Edebiyat ne işe yarar?
İnanın edebiyatla “insanlık” dediğimiz şey arasında kıl kadar bile fark yok. Deprem bize yeniden insan olmayı hatırlatmalıydı. “İnsan, başıboş bırakılacağını ve dilediği gibi hareket edebileceğini mi sanır?” ayetini iliklerimize kadar hissedip yeniden yeniden düşünmeliydik.
Hiçbir işe yaramaz diye cevap verenler çoktur bu soruya. Edebiyat zaten onların temsil ettiği zihniyete karşı çıkmaya yarar. Nedir bu zihniyet? Şu: Felaketi bile fırsata çevirmek. Edebiyat hesap kitap bilmez ki hesaptan başka hiçbir zihinsel veya içsel uğraşısı olmayan kişilere bir şey söylesin. Bütün ahlaki, dini, insani değerleri parayla ölçüyorsan, edebiyattan nasipsizsin demektir. Dostlarını bile “Gün gelir de bunlardan nasıl faydalanırım?” diye seçiyorsan, bilmek zorundasın ki şiir senin bu tutumunun karşısındadır, diğer ifadeyle bu tutumuna düşman olarak yazılmıştır. Gerçekten senin hiçbir işine yaramaz edebiyat.
6 Şubat Maraş Depreminde insanlar evlatlarını, anne-babalarını, kardeşlerini, dostlarını, ağabeylerini yitirdi. Sanmayın ki Maraş’ta deprem dolayısıyla ağlayan, sıkıntı çeken insanlar, yıkılan şehre, binalara, iş yerlerine ağlıyor. “Maddiyat da önemlidir,” sözünün param parça olduğu bir felaketi yaşadık. Küçük kıyamet diyenler yanılıyor. Kıyametin bir provasını yaşadık. Bütün insanları değil belki ama bütün insanları temsil edecek değer ve sayıda insanı kaybettik. “Kıyamet kopsa, bu kadar korkardım” denilecek bir korkuyu yaşadık. Böyle büyük bir imtihan bize ne söylüyordu? Tabii ki hayatın geçiciliğini, faniliğini. Aslolanın edebiyat olduğunu. Şaşırdınız değil mi? Aslolanın insanlık olduğunu diye yazacağımı sandınız. Ama inanın edebiyatla “insanlık” dediğimiz şey arasında kıl kadar bile fark yok. Deprem bize yeniden insan olmayı hatırlatmalıydı. “İnsan, başıboş bırakılacağını ve dilediği gibi hareket edebileceğini mi sanır?” (Kıyâmet, 36. ayet) ayetini iliklerimize kadar hissedip yeniden yeniden düşünmeliydik; ama öyle olmadı. Olanlar vardır. Belki uzaktan bizim yaşadığımız bu felaketi görenler, duyanlar bu düşüncelerle uğraşmışlardır. O yüzden Maraş’a ve diğer deprem bölgesindeki şehirlere koşan, elinden geleni yapan binlerce insan oldu.
Sonra deprem bitti. Aradan dört ay geçti. Deprem dolayısıyla Maraş’ı terk edenler, Maraş’a dönmeye başladı. Çadırlar kaldırılıp yerlerine konteynırlar yapıldı. Sonra konteynırlar kaldırılacak, yeni yapılan evlere geçilecek; fakat şu unutulmayacak: Depremden önce 2.000 lira kira ödeyen insanlardan depremden sonra 10.000 lira kira istendi. Bunu yapan da başka depremzedeydi. Depremden önce 1 milyon liraya rahatlıkla alacağın evin fiyatı depremden sonra 2,5 milyon liraya çıktı. Sadece Maraş’ta değil Hatay, Adıyaman ve Malatya’da da böyle oldu. İnsanlar bunu unutmayacak. Edebiyatçılar bunun acısını kalplerinde duyacaklar. Neden? Çünkü öyle büyük bir felaket yaşadık ki canımızı kurtarmamız ya da sevdiklerimizden bazılarının hayatta kalması bile mucizeydi ve yeni bir imtihan vesilesiydi. Beklenirdi ki “Ey Rabbimiz! (Şimdi) görmüş ve duymuş olduk. Öyleyse bizi (yeryüzündeki hayatımıza) geri döndür ki doğru ve yararlı işler yapalım, çünkü (artık hakikate) kani olduk! dedikleri zaman (ki hallerini) bir görsen!” (Secde, 12. ayet) diye Allah’tan yeni bir fırsat dilenen insanları anlayacaktık. Artık “doğru ve yararlı işler” yapacaktık. Bu felaketi yaşayanlardan değil kirayı yükseltmek, değil ev fiyatlarını fahiş oranda artırmak, “Gel kardeşim, ne kirası, ne parası, benim evimde kal” demelerini; “Hiç olmazsa bir yıl kira ödeme ya da benim satlık evim yok, onu depremzedeye bir yıllığına verdim,” geniş yürekliliğini, ders almışlığını göstermelerini beklerdik. Can pazarından çıkmışsın. Alacağın kira farkı nedir?
Edebiyat bu yüce gönüllüğün ruhunu taşır. Kötülüğü konu edinse bile. Edebiyat, hesapsız sevginin adıdır. Şiir bunun için yazılır. İyilik karşılık beklenmeden yapıldığında makbuldür, diğer türlüsü tefeciliktir. Edebiyat, tefecilik olmasın diye vardır. “Al gülüm ver gülüm” gibi hesaplarla uğraşmadığı için edebiyat edebiyattır. Edebiyatçıların davranış ve tutumlarından söz etmiyorum. Onların da elinden çıkan “edebiyat”ı kast ediyorum. Ortaya çıkaranından bağımsız da olabilir edebiyat. Edebiyat hiçbir kapitalist, iktisadi, konjonktürel, rasyonalist, pragmatist ve pozitivist ölçüye gelmediğinden değerlidir. Edebiyat Homeros’dan günümüze kadar böyledir. Kahraman dediğimiz şey; başkalarının canını, huzurunu, menfaatini kendi canına, huzuruna ve menfaatine tercih eden kişi değil midir? Edebiyat da kahramanın bu ruhunu, anlayışını, dünyaya karşı tutumunu işlemek ve yansıtmak için yok mudur?
Teşbihte hata olmaz, olmamalı. Ama edebiyat biraz da şuna benzer: Lütfen bir gün deneyin, hiçbir karşılık beklemeden, hiç ummadığı bir anda, bir insana bir iyilik yapmayı, ona bir hediye almayı. Tanımadığınız biri de olabilir bu kişi. Ne hissedeceğinizi merak ediyorum. O hisse yoğunlaşın lütfen. Bir insanı şaşırtmak, ummadığı yerden yakalamak, belki ihtiyacı olan bir şeyi gidermek, bir müşkülünü halletmek sonucunda doğan birlikteliği düşünün, gönül birlikteliğini yani. Edebiyatın nihayetinde muhtaç olduğu ve ulaşmaya çalıştığı hedef orasıdır işte. Sonra bir şiir, bir roman veya hikâye okuyun ve karşılaştırın. Aynısını orada da göreceksiniz. Bütün anlatılanların ötesindeki bir halden, anlayıştan, atmosferden söz ediyorum. Sadece bu duyguya sahip ya da hayatlarında bir kez olsun bu duygunun yanından geçmiş olanlar felaketi bile fırsata çevirmeye çalışanların nasıl canavarlaştıklarını ve insanlıktan çıktıklarını anlayacaklardır. Ve sadece onlar “Şartlar böyle gerektiriyor” hainliğinin ardına saklanmayacaklardır. Edebiyat bu anlayışı dile getirir, yüceltir ve savunur. Başka bir şey değildir edebiyat. Hiçbir faydası da yoktur. Bu yüzden de her şeydir.