Meclis’teki son, Yassıada’daki tek gayrimüslim: Dr. Zakar Tarver

Dr. Zakar Tarver
Dr. Zakar Tarver

1960 darbesinin ardından ‘Anayasayı ihlal’ suçundan yargılanmak üzere tutuklanarak Yassıada’ya götürülen 500 kişiden biri de Zakar Tarver’di.

1877 yılında çalışmalarına başlayan ilk Meclis-i Mebusan'da gayrimüslimlerin de Müslümanlar kadar temsil edilmeleriyle, onların da idarede söz sahibi olması ve imparatorluktaki Müslim-gayrimüslim eşitliğinin gerçek manada sağlanması hedefleniyordu. Nitekim seçimlerin yapılmadığı ve milletvekillerinin atama yoluyla tayin edildiği bu ilk Meclis'te 59 Müslüman'ın yanı sıra 47 de gayrimüslim mebus vardı. Bu tarihten sonra, imparatorluğun son günlerine değin gayrimüslimlerin de devlet idaresinde yer alması geleneği devam ettirildi. Gayrimüslim vatandaşlar, Meclis-i Mebusan'da mebus olarak yer aldıkları gibi kabinelerde de görev alarak nazırlık, yani bakanlık makamlarında hizmet verdiler. Hatta o derece ki, İstanbul işgal altındayken dahi Sadrazam Salih Hulusi Paşa, 1920'de kurduğu kabinesi için, “Kabinemizde her şey çok iyi idi, fakat en büyük hatamız bir gayrimüslim nazır bulundurmamak oldu" diyordu.

Osmanlı'dan beri süregelen bu idarî düzen Cumhuriyet devrinde de devam etti; fakat asıl Demokrat Parti'nin iktidar döneminde layıkıyla uygulandı. Uzun yıllar devam eden tek parti iktidarını ortadan kaldıran Demokrat Parti zamanında Rum, Ermeni ve Yahudi milletvekilleri her seçimde sayıları biraz daha yükselerek, eskiden olduğu gibi Meclis'te yer aldılar. Bu gayrimüslim milletvekillerinden biri de, Türkiye'nin ilk röntgen mütehassıslarından olan Zakar Tarver'di. Hayatı boyunca birçok alanda Türkiye'ye hizmet eden Tarver, 1960 darbesinde tutuklanıp Yassıada'da acı bir şekilde can verene değin 2 dönem İstanbul milletvekilliği de yapmıştı

Marie Curie'nin asistanı bir mebus
1895'te ailesiyle birlikte İstanbul'a göç eden Zakar Tarver, ilkokulu Bakırköy'deki Bezazyan Okulu'nda, liseyi ise o günkü adı Bardizag olan Bahçecik'teki Amerikan Koleji'nde tamamladı. 1917 yılında tekrar İstanbul'a dönerek yüksek tahsilini, o sırada Haydarpaşa'da bulunan Tıp Fakültesi'nde sürdürdü. 1. Dünya Savaşı'nın devam ettiği bu yıllarda askere alındı ve subay olarak Osmanlı ordusunda yer aldı. 1919'da eğitimine devam etmek üzere Paris'e gitti ve radyoloji alanında uzmanlaşarak 3 yıl kadar Marie Curie'nin asistanlığını üstlendi.

Kendisini geliştirmek için büyük çaba sarf eden Tarver Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızcadan başka Almanca ve Rusça da öğrendi. 1923'te İstanbul'a dönerek 1933'e kadar Yedikule'deki Surp Pırgiç Hastanesi'nin Radyoloji Klinik şefliğini yürüttü. Bu tarihten sonra bir müddet serbest hekim olarak çalıştı. 2. Dünya Savaşı yıllarında 48 yaşında olmasına rağmen ikinci kez askerliğe alındı; 1942-1943 yıllarında yüzbaşı rütbesiyle Sivas'ta görev aldı. 1948'de Surp Pırgiç Hastanesi'nin başhekimliğine getirildi. Bugün yayın hayatına devam eden Surp Pırgiç dergisinin kuruculuğunu üstlenerek, 'R. Zakaryan' ve 'Z. Kar' mahlaslarıyla Ermenice hikâyeler yazdı. Yakınındaki birçok ismin rica ve teşvikleri neticesinde siyasete giren Zakar Tarver, siyasî hayatına İstanbul Belediye Meclis Üyesi olarak başladı. 1954 seçimlerinde Demokrat Parti'den İstanbul Milletvekili seçilerek hastanedeki tüm görevlerinden ayrıldı.

Osmanlı demokrasi geleneğinden arda kalan… 1893'te, Erzincan'ın bugünkü adı Kemaliye olan Eğin ilçesinde dünyaya gelen ve 18 Eylül 1960 günü vefat eden Dr. Zakar Tarver'in Balıklı Ermeni Mezarlığı'ndaki kabri, Osmanlı'nın çok kültürlü-çok dinli demokrasi geleneğinin son temsilcisine dair bir anıt niteliğinde.
Öncü ve yenilikçi bir vatanseverdi
Zakar Tarver, mukadderatını Demokrat Parti'de gören milletvekillerindendi. Meclis'te gayet aktif bir şekilde çalışıyor, özellikle sağlıkla ilgili konularda görüşlerini belirtiyor, devlet bütçesinin %10'unun sağlık hizmetlerine ayrılmasını öneriyordu. Nüfusun 50 milyona yükseltilmesi, çocuk ölümlerinin önüne geçilmesi, 10 binin üstünde hekimin yetiştirilmesi, 5 bin kişilik tıp fakültesi ve eczacılık okullarının kurulması, Milli Sağlık Planı hazırlanması konusunda önergeler veriyor, Meclis'te Sağlık ve Sosyal Yardım Komisyonu'nda aktif olarak çalışarak Sağlık Vekili Lütfi Kırdar ile büyük bir mesai yapıyordu. Eğitimle ilgili konularda da ön plana çıkan Tarver, Avrupa'ya ve Amerika'ya gönderilen öğrencilerin dışarıdan ucuza kitap getirebilmeleri için bunlardan alınan vergilerin düşürülmesini öneriyordu. 1957'de hazırlanan Ortadoğu Teknik Üniversitesi kanun tasarısı görüşmelerinde de söz alan Tarver, bu gibi eğitim müesseslerinin her türlü vergiden, bu kurumun yurt dışından getireceği her türlü malzemenin de gümrük vergisinden muaf tutulmasını ve devletin bu kuruma periyodik yardımlar yapmasını tavsiye ediyordu. Tüm bunların dışında sağlık kurumları için aktif olarak çalışan Zakar Tarver, Fransa'dan başta röntgen cihazları olmak üzere çeşitli tıbbî araçlar getirterek devlet hastanelerinin gelişmesi için de ayrıca çaba gösterdi.

Gayrimüslim cemaatlerin Demokrat Parti'ye olan güvenlerinin sarsıldığı 6-7 Eylül olayları sırasında Zakar Tarver de milletvekili idi. Herkesin bu olayların mesulü olarak Demokrat Parti'yi gösterdiği böyle bir dönemde dahi Zakar Tarver partisinin ve Adnan Menderes'in yanında olmuştu. 1954-1957 yılları arasındaki 10. dönemde ve 1957-1960 yılları arasındaki 11. dönemde 2 defa İstanbul milletvekilliği yapan Zakar Tarver'in Demokrat Parti'ye olan bu yakınlığı, aynı zamanda onun sonunu getirdi. Tarver, 1960 darbesinde ölümle sonuçlanan büyük eziyetlere maruz kaldı.

Dr. Zakar Tarver'in hatırasına… Dr. Zakar Tarver'in kız kardeşi Anahid Dilsizyan, 2000 yılında, ağabeyinin hatırasına Surp Pırgiç Hastanesi'ndeki hasta servislerini yeniletti. Fotoğrafta Anahid Hanım, ruhani Başkiskopos Şahan Sıvacıyan'dan bu hizmeti karşılığında plaket alırken görülüyor.
Dr. Zakar Tarver yassıada'da iken…
Darbenin ardından 'Anayasayı ihlal' suçundan yargılanmak üzere tutuklanarak Yassıada'ya götürülen 500 kişiden 401'i milletvekiliydi ve tutukluların arasında Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başvekil Adnan Menderes'in yanı sıra Zakar Tarver de bulunuyordu. Hiçbir zaman yargılanamayan ve büyük işkenceler neticesinde hayatını kaybeden Tarver'in o günlerde yaşadıklarını Hadi Hüsman, Hatırladıklarım, Düşündüklerim isimli hatıratında şöyle anlatıyor:

“İstanbul Mebusu Sayın Dr. Zakar Tarver, İstanbul'un, belki de Türkiye'nin belli başlı tanınmış röntgen mütehassıslarından biri. Sakin, dürüst, çok iyi bir insan. Yassıada'daki ilk günlerimizden birinde idi, havalandırmaya çıkarmışlardı, yanıma geldi, bitkin bir hali vardı:

'Hadi Bey, Yeşilyurt'tan motorla Yassıada'ya getirilirken yolda çok dövdüler bizi, kalbime de bir yumruk yedim. Son derece sarsıldım, dayanamayacağımı hissediyorum, göreceksiniz öleceğim. Hem de yakında... Şayet bir gün buradan çıkarsanız, sizden rica ediyorum, İstanbul'da akrabalarımı bulun ve size söylediklerimi onlara anlatın...' dedi.

Çok müteessir oldum. Aziz arkadaşım Dr. Zakar Tarver, kısa bir süre sonra vefat etti".

Zakar Tarver'in resmî ölüm raporunda kalp krizi neticesinde vefat ettiği bildiriliyordu. Naşı ailesine teslim edilen talihsiz mebusun Beyoğlu Üç Horan Ermeni Kilisesi'ndeki cenaze töreni adeta sessiz bir protestoya dönüşmüş, kendisini tanıyan tanımayan binlerce insan cenazesine katılmıştı. Aynı yoğun ilgi defnedildiği Balıklı Ermeni Mezarlığı'nda da devam etti; hatta Cumhuriyet gazetesinin kaydettiğine göre izdihamdan cenazeye gönderilen çelenkler insanların üzerine düşmüştü. Osmanlı'dan günümüze süregelen çok kültürlü-çok dinli bu demokrasi geleneğinin son temsilcisi de böyle acı bir şekilde dünyadan ayrılmış oldu.

6-7 Eylül olaylarının ardından Meclis'te neler söylendi

Örfî idarenin ilan edilmesinin ardından Zakar Tarver, 12 Eylül 1955 günü TBMM'de şu konuşmayı yapmıştı: “Muhterem arkadaşlarım, memleket büyük bir felakete maruz kalmıştır. Bu vandalizmi işleyenler teşhis edilmiştir. Millî hayatımıza kasteden kuvvetin başka kisvelere bürünerek caniyane tasavvurlarının tahakkukuna uğradığını görüyoruz. Binaenaleyh, ilk vazifemiz bu kisveleri ortadan kaldırmak olmalıdır. Bunlar nedir?

Henüz bazı geri kafalı dimağlarda mevcut Müslim-gayrimüslim ayrılığı! Bu felakete maruz kalan azınlığa karşı Sayın Başvekilimizin sempatisine şahsen şahidim. Delillerini de verebilirim. Örfî idare ilan edilmiştir. Eminim ki bu vandalizmi işleyenlere, vazifelerinde tekâsül gösterenlere kanun müstahak oldukları cezayı verecektir ve mağdur olanlara, bilhassa küçük esnafa devlet her nevi yardımı yapacaktır. Ancak saltanat ve halifelik devirlerinden kalma bir zihniyetin izleri mevcuttur. Bazı örümcek bağlamış kafalar, Türkiye Cumhuriyeti'nin laik bir devlet olduğunu henüz anlamamış bulunuyorlar. Artık bu memlekette dinî faikiyetin değil, ancak ve ancak istidat ve kabiliyet önünde bütün kapıların açık olduğunu daha öğrenememiş olanlar vardır. Din bir vicdan işidir. Herkes inandığı mezhepte serbesttir. Bütün dinler şayan-ı hürmettir. İşte kara yobazlık, maalesef hunhar kuvvetler elinde tehlikeli bir silah oluyor. Din kisvesi altında vatanı kalbinden hançerlemek isteyenlere bir daha fırsat verilmemelidir.

Muhterem arkadaşlar, bir defasında New York'ta Amerika'nın kurtuluş gününde sokaklarda asılı levhalar görmüştüm. Bu muazzam levhalar, Amerika'yı teşkil eden muhtelif milletlerin isimlerini taşıyorlardı. Mesela John Smith, Pier Dupont, Avram Levi ve saire gibi tipik isimler yazılı idi. Bunların hepsinin altında 'All America' yani 'Hepsi Amerikalı' yazılı idi. Türkiye'yi teşkil eden unsurlar da şüphesiz ki, hepsi Türk'tür ve aynı eşit muameleye sahiptir. (Meclis'te bravo sesleri...)

Fen ve ilmin bu şahlanış devrinde ileri bir medeniyetle, ileri bir millet olmayı azmetmiş, bu uğurda fevk-al beşer gayret sarf eden Türkiye'de artık geri, çürük zihniyetlerin yeri olmamalıdır. (Meclis'te bravo sesleri...)

Sizleri temin ederim ki memleketimizde yaşayan ufacık gayrimüslim azınlık, mukadderatını bu memleketin mukadderatına bağlamış, bu memleketin iyiliğine candan sevinen ve maazallah felaketine de samimiyetle üzülen insanlardan mürekkeptir. (Meclis'te bravo sesleri...)

Asırlardan beridir Türkiye'de yaşayan Ermeni azınlığın ifa eyledikleri hizmetler cümlenin malumudur: Dr. Antranik Paşalar, Horasancılar gibi tıp üstatları, Balyanlar gibi Selimiye Kışlası'nı, Beylerbeyi Sarayı'nı, Dolmabahçe Sarayı'nı inşa etmiş mimarlar, Dadyanlar gibi memlekette ilk defa baruthane tesis edenler, devletin para sıkıntısına çare bulmuş olan Kazaz Artinler, saymakla sonu gelmeyecek eslafımız hep bu memlekete hizmette gurur ve şeref duymuşlardır. Onların öz evlatları olan bugünküler de aynı samimi duygularla meşbu bulunuyorlar.” (Meclis'te bravo sesleri ve alkışlar...)