Mimarlık ve sağlık: Koronadan sonra kentlerimiz nasıl değişecek?

Wuhan Şehri, koronavirüs salgınıyla savaşmak için 10 günde 1000 yataklı bir hastane inşa etti.
Wuhan Şehri, koronavirüs salgınıyla savaşmak için 10 günde 1000 yataklı bir hastane inşa etti.

Salgınlar kentlerimizi uzun süre kuşatıp yeniden oluşumlara yön vermiştir. Zira eskiden bu yana sağlık ve mimarlık ikilisi hep sıkı bir ilişki içerisinde bulunmuşlardır. Kentsel dönüşüm; sistemlerin tasarlanması üzerine yoğunlaşırken, sağlıksal durum kentlerin refah seviyesiyle bağıntılı olmuştur.

İnsanlık, 17 kasım 2019 tarihinin, çağdaş dünyamızda dönüm noktası olacağını tahmin bile etmiyordu. Çin’in Wuhan eyaletinde ilk kez bir korona vakası bildirildi. Çok geçmeden 11 Mart 2020 tarihinde 130’dan fazla ülkede 138000 kişinin virüse yakalandığı, hastalıktan dolayı 3000 kişi de öldüğü kesinleştirildi. O sırada Dünya Sağlık Örgütü, koronavirüsü bir salgın olarak ilan etti. Salgın bu doğrultuda milyonların hayatlarını kökten değiştirmeye başladı.

Kamuoyu sağlığı için dünyanın dört bir yanında uygulanan sağlık önlemleri; uçuş kısıtlamaları, sokağa çıkma yasağı, faaliyetlerin durdurulması, okulların kapatılması, İtalya ve Çin gibi dünyanın birçok ülkesinin karantinaya girmesi şeklinde ilerledi. Buna ilâveten, salgının ruhsal, ekonomik ve sosyal etkileri de oldu.

Ülkeler vatandaşlarının hastalıktan arındırılmış olmalarından emin olmak için kamusal alanlarda bir sürü testler uyguladı. Kısa bir süre içerisinde milyonlarca kişinin müthiş bir hızla inşa edilmiş olan yeni tür sığınaklarda izole edildiği görüldü. Kaldı ki Çin Cumhuriyeti, sırf 10 günlük sürede 25 bin metrekarelik yeni bir hastane kurdu! Bir bakıma trafiğin azalması nedeniyle dumanlı sislerden kurtulmuş kentler de görebildik bu süreçte. İnsan eli değmediğinde doğanın nasıl nefes alabildiğini gözlemledik. Yeni çalışma trendlerini kendimiz deneyimledik, yaşam alanlarımızı uzun yasak dönemlerine uyacak şekilde ayarladık. Uygulanan yaşam ve davranış kısıtlamaları da birçoğumuzun -kendisi dışında- başkalarına karşı son derece dikkatli davranmasını sağladı. Bu kadar değişiklik birkaç ayda gerçek oldu. Burada sorulması gereken soru şu olmalı: Korona sonrası mimarlık biçimi ve kentlerimiz değişecek mi? Daha doğrusu; korona sonrası mimarlığımızla kentlerimiz nasıl değişecektir?

İngiltere’de CHOLERA salgını için temsilî resim.
İngiltere’de CHOLERA salgını için temsilî resim.

Salgınlar kentlerimizi uzun süre kuşatıp yeni oluşumlara yön vermiştir. Zira eskiden bu yana sağlıkla mimarlık ikilisi hep sıkı bir ilişki içerisinde bulunmuşlardır. Kentsel dönüşüm, sistemlerin tasarlanması üzerine yoğunlaşırken sağlıksal durum, mimarlıkla kentlerin kalite seviyesiyle bağıntılı olmuştur. Mimarlığın da sağlık durumunun gerilemesinden nasıl olumsuz etkilendiğini gözlenmiştir. Örneğin; on dördüncü yüzyılda Avrupa nüfusunun en az üçte birinin ölümüne neden olan kolera salgını, Rönesans dönemindeki köklü kentsel gelişmelere kaynaklık etmiştir.

Kentler dar ve insana hitap etmeyen semtlerden arındırılmış, sınırları genişletilmiş ve karantina yerleri geliştirilmiştir. Daha büyük ve az kalabalık olacak kamusal alanlar inşa edilmiş, teknikerlerden mimarlara kadar ilgili alanlarda deneyimli çalışanlar istihdam edilmeye başlanmıştır. Böylece Paris Haussmanlaşma kavramı ve kapsamlı kentsel planlama hazırlıkları geçiş sürecine başlanmıştır. Keza 1856 yılında Kolerasalgınının yayılması üzerine gerçekleşmiş olan Londra değişimi, şehirdeki kanalizasyon sistemlerinin geliştirilmesine yol açmıştır. Yirminci yüzyıl başlarında Newyork’ta verem hastalığının yayılması da barınma ve toplu taşıma politikalarının geliştirilmesine sebebiyet vermiştir. Sars virüsü ise Asya’daki tıbbi alt yapıyla virüs takibi ve haritasını çizme yöntemlerinin geliştirilmesine neden olmuştur.

Modern çağda ise modern mimarlığın ortaya çıkma nedenlerinin başında sağlık olduğunu gözlemleriz. Sanayileşme devrimi ve sonrasından etkilenmiş olan Avrupa semtlerine göre daha sağlıklı bir yaşam çevresi oluşturmak, birçok düşünür ile plancının dikkatini çekmiştir. O dönemde mimarlıktaki kavram tasarımları ve uygulamalı süreçleri hep sağlık desteklemiştir. Alvar Aalto, Franco Albini ve Le Corbusier gibi birçok ünlü mimar, ruh ve beden sağlığını öncelikli etmen olarak görmüştür.

Ville Radieuse / Le Corbusier: Daha sağlıklı şehirler inşa etmek için ütopik bir rüya!
Ville Radieuse / Le Corbusier: Daha sağlıklı şehirler inşa etmek için ütopik bir rüya!

Ayrıca, hastanelerde sağlığa iyi geldiği ve hastalığın yayılmasını engellediği düşünülen bazı mimari özellikler benimsenmiştir. Mimarlar, ameliyathanelerle yatak ambarlarının tasarımlarını yaparken iyi derecede aydınlık ve aseptik bir ortamın oluşturulmasını amaçlamıştır. Özetle; sağlıkla ilgilenen hususlar, hep mimari tasarımları farklı düzeylerde desteklemiştir; bölgesel ve kentsel dönüşüm projeleri, keza mimarlık ve iç yapı tasarımları gibi. Şu var ki insanların sağlığını korumaya ve yaşam standartlarını yükseltmeye katkıda bulunabilecek kaliteli ve yaşanabilir çevre oluşturmak mimarlığın gayelerindendir.

Burada asıl soru şu olacaktır: Mimarlıkta öğrendiklerimizi korona sonrası kentlerimizdeki hayat standardını yükseltmek için nasıl kullanabiliriz?

1) Yeşil Binalar

Gün ışığından daha fazla yararlanılması, havalandırma sistemlerinin iyileştirilmesi, zehirli maddelerin azalması, inşaatta bitkilerle diğer doğal maddelerin birlikte kullanılması ve yüz ölçümlerin en iyi şekilde işlenmesi gibi amaçlarla kurulan yeşil binalar, sağlığın iyileştirilmesiyle enerji tasarrufunu esas almaktadır. Koronavirüs karantina döneminde bizleri eve hapsettiği için, mimarlar da sözü geçen bu özelliklerin ne kadar önemli olduğunun farkına varmaya başlamıştır. Keza evlerin çatı ve balkon kısımlarında teras yapılmasını, küçük alanlarda kısıtlı kalmış kişinin sosyal hayatındaki eksikliğin giderilmesi için binalarda ortak kullanım alanlarının bulunması gerektiğini düşünmüşlerdir.

Araştırmacı ve mimarlar bunun ötesini düşünmekle beraber; hava temizleme ve filtreme sistemlerinin kullanılması vb. stratejilere başvurarak mesken ve kamuya ait olan binalardaki havalandırma sistemlerinin geliştirilmesi için birçok yenilikçi inisiyatifte bulunmuşlardır.

Vertical Forest- Stefano Boeri.
Vertical Forest- Stefano Boeri.

2) Yeşil Alanların Çoğaltılması Ve Her Kesimin Erişimine Eşit Bir Şekilde Sunulması

İngiltere’nin Viktorya döneminde temiz hava, güneş ışığı, egzersiz ve eğlence; sağlık ve refahı garantileyen temel unsurlar olarak değerlendirilmiştir. Bu dönemde doktor, şehir plancı ve mimarlar, yeni yapılmış sanayileşme sürecini kentlerinin temel bir parçası olarak görüp açık alanlara erişmenin faydalarının farkına hep varmışlardır. Yeşil alanlar, yeni kentlerin planlanmasında her semtin merkezinde var olmalıdır. Herkesin erişimine ve kullanımına açık bir alan bulunmalıdır. Zira bu alanlar, daha sonra ne olacağı meçhul olan alanlar değil, kentlerdeki altyapıdan ayrılamaz bir bütün olacaktır. Covid-19, ilçe ve mahallelerdeki yeşil alanların dengesiz dağılımını gözler önüne sermiştir. Dolayısıyla; bu gibi alanların, bir kesim ayırt etmeden herkesin eşitçe kullanmasını sağlayacak şekilde çoğaltılması gerekmektedir. Bunu yapanların da insan ve insanlık düşmanı olan devletler değil, insan hayatına öncelik tanıyan kentlerle devletler olacağından emin olunmalıdır.

Koronavirüs öncesi ve sonrası dünyanın en büyük şehirlerinden kesitler için tıklayın:

Embed kodunuz eklendi

3) Evden Çalışmak ve Küçük Topluluklarda Yaşamak

Salgın döneminde evden çalışıyor olmamız, iş ve sosyal hayatımızı kontrol altına alanbir gereklilik haline gelmişti. Haliyle uzaktan çalışmak kentlerimizde büyük değişimlerin de gelişini hazırladı. Kalabalık azaldı, evden işyerine ulaşmak için yola çıkılmadığı sonucunda zamandan tasarruf edildi. Herkesin açık kullanımına sunulan kaynaklardan bilgi edinme fırsatı yakalandı. İnternet aracığıyla alışveriş yapma konusunda kolaylık sağlandı, daha yaygın hale geldi. Kaldı ki konserlerin canlı yayını, sanal müzeleri ziyaret etme vb. sanal ortamdaki faaliyetler de çoğaldı.

Neticede mekândan bağımsız çalışanlar diye tanımlanabilecek olan bir “dijital göçebe topluluğu” konseptinin yayılmasına yol açıldı. Bunlardan pek çokları salgın döneminde tehlikeli olduklarını düşündükleri büyük şehirlerden uzak kalan bölgelere yerleşmişlerdir. Zira salgının, nüfusu çok olan kentsel bölgelerde daha ölümcül bir etkiye sahip olması hepimizin malumudur. Ki salgın dönemlerinin uzaması durumunda az nüfuslu olan bölgelere yerleşme akımıyla bölgesel denge açısından büyük değişimler meydana gelmesi söz konusudur.

Paris “15 dakikalık şehir” olmak istiyor- Kaynak: EngNews 24h
Paris “15 dakikalık şehir” olmak istiyor- Kaynak: EngNews 24h

4) Toplulukların Küçülmesi: 15 Dakikalık Kentler

Salgın ve hastalıklar ya da olası doğal felaketlerin yayılmasını azaltmaya yarayan küçük toplulukların oluşturulması gelecek mimari yönelimin zeminini hazırlayabilir. Bunu gerçekleştirmek adına her toplulukta ademi merkeziyetçilik ile kendi kendine yetinme anlayışı pratiğe dökülmelidir. Böylelikle; her topluluk kendine özgü bir ortamı olmakla beraber iş ve yaşam için de elverişli bir kent olacaktır.

Salgın takip sistemleri.
Salgın takip sistemleri.

5) Kentlerin Dijitalleşmesi

Covid-19 döneminde dijital araçlardan yararlanmayı amaçlayan birçok girişimde bulunuldu. Vücut ısısı ölçebilen termal ısı kameraları, Türkiye’deki gibi salgına yakalananları ve onlarla temas halinde bulunanları takip etmek için kullanılan kişisel kod uygulamaları bu girişimlere birer örnektir.

Kentsel alanda; entegreli dijital haritaların, trafiğin yoğun saatlerinde yolların yönetilmesi hususundaki katkısı yadsınamamaktadır. Bu haritaların da kamusal alanlarla binaların yönetilmesi için kullanılabilir olması gündeme getirilebilir. Üstelik, toplu taşıma araçlarını kullanmayı minimalize edip elektronik bisikletlerle elektrikli arabalar gibi kişisel taşıma araçları tercih edilebilir. Şu unutulmamalıdır ki drone uçaklarının yaygın olarak kullanılması kentlerimizdeki yolların tasarımını etkileyebildiği gibi kentlerle yolların gelecekteki tasarımını da tamamen değiştirebilir.

6) Daha Hızlı İnşa Etme Süreci

Modüler’e (binada tek modül) ve hafif binalara yönelmeye öncekinden daha fazla rağbet görülebilir. Zira felaket dönemlerinde az külfetli ve daha hızlı çözümlere ihtiyaç duyulur. Sanal mağazacılıkla online alışverişten sonra boş kalan birçok alışveriş merkezi başka bir amaç için değerlendirilebilir. Fonksiyonel değerini gelecekte kaybedecek birçok bina, istikbaldeki çağın gerektireceği fonksiyonlara hitap edecek şekilde de kullanılabilir. Bunun için yeni inşa etme süreçleri, fonksiyonunu kolay değiştirebilecek esnek yapılı binaları kurmayı amaçlayacaktır.

Gelecekte Bizi Ne Bekleyebilir?

Salgın döneminde ulaşım araçlarımızı değiştirdik. Yürümeyi ve bisiklete binmeyi tercih ettik, yayalar da caddelere sahip çıktılar. Havayı temiz tuttuk. Karbon dioksit emisyonları azaldı, havaalanları kapandı. Açık yeşil alanların değerini bildik, toplum ve toplanmanın önemini anladık. Peki bu değişimler kalıcı olur mu?

Bunu şu an gelecekteki kentlerimizin tasarımını yapan plancılara bağlayabiliriz. Yapsalar da yapmasalar da gerek olumlu anlamda gerek olumsuz anlamda kentlerimizin artık eskisi gibi olmayacağını söylememiz mümkündür. Covid-19 gelecekte karşı karşıya geleceğimiz tek endişe olmayabilir, çevresel tehditlerle iklim değişikliklerinin hayatımız üzerindeki etkisi daha ciddi olabilir.

Üstüne üstelik; virüslerin değişip gelişmesi, salgın hastalıklarla iklim değişikliği krizi gelişmemiş ülkeler ve toplumlarda ciddi olumsuzlamalar yaşatabilir. Kaldı ki gelişmemiş ülkeler zaten kötü durumdadır. Dolayısıyla; uzmanlar korona sonrasında çevreyi temel bir etmen olarak göz önünde bulundurmamızı tavsiye ediyorlar. Dünyanın karşı karşıya geldiği bu ciddi durumlarla kentsel alana yansıyan sonuçları, toplumlarımızla kentlerimizi yeniden değerlendirip tanımlayabilmemiz için fırsat bilmeliyiz.

Şimdi sağlık, refah ve sosyal güvenlik için daha tatmin edici bir kentsel deneyimi sunma şansımız var. Peki ilgili yönetimler bu gelişimleri önemseyip destek olur mu dersiniz?