Siluetimi kaybettim, hükümsüzdür!

İstanbul tarih boyunca hep değişmişti ama bu defa orantısı bozuluyor.

Paris'ten l Londra'ya, Viyana'dan Roma'ya, Prag'dan Lizbon'a kadar pek çok yerde özenle korunan tarihsel kimlik bir tek İstanbul'da acımasızca yok ediliyor.


Zeytinburnu'ndan yükselen gökdelenler ancak Ayasofya ve Sultanahmet camilerinin arkalarından başlarını uzatınca dehşetle fark ettik İstanbul'da alttan alta işlenmekte olan “kusursuz cinayeti”. Bu şehrin “kutsal” siluetinin onun kimliğini oluşturan parçaların en değerlilerinden olduğunu hatırlamamız için ille de beton sütunların payitahtın siluetini parçalayıp gözümüze mi batması gerekirdi? Oysa bu, masum adımlarla gelişen bir kent bozumunun önümüze düşen görüntülerinden sadece biriydi. Gelecekteki İstanbul kıyametinin erken öten horozuydu başka bir deyişle.

Belediye yetkilileri güya siluetin böylesine hoyratça zedeleneceğini hiç tahmin etmemişler. Bundan sonra bir daha olmayacakmış! İnanalım mı dersiniz? Siz inanıp inanmayacağınıza karar veredurun, biz çoktan siluetin tarihine daldık bile.

Bakın, İstanbul'un siluetinin tarih içindeki değişim matrisi hangi etik ve estetik sınırlar içinde kalmış. Şehir okuma ustası Selim İleri'nin isabetle teşhis ettiği gibi İstanbul'un asırlardır korunan bir bina ahlakı vardı, biz asıl onu kaybettik. Daha acısı, onu kaybettiğimizin de farkında değiliz.

Kaybettiklerimizi bize hatırlatacak ipuçlarının tarihin ak saçlı toprağında saklı olduğuna inanıyoruz. Bunun için buyrun diyoruz size, İstanbul'un siluetinin etik ve estetik temellerini tarihin içine oyulmuş tablolardan beraberce seyredip ibretle düşünelim.


Roma ve Bizans İstanbul'unun çehresi

İstanbul tarihi üç ana dönemde incelenebilir. İlk dönem, yaklaşık bin yılı kapsar. Megaralılar M.Ö. 680'lerde Marmara Denizi'ni geçerek İstanbul'a ulaşmış ve Kadıköy'de Halkedon adını verdikleri bir kent kurmuşlar. M.Ö. 202'de Makedonların tehdidinden korkan Komutan Byzantion, Roma'dan yardım ister ve sık sık istilaya uğrayan kentte Roma İmparatorluğu'nun etkisi başlar. Nitekim M.Ö. 146'da Roma'nın egemenliğine girer. Bu dönemde Gotlar ve İzmitliler tarafından işgal edilen İstanbul, M.S. 330 yılında İmparator I. Constantinus tarafından Doğu Roma'nın yönetim merkezi yapılır.

“Yeni Roma” unvanını alan İstanbul dünyanın ilgi odağı olmaya başlar. Constantinus Romalı soyluları çağırarak kentin Romalı nüfusunu artırır ve yeni başkentin konumuna yakışır bir imar hamlesi başlatır. Limanlar ve su tesisleri düzenlenir. Su dağıtım sistemlerinin temelleri atılır. Savunma için yeni bir sur yaptırılır ve bugün Sultanahmet Meydanı olarak bilinen Hipodrom'un inşaatı tamamlanır. Sultanahmet Camii'nin bulunduğu alanda Constantinus için imparatorluk sarayı ve görkemli ibadethaneler inşa edilir. Şehir imparatorun adıyla özdeşleşir.

11 Mayıs 330'dan sonra şehrin Konstantinopolis olarak anılmaya başlandığı ikinci dönem başlar. Aya İrini ve ardından 360 yılında Ayasofya kilisesini yaptıran I. Constantinus, kenti Hıristiyan dünyası için önemli bir merkez haline getirir. 476'da Batı Roma'nın yıkılmasından sonra Doğu Roma İmparatorluğu Bizans İmparatorluğu'na dönüşür ve İstanbul bu imparatorluğun başkentliğini üstlenir.

6. yüzyılın ortaları Bizans İmparatorluğu ve İstanbul için yeni bir yükseliş döneminin başlangıcıdır. Jüstinyen döneminde Ayasofya mevcut görünümünü kazanır. Ancak işgallerin yıkıcı etkileri de eksik olmaz. 7. yüzyılda Sasaniler ve Avarlar, 8. yüzyılda Bulgarlar ve Araplar, 9. yüzyılda Ruslar ve Bulgarlar tarafından kuşatılan İstanbul'un tarihindeki en büyük yıkım ise 1204'teki Haçlı işgal ve yağmasıyla gelir. Fetih öncesinde İstanbul 40-50 bin nüfuslu, yoksul ve harabe bir kenttir.

Kubbelerin saltanatı başlıyor

İstanbul'da en eski Osmanlı eseri, 1396'da Yıldırım Bayezid tarafından Karadeniz'den gelecek yardımları önlemek amacıyla yaptırılan Anadolu Hisarı'dır. Rumeli Hisarı ise Bizans'a kuzeyden gelecek yardımları kesmek için II. Mehmed tarafından inşa ettirilecektir. Nihayet 29 Mayıs 1453'te İstanbul'un üçüncü dönemi, yani “Osmanlı asırları” başlar. Görkemini büyük ölçüde yitirmiş olan kentte eski bina ve surlar onarılır. Bizans altyapısı üzerinde Osmanlı binaları birer-ikişer yükselir. Sarnıçlar korunur. Fatih'in iskân politikasıyla yeni yerleşim bölgeleri oluşturulur.

Fetihten çok değil, 50 yıl sonra Avrupa'nın en büyük şehri haline gelen İstanbul, Küçük Kıyamet diye anılan 1509 depreminden ciddi bir zarar görür. 45 gün süren depremde binlerce bina yıkılır, çok sayıda can kaybı yaşanır.

Bunun üzerine II. Bayezid'in emriyle 80 bin amele ve usta istihdam edilerek neredeyse yeniden kurulan İstanbul'dan günümüze pek çok eser kalmıştır. Ancak şehir, bugüne ulaşan kent planına Kanuni Sultan Süleyman'la kavuşur. Bu dönemde Mimar Sinan imzalı birbirinden değerli eserler inşa edilir. Veba, yangınlar ve sellere rağmen Kanuni dönemi, İstanbul için yükseliş evresidir.


Osmanlı mimarisinin göz bebeği Mimar Sinan’ın ölümsüz eserleri

Batılılaşmanın hızlandığı 19. yüzyılda İstanbul'un klasik çehresi büyük ölçüde değişir. Mimarîden yaşam tarzına, eğitim kurumlarından sanayi kuruluşlarına kadar birçok alanda yenilikler görülür. Şehir kuzey ve güneye doğru genişler. Suriçi Bakırköy yönünde, Galata ise Teşvikiye yönünde yayılırken, Boğaziçi Sarıyer'e yönelir. Anadolu yakası bir taraftan Bostancı, diğer taraftan Beykoz'a uzanır. Bu yıllar, altyapı ve kent hizmetlerinde kayda değer gelişmelere sahne olur. Haliç'e köprü yapılması, tünel (metro), Rumeli Demiryolu, Şirket-i Hayriye ile Şehremaneti (Belediye) örgütü ve belediye dairelerinin kurulması, ilk telgraf hattının çekilmesi, Zaptiye Nezareti'nin kurulup karakolların açılması, Vakıf Gureba Hastanesi'nin hizmete girmesi ve Atlı Tramvay Şirketi'nin çalışmaya başlaması bunlardan birkaçıdır.

Özetle Bizans'ın sütunlar şehri, Osmanlı'nın minareler şehrine dönüşmüştür. Bugün yerini gökdelenlerin almakta olduğu bu zarif yükseltiler, bir zamanlar şehre deniz yoluyla gelen seyyahların kalplerini yerinden oynatan siluetin en çarpıcı unsurlarıdır. Minare ve kubbelerin etrafını süsleyen küçük evlerin ışıkları peri masallarındaki gizemli diyarları anımsatırdı.

Yelkenli devrinde sileuet: İstanbul’un Osmanlı elinde oluşan silueti en görkemli günlerinde böyle görünüyordu Batılı gravür ustalarına. Neclâ Arslan, Gravür ve Seyahatnamelerde İstanbul, İstanbul, 1992, s.38 (Préault, İstanbul; Pertusier, Atlas des Promenades...)

Siyasî başkentten kültür başkentine

Cumhuriyet kurulmadan hemen önce İstanbul başkentliği Ankara'ya kaptırınca İstanbul, hoyrat bir imar politikasına tabi tutulur. Mimar Sinan Genim'e göre hızla çevreye yayılan yollar, parklar ve meydanlarla yeni alanlar hesapsızca, hemen hiçbir ulaşım etüdü ya da belirlenmiş yerleşim alanı büyüklüğüne bağlı olmaksızın gelişmiştir. İyi niyetle başlayan planlama çalışmaları teferruata boğulduğu için sonuçlanmaz. Ve ne yazık ki pek çok tarihi yapı bu dönemde yol açma çalışmaları sırasında yok edilir. 1924'te göreve başlayan ilk şehremini Dr. Emin Erkul, Anadolu Hisarı'nın bir bölümünü yıktırarak içinden yol geçirilmesine müsaade eder. Ardından kıyı yolunun genişletilmesi sırasında Rumeli Hisarı'nın önündeki yalılar yıktırılır.

Lütfü Kırdar döneminde Taksim Kışlası yıkılarak Taksim Meydanı yapılır ve Taksim-Dolmabahçe arasında Gümüşsuyu Caddesi açılır. Şişhane, Taksim, Üsküdar, Beşiktaş gibi meydanlar düzenlenir. Yıldız ve Emirgan bahçeleri park yapılarak halka açılır. Dolmabahçe Has Ahırları, Saray Tiyatrosu gibi yapılar yıktırılır.

Bu sırada İstanbul'daki ilk gecekondu yerleşmeleri kendini göstermeye başlar. 1946'da Kazlıçeşme- Zeytinburnu bölgesinde ortaya çıkan gecekondular şehre büyük bir hızla yayılır.

İstanbul'un ulaşım meselesini çözmek ve yeni yerleşim alanları oluşturmak üzere yapılan çalışmalar, özellikle Suriçi'nde tam bir yıkıma döner. Menderes döneminde açılan Vatan ve Millet Caddeleri İstanbul'un geleneksel dokusu ile bağdaşmayan, eskiyi yok farz ederek yapılmış düzenlemeler olarak sahneye çıkar.

Cumhuriyet İstanbul'unda gerçekleşen en büyük imar değişikliği, Abdülhamid döneminden beri düşünülen Boğaziçi Köprüsü'nün inşasıdır. Köprünün temeli, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından 20 Şubat 1970'de atılır ve 3,5 yıl sonra, 30 Ekim 1973'te Cumhuriyet'in 50. yıldönümünde hizmete girer.

Boğaz'ın trafiğe açılması İstanbul'un çehresini önemli ölçüde değiştirir. Daha önce ulaşım zorluğu nedeniyle gelişememiş olan Anadolu yakasında nüfus yoğunluğu artar. Bu da trafiği yoğunlaştırır ve 1988'de ikinci köprü hizmete açılır.

Koruma ama nasıl?

Özetle, İstanbul'un çehresinin Cumhuriyet döneminde köklü bir değişime maruz kaldığını söyleyebiliriz. Bu hızlı değişim, en iyi siluet üzerinden izlenebilir.

Zeytinburnu'ndan 3 gökdelenin yükselmesiyle gündeme gelen siluet tartışmaları aslında yıllardır var. En hararetli tartışmalarsa Gökkafes olarak adlandırılan Süzer Plaza'nın inşası sırasında yapılmıştı. Plaza, hukuken şaibeli ve şehir planlarına aykırı olduğu gerekçesiyle protesto edilmişti. Hakkında yıkım kararı verilen yapı, Boğaz'ın en güzel köşelerinden birinde halen ayakta. Zeytinburnu gökdelenleriyle alevlenen tartışmalardan sonra yetkililer bir imar düzenlemesi yapılacağını söyleseler de, ne kadar geç kalındığı açıktır. Ancak tarihçiler, İstanbul gibi tarihî şehirlerin modernizm ve teknolojinin beşiği olan Avrupa'da dahi başarıyla korunabildiğini hatırlatmadan edemiyor. Haklı olarak soruyorlar:

Paris'ten Londra'ya, Viyana'dan Roma'ya, Prag'dan Lizbon'a kadar pek çok şehirde özenle korunan tarihî kimlik, İstanbul'da neden korunamasın?