Mekanın ruhu ona emanet

Mekanlara ruh veren mobilyanın hikayesi
Mekanlara ruh veren mobilyanın hikayesi

Hayatımızın vazgeçilmezleri onlar. Mekânlara ruh veren, hanelerin nadide köşelerini süsleyen, göz zevkimizi okşayan yegâne parçalar. Ortaya çıkmaları ihtiyaca binaen olsa da bir kısmı zamanla yalnızca estetiğe hitap etmek amacıyla evlerimizdeki tahtlarına kurulmuşlar. Peki acaba gizemli ormanların derinliklerinde, bin bir ağacın gövdesinde uyuyan bu nadide ev eşyaları nasıl bir serüven yaşayıp da odalarımıza kurulmuşlar?

Gelin birlikte görelim. Mobilyanın hikâyesinde Çin ve Roma iki merkez olarak görülür. Bir süre sonra Çin’i de etkisi altına alan Roma tarzının Avrupa’da gösterdiği yayılma Ortaçağda gerilemiş, 1400’lerden itibaren kapitalizmin gelişmesiyle ikinci sıçramasını Hollanda’da gerçekleştirmiş. Ardından Fransa sarayı, 18. yüzyıldan sonra Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde geliştirilen tarzların yeniden üretildiği ve moda olarak bütün Avrupa’ya yayıldığı bir merkez işlevini görmüş.

Mobilya kelimesi Latince “mobilis”ten gelerek İtalyanca “mobili”, Fransızca “meuble” gibi birçok dile girmiş. 1851’de mobilya sanayiinin Avrupa’daki gösterişi, Kırım Savaşı sırasında İstanbul’a gelen İngilizler ve Fransızlar, yapımı tamamlanan Dolmabahçe Sarayı’nın da etkisiyle Osmanlı sarayında Avrupa tarzı mobilya kullanımı hız kazanmış.

Sekiz köşeli küçük masa Dolmabahçe Sarayı’nda yer alan sekiz köşeli ve sekiz ayaklı orta masa Tamirhane-i Hümayun’da yapılmış eserlerden biridir(solda)._Tuğralı orta masa Dolmabahçe Sarayı’nda Kırmızı odada kullanılan pirinç masa Sultan Abdülmecid tuğralıdır (ortada)._Klasik antika sandalye Avrupaî hayatın yaygınlaşmasıyla birlikte sandalye hayatımızın vazgeçilmez mobilyalarından biri hâline gelmiştir(sağda).
Sekiz köşeli küçük masa Dolmabahçe Sarayı’nda yer alan sekiz köşeli ve sekiz ayaklı orta masa Tamirhane-i Hümayun’da yapılmış eserlerden biridir(solda)._Tuğralı orta masa Dolmabahçe Sarayı’nda Kırmızı odada kullanılan pirinç masa Sultan Abdülmecid tuğralıdır (ortada)._Klasik antika sandalye Avrupaî hayatın yaygınlaşmasıyla birlikte sandalye hayatımızın vazgeçilmez mobilyalarından biri hâline gelmiştir(sağda).

Sini yerini masaya, minder ve iskemle yerini sandalye ve koltuğa, sandık yerini dolaba bırakmış. Tabii bütün bunların benimsenmesinde saray kadar Pera semtinde yaşayan Avrupalılar, Levanten ve gayrimüslim yurttaşlar da etkili olmuş. Ayrıca Sultan II. Abdülhamid usta bir marangoz olduğu için bizatihi yeni modalara imza atmış, Yıldız’da kurduğu marangozhane ve çini fabrikası ehemmiyetli adımlar olmuştu.

Ev eşyası yapımı geleneksel olarak yalnızca marangozların işiyken, Fransızca “ebeniste”den (abanoz) ebenist ve Almanca “Tauschhiren”- den (Tauschirer: altın ve gümüş kakmacı, Arapça tahsiyya’dan) tavşan adı atında ince marangozluk işleri yapan esnaf gelişmiş. Osmanlı döneminde açılan sanayi mektepleri, Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi), Cumhuriyet döneminde Ankara’da açılan Gazi Enstitüsü ile Avrupalı ve Avrupa’da eğitim görmüş hoca ve ressamların mobilya zevkinin gelişiminde büyük rolleri olmuş.

Mobilyada seri üretim yapan şirketlerin kurulması ve çam, sunta, formika gibi dönem dönem moda olan yeni malzemelerin kullanılmaya başlamasıyla yastık ve şilteler, seccade ve havlularla döşenmiş misafir odalarının yerini salona bırakması çakışacaktı. Bu süreçte her ne kadar ev hanımları radyo, televizyon, sehpa, masa gibi eşyaların üstünü el işleriyle donatsalar da yeni tarz teşrifat kendini kabul ettirdi. Ardından tahtaların bozuk yerlerinin görünmemesi ve evin içine renk getirmesi için eşyaların kırmızı, yeşil gibi parlak renklere boyanması adeti Avrupa’da 16. yüzyılın sonundan itibaren yerini cilaya bırakmaya başladı. 18. yüzyıldan itibaren Fransa’da yeni malzeme, moda ve adlarla üretilen değişik biçimlerde dolap ve sehpalar Osmanlı’nın son döneminden 1970’lere kadar Türkiye’de zenginlerden üst sınıfa yayılan, klasik ev döşeme anlayışının temelini oluşturdu.

Asırlık serüven

İsterseniz belli başlı mobilya parçalarının tarihi serüvenlerine birkaç cümle ile değinelim:

Gardırop: Fransızca “garde-robe”- dan dilimize geçmiş. Aslında 13. yüzyılda dolap anlamını kazanmış ve Ortaçağda şato surlarına hendek ya da ırmağın üstüne gelecek biçimde yapılmış asma tuvalet hücresine verilen bir ad olmuş.

Şifoniyer: Fransızca “chiffonier” ilk olarak 1640’da kayıtlara geçmiş. Üst üste çekmeceleri olan çamaşır dolabına verilen addır.

Komodin: İtalyanca “comodine”, Fransızca “commode” 17. yüzyılda çekmeceli sandığa verilen “kolaylık” anlamında bir addır. Gardrop gibi 18-19. yüzyıllarda “oturağı saklayan sandık” anlamına geliyordu.

Konsol: Tablasının arka yanı duvara gelecek şekilde yerleştirilen ve daha çok sehpayı andıran, üstüne süslü ve büyük ayna konulan, lüks eşya sayılan möble İtalya’da “gösteriş aynası” olarak yaygınlaştı.

Portmanto: Fransızca “portemanteau” ilk kez 16. yüzyılda kayıtlara geçmiş.

Vitrin: Fransızca “vitrine”, “verre” (cam) kelimesinden türetilmiş. Salonlarda evin porselen ve kristal takımlarının sergilendiği vitrinler 1800’lerin ortalarına doğru moda olmuş. O zamanın zenginleri vitrinlerini Paris’ten getirtirmiş.

Zaman mobilyaların üzerinde fazlasıyla değişikliğe kapı aralamış. Bu değişimde modanın ve teknolojinin olduğu kadar geniş aileden çekirdek aileye dönüşen bir hayat tarzının ve metropol hayatının da büyük etkisi var.

Velhasıl gitgide küçülmeye, portatif hale gelmeye ve daha az kişiye hitap edecek şekilde dizayn edilmeye başlandı mobilyalar. Bazı modeller ise içlerine yerleştirilen türlü teknolojik sistemler sayesinde çok daha pratik hale geldiler. Klasik, vintage, spor, country derken birçok modelde dizayn edilen tasarım ve renklerle mekânlarımızı süsleyen bu eşyalar gelecekte de peşimizi bırakmayacağa benziyor. Teknolojiye inat. Kim bilir?