyla anılan Bayezid, yandaki minyatürde büyük evliyalardan Emir Seyyid İbrahim Efendi ile görülüyor.(solda)-Da Vinci’nin teklifi Ünlü İtalyan sanatçı Leonardo da Vinci, Haliç’e köprü yapmak üzere II. Bayezid’e teklif mektubu ve proje taslağı göndermişti.(sağda)

100 bin Yahudi’yi kurtardı

Cem Sultan’ın 1495’deki vefatına kadar, yani 14 yıl tedirginlik içinde saltanat süren II. Bayezid, bu dönemde Batı dünyasını karşısına almamak için nispeten pasif bir siyaset izlemek zorunda kalmış; ancak gerektiğinde sefere çıkmaktan da geri durmamıştı. İlk seferini Morava üzerine yapmış, Hersek’i almış (1483), ertesi yıl çıktığı Batı Karadeniz seferinde Tuna nehri ağzında bulunan Kili ve Akkerman şehirlerini ele geçirerek Boğdan’ın fethini tamamlamıştı.

1485-1491 yılları arasında Dulkadır Beyliği üzerinde üstünlük kurma meselesi yüzünden Memlüklerle yapılan savaştan kesin sonuç çıkmamış gibi görünse de, Anadolu’nun güneyindeki Ramazanoğulları Beyliği Osmanlıların elinde kalmış, sadece Haremeyn evkafına bağlı Adana ve Tarsus Memlüklerin olmuştu.

Sultan Bayezid döneminde, özellikle 1492’den sonra Bosna Beyi Yakup Paşa ve Bali Bey taraflarından Venedik civarlarına, Macaristan’a, Hırvatistan’a ve Lehistan’a akınlar yapılmış, Karadağ himaye altına alınmış, Macarlar barış istemek zorunda kalmışlardı.

Cem olayının sona ermesinden sonra Osmanlı-Venedik savaşlarında üstünlük Osmanlılarda kalmış; bizzat Sultan Bayezid’in katıldığı seferlerle Mora’nın güneyindeki son kalelerden İnebahtı, Modon, Koron ve Navarin ile Adriyatik kıyısındaki Draç Osmanlıların eline geçmiş, böylece bu yarımadanın fethi tamamlanmıştı (1499- 1502). İleride Akdeniz hakimiyetinin tesisinde özellikle İnebahtı önemli bir üs olacaktı. Bu arada Cem hadisesi ve Mısır’ın desteğiyle diriltilmeye çalışılan Karamanoğulları Beyliği’nin ihyası meselesi bir daha kımıldayamayacak şekilde sonuçlandırılmıştı (1501).

Endülüs ve Rusya ile ilk temaslar II. Bayezid döneminde olmuştu. İspanya’da Gırnata’daki Benî Ahmer Devleti’nin yardım taleplerine Cem olayı ve donanmanın zayıflığı yüzünden yeterince cevap veremeyen Osmanlı hükümeti Kemal Reis’i göndererek Endülüs Müslümanlarını Kuzey Afrika’ya ve Osmanlı ülkesine taşımakla yetinmişti. Bu sırada yaklaşık 100 bin Sefarad Yahudisi de İspanyol zulmünden kurtarıldı ve Osmanlı ülkesine yerleştirildi. Aynı yıllarda Rus Çarı III. İvan, Sultan Bayezid’e mektup göndererek Kırımlıların Rus tüccarlarına zorluk çıkarmamaları istirhamında bulunmuş ve istekleri kabul edilmişti.

O sıralarda doğu kökenli önemli bir tehlike ve tehdit baş göstermişti: İran Safevî Devleti’nin Anadolu’daki zararlı faaliyetleri... Şiîliği devletinin resmî mezhebi yapan Şah İsmail, Anadolu’da büyük bir propaganda faaliyeti başlatmış, özellikle konar-göçer Alevî Türkmenleri kendisine bağlamakta zorlanmamıştı. Bunun başlıca sebebi, Türkmenlerin Osmanlı merkezî otoritesi altına girerek vergiye tâbi olmak istememeleriydi. Geleneksel Şaman inançlarına daha yakın buldukları Alevîliği kolaylıkla benimseyen Türkmenler, Karaman Beyliği’nin ortadan kaldırılmasından sonra Safevî yönetimini kabulde zorlanmamışlardı. Hatta Şah İsmail’i kendileri için bir pîr olarak görüyorlardı.

Alevî suikasti

Bu gelişmeleri çok önceden gören Trabzon sancak beyi Şehzade Selim, bölgesinde önlemler almaya çalışmıştı. Şah İsmail’in 1507’de Dulkadırlı Beyliği üzerine Orta Anadolu’ya, Ankara’ya kadar ilerlemesi merkezî hükümetçe büyük tepki görmemişti. Halbuki bir süre sonra Tokat’ta Şah İsmail adına hutbe okutulması, meselenin ciddiyetini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Bu unsurların bol olduğu Batı Anadolu’da ve özellikle Teke yöresinde şahın halifesi olarak Şahkulu Baba Tekeli unvanlı Nureddin Ali önderliğinde başlayan ayaklanma hızla büyümüş, üzerine gönderilen merkezî kuvvetleri yenen asiler Kütahya’yı ele geçirmiş, bu savaşlar sırasında Veziriazam Atik Ali Paşa da hayatını kaybetmişti (1511).

Ona bu ayaklanma fırsatını veren olay, Antalya Valisi Şehzade Korkut’un sancağından ayrılıp Manisa’ya gelmesiydi. Zira şehzadeler arasında taht mücadeleleri başlamış durumdaydı. Şahkulu’nun ölmesiyle dağılan Alevîlerin bir kısmı İran’a gitmiş; diğerleri de Modon ve Koron gibi yeni fethedilen yerlere nakledilmişlerdi. Sultan Bayezid’in Arnavutluk seferi dönüşünde Işık adlı bir kızılbaşın başarısız suikastına uğraması, işin vehametinin hangi boyutlara ulaştığını gösteriyordu. Anadolu Alevîliğinin güç kazanmasında onun yumuşak siyasetinin etkili olduğu söylenebilir. Hatta Şiî tehlikesini çok önceden gören ve kendince bazı önlemler almaya çalışan Şehzade Selim’in, babası tarafından uyarıldığı da bilinir.

Yeniçerilerin desteğini alan bir şehzade

II. Bayezid devrinin bir başka iç meselesi, oğulları arasındaki taht mücadeleleriydi. O sırada Ahmed, Korkut, Selim ve Şehinşah adlarında dört oğlu hayattaydı. Osmanlılarda veliahtlık müessesesi bulunmamakla birlikte, bazı padişahların hayatta iken şehzadelerinden birine teveccüh gösterdiği olmuştur.

Bayezid de büyük oğlu Ahmed’in tahta geçmesini istiyordu. Nitekim dönemin tarihçisi İdris-i Bitlisî bu padişahın ağzından, “Örf ve âdet mûcebince ve ma’hûd kanuna göre hareket ederek velîahd nasb itdüm” sözlerini nakleder. Hatta Ahmed, askerin gözüne girmesi için Şahkulu ile yapılan savaşa kumandan tayin edilmiş; fakat bu sırada bir varlık gösterememişti.

Taht mücadelesi Şehinşah dışındaki oğulları arasında cereyan etti. Ahmed’in Şahkulu savaşındaki beceriksizliği yeniçerilerin gözünden kaçmamıştı. Sanatkâr ruhlu olup 1481 yılında bir süre babasına saltanat naipliği yapan Korkut’un şansı çok zayıftı.

Şiî tehlikesine karşı başarılı faaliyetleri ile göz dolduran Selim’in taraftarları ise gittikçe artıyordu. Fakat o, Trabzon gibi merkeze çok uzak bir sancakta; Ahmed ve Korkut ise merkeze daha yakın olan Amasya ve Teke’de görev yapıyorlardı. Sonunda kayınpederi Mengli Giray’ın da yardımıyla Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara gelen Selim, babasının merkezî kuvvetleriyle yaptığı çarpışmaları kaybetmişti.

Bunun üzerine Sultan Bayezid büyük oğlu Ahmed’i saltanata çağırmış fakat yeniçerilerin alenen Selim’i istemeleri üzerine Ahmed İstanbul’a giremeden Amasya’ya dönmek zorunda kalmıştı. Bu gelişme karşısında tahtı en küçük oğlu Selim’e terk eden II. Bayezid, son yıllarını geçirmek üzere yola çıktığı Dimetoka yolunda Çorlu civarında ölmüştür (21 Mayıs 1512). Naaşı İstanbul’a getirilerek adıyla anılan meydandaki caminin önüne defnedilmiş, daha sonra da üzerine türbe yapılmıştır.

Leonardo da Vinci’nin mektubu

Böylece bir kargaşa ortamında tahta çıkan II. Bayezid, yine bir kargaşa ortamında tahtı terk etmek zorunda kaldı. Silik bir yönetim gösterdiği kanaati ise doğru değildir. Cem tehdidine rağmen önemli işler başaran Sultan Bayezid, yarım kalan bazı fetihleri tamamlamış, yeni yerler almıştı. Denizciliğe önem vermiş, pek büyük savaş gemileri, bu arada yaklaşık 2,000 ton ağırlığında ‘Göke’ denilen kalyonlar yaptırmış; Kemal ve Burak Reisler gibi çekirdekten yetişme denizcileri Osmanlı hizmetine almakla donanmayı güçlendirmiş ve Osmanlı’yı Akdeniz’in en güçlü deniz devleti haline getirmeye çalışmıştı.

‘Velî’ sıfatıyla anılmasında tasavvufa ve sufîlere düşkünlüğü kadar, babasının mirîleştirdiği vakıf gelirlerini sahiplerine iade etmesi, Peygamber soyundan gelen seyyid ve şeriflerin işleriyle ilgilenmek üzere nakibüleşraflık müessesesini tekrar kurması etkili olduğu gibi, Amasya’da, İstanbul’da ve Edirne’de yaptırdığı muhteşem külliyeler ile Edirne, Osmancık, Geyve, Saruhan’da yaptırdığı köprüler de etkili olmuştur.

İstanbul’daki külliyesine gelir sağlamak amacıyla Bursa’da inşa ettirdiği Koza ve Pirinç hanları hâlâ kullanılmaktadır. Özellikle Edirne’deki Dârüşşifasında akıl hastalarının musikiyle tedavi edilmesi bugün bile hayranlık uyandırır. O devirde, Batı’da bu tür hastaların yakıldığı veya kendi haline terk edildiği düşünülürse, meselenin önemi ve kıymeti daha iyi anlaşılır.

İyi bir şair olan ‘Adlî’ mahlaslı Sultan Bayezid, babası gibi ilmi ve âlimleri himaye etmiş; sadece kapıkulu askerlerine verilen cülûs bahşişi adetini ‘atıyye’ şeklinde devlet ricaline, hatta ulemaya da yaygınlaştırmıştı.

Sultan II. Bayezid kaynaklarda uzunca boylu, yağız çehreli, geniş göğüslü, yumuşak huylu olarak betimlenir. Hobi olarak okçulukla meşgul olmuştur. Babası Fatih kadar Batı’ya ilgi duymadığı, onun İtalya’dan getirtip Bellini’ye yaptırdığı tabloları saraydan çıkarttığı nakledilirse de, Leonardo da Vinci’nin Haliç üzerinde bir köprü yapabileceğini belirten mektubu bu padişah zamanında yazdığı, Michelangelo’nun ise bu amaçla İstanbul’a gelmeyi düşündüğü de unutulmamalıdır