Reykjavik’ten kuzey ışıklarına uzanan İzlanda deneyimi detaylandırılıyor

ÖMER ERDEM
Abone Ol

Çocukluğumda İzlanda ve Galler ismini sıklıkla duyardım. Döner dolanır millî futbol takımımız onlarla eşleşirdi. Sadece uzak değillerdi bir dizi bilinmezliklerle çevriliydiler. Radyoda maçı dinlerken spikerler havanın soğukluğundan, gün ışığının kirpi okları benzeri sertliğinden dem vururlardı. Bir türlü yenemezdik ayrıca onları. Bu sebepten midir bilmem İzlanda denilince aklıma güneşin yukarıdan değil de birer sert ve dikenli bitki sakı gibi alttan doğuşu, dünyayı avuçlayışı gelir. Gerçi zaten hiçbir zaman güneş üstten doğmaz ama tıpkı İzlanda’nın başkenti Reykjavik ismi gibi tuhaf bir dil tayfı açılıverir önümüze.

“Buz ve ateş ülkesi” diye anılan İzlanda, Reykjavik ile bütünleşir mi tam olarak şüpheliyim. Aslında, Iceland diye yazılan ve esasta Atlas Okyanusu’nun ortasında Britanya karasından sonra en büyük toprak parçası olan İzlanda; deniz, rüzgâr, toprak ve ateş arasında doğmuş bir tanımsız oluş gibidir. Orada, hava, toprak, ateş ve su hiç tamamlanmazlar.

Yüzlerce yıl önce Vikingler buraya gelip yerleştiklerinde kendi dil ve efsanelerini getirmişler. Ruha inanmak, yokluğu hayatla mücadele ederek yenmek adeta kaçınılmaz olmuş. Doğa şartları güçlü ve dayanıklı insan tipini yaratmış. İzlandaca dilinin konuşulduğu ülkede, rüzgâr hakkında yüzün üzerinde kelime varmış. Zaten dağdan şelaleye, buzuldan denize, lavdan buralara özgü gagaları ve perdeleri turuncu, karınları beyaz, sırtları kara martıların kanat içlerine değin yayılan rüzgâr kendisine bitimsiz sesler yaratmış gibidir. Ulusal sembolün “Aksungur Kuşu” olduğu düşünülürse rüzgârın ne türden bir varlık katına çıkarıldığı daha iyi anlaşılır.

Bugün dört yüz bine yakın insan yaşıyor İzlanda’da ve nüfusun kadın ve erkek oranı neredeyse eşit. Çocukların anne ve babaya göre anılıp soy ismi verilmediği ülkede gelenekler üzerinde en çok titrenilen olgu durumunda. Toprakların ancak yüzde beşi ekilip biçilebilen İzlanda’da haftalık çalışma süresi 45 saati buluyormuş. Bu sebepten olmalı ki ortalama insan ömrü 83 yılı buluyormuş burada. Havanın, suyun, toprağın ve elbette ateşin daha ilk yaratılmış gibi temiz olduğu söylenilen bir ülkede bugüne kadar -39 derece ile +29 arasında hava değişimi yaşanmış. Hatta biraz gerçek biraz şaka koyun nüfusunun insan nüfusundan daha fazla olduğu söyleniyor. İzlanda’ya özgü bodur atların nesli ise özenle korunuyor. Bütün bunlar, gen çalışmalarına büyük önem verilen İzlanda’da birer kimlik kavgası verildiğinin kanıtı. Öyle ki geçmişte tutulan kilise kayıtlarından da hareketle kimin hangi hastalığa yatkın olduğu tespit edilebiliyormuş...

İki yüz yanardağ, on bin şelale, polislerin silah taşımaması, ordusuz ülke, ekmek ve tuzun kutsallığı, balık ve koyun etinin bolluğu bütün bunların ötesinde, yaşadığımız dünyanın dışında başka bir dünyanın mümkünlüğü. Heykellerin birden fışkıran volkanik sıcak sulardan ilham aldığı, insanların açık sıcak su havuzlarında sosyalleştiği, adrenalin sporlarının teşvik edilip kuzey ışıklarının birer peri ayini gibi gökyüzünü doldurduğu bir ülkeyi görmek, gezmek, bazalt taşlarının sembolik gözeneklerinde yaratılışın gizemlerini aramak az şey olmamalı?

*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.