40. yılında Üç Mesele

İsmet Özel üzerine yapılan dikkate değer çalışmaları dörde ayırmak mümkün.
İsmet Özel üzerine yapılan dikkate değer çalışmaları dörde ayırmak mümkün.

Üç Mesele, Türkiye’de Müslümanlığın anlaşılma biçimine yeni bir bakış, belki daha çok, yenibir göz atış niteliğini taşıyordu. Beni böyle bir kitabı yayınlamaya zorlayan da yeni bir bakış açısının gerekli olduğuna dair inancım ve bu inancın bana telkin ettiği görev duygusuydu.

Düşünce tarihi sahası insanların yaşadığı/yaşamayı arzuladığı alternatif gelecekler hakkında çıkarımlar yapmayı icap ettirir. Bu bakımdan Türkiye’de 1970’lerin ikinci yarısından itibaren varlık kazanmaya başlayan entelektüel İslâmcılığın öne çıkan kitaplarını düşünce tarihi çalışmalarına dâhil etmenin zamanı geldiği söylenebilir. Şurası açık ki, günümüzde dahi İslâmcılar hakkında konuşurken bu dönemin pek çok kitabını kaynak alıyoruz. Gerçi filozof ve arkeolog R. G. Colligwood; “tüm tarih düşünce tarihidir” demişti ölümünden sonra yayımlanan Tarih Tasarımı (1946) kitabında. Elbette o, her türlü tarih araştırmasını düşünce tarihi dediğimiz şeyin bir dalı olarak kabul etmiyordu. Belli tecrübelerin belli fikirleri ürettiğini ve bu fikirlerin de yaşananları kısmen de olsa şekillendirebileceğini hatırlatıyordu.

Yazdığı bir dizi çığır açıcı metinle entelektüel İslâmcılığa katkı sunan isimlerden biri kabul edilen İsmet Özel’in ilk baskısı 1978’in Haziran ayında okuyucuyla buluşan Üç Mesele: Teknik, Medeniyet, Yabancılaşma kitabından günümüzde dahi sitayişle bahsedilir. Baskıya verilirken adı Müslümanca Düşünmeye Başlangıç şeklinde düşünülen eser, yayımlandığı yıldan bu yana çeşitli tartışmalara ve yorumlara konu oldu. İçeriği kadar ilk baskısının kapağı da dikkat çekmektedir: Ömer Özbay’ın tasarladığı kapakta gerçeküstücülük akımının en bilinen ve hâlâ tartışılan isimlerinden Salvador Dali’nin kitabın içeriğini kuşatan bir tablosu yer alır. İsmet Özel, İslâm’ı “tecrid safhasında” kavrayışının ürünü kabul ettiği Üç Mesele kitabında İslâmî kaynakların vaz ettiği genel kurallardan hareket ederek modern dünyanın önemsediği üç ana kavramı bambaşka bir ifadeye kavuşturmak ister.

Özel, kitabın ikinci baskısına yazdığı ve ilkine nazaran hayli kapsamlı olan önsözde şöyle diyor: “Üç Mesele, Türkiye’de Müslümanlığın anlaşılma biçimine yeni bir bakış, belki daha çok, yeni bir göz atış niteliğini taşıyordu. Beni böyle bir kitabı yayınlamaya zorlayan da yeni bir bakış açısının gerekli olduğuna dair inancım ve bu inancın bana telkin ettiği görev duygusuydu.” Anti-sofist bir tutumu öne çıkaran bu satırlar, aslında bize zor zamanlarda yükün altına girebilen “İsmet Özel tipolojisi” bağlamında bir şeyi hatırlatır: İlerlemeye dayalı Batılı dünya görüşünün teknik, medeniyet ve yabancılaşma yönlerinin eleştirisi sağlanmadan Müslümanca düşünmeye başlanamaz.

“GIRTLAĞIMDA BIR HARF BÜYÜYOR”

İsmet Özel’in ilk deneme kitabı Üç Mesele’ye temel oluşturan metinler, 1976’da yayın hayatına başlayan Düşünce dergisinde 1977 yılında okuyucularla buluştuğu için bu derginin genel yönelimlerinden bağımsız olarak anlaşılamaz. Zaten o yıllarda derginin yayın kurulunu oluşturan isimler başta olmak üzere, ağabeylere karşı çıkarak “gırtlağında büyüyen harflere” sarılan yeni İslâmcı aydınlar kavramlar konusunda özel bir dikkate sahipti. 1974’te dünya görüşünü değiştirdiğini deklare eden İsmet Özel’in içinden geçtiği tarihsel bağlam farklı bir İslâmcı karakterin doğum sürecine işaret eder. Bu bakımdan Üç Mesele, onun yeni dünya görüşünün bütün fikrî ve hissî yüklerini içerir.

Nitekim 5 Temmuz 1970 tarihli Halkın Dostları dergisinde yayımlanan “Kültür Üzerine” başlıklı metnindeki tezleriyle, Ağustos-Eylül 1977’de çıkan Düşünce dergisindeki “Teknik Üzerine” yazısında serdedilen kanaatleri taban tabana zıttır. Türkiye’de o zamana kadarki İslâmcı düşünceden radikal birtakım farklılıklar taşıdığı konusunda hemen herkesin mutabık olduğu Üç Mesele, muhtemelen kendisinden sonraki diğer yazarlar üzerinde önemli bir etki meydana getirdi. Bu minvaldeki metinlerin 1980’li yılların ilk yarısında kitaplaştığını hatırlarsak açılan patikanın önemini daha iyi kavrayabiliriz. Öte yandan Özel, bu kurucu eserinde Osmanlı modernleşmesinden itibaren İslâmcıların temel argümanlarının ayrılmaz bir parçasını oluşturan Batı’nın bilim ve teknolojisi ile İslâmî umdelerin nasıl bir araya getirileceği şeklindeki çıkış arayışını tümüyle geçersiz ilan eder. İşte bu husus Özel’i hem döneminin diğer İslâmcı aydınlarından (yeni yeni kullanılmaya başlanan ifadesiyle Müslüman aydınlardan) hem de Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyet Türkiyesi’nin İslâmcı müelliflerinden de ayırır.

Peki, İsmet Özel’in entelektüel mesaisini harcadığı temel teklifi nedir? Özel ilerlemeci kavramların sınırları dâhilinde pineklemek yerine çağdaş Müslümanın önüne temel mesele olarak İslâmî hayat tarzının yeniden kurulmasını koyar. Kaldı ki bu da ancak ve ancak kişinin kendi düşünce ve amellerini yeniden yapılandırmasıyla başlayabilir. Zaten İslâmî hayat tarzı gerçekleştiğinde, Müslümanlar ihtiyaçlarını giderecek teorik ve pratik bilimleri geliştirmede hiçbir güçlük çekmeyecektir. Bu yüzden İsmet Özel, İslâmî mücadelenin bir medeniyet davası olarak anlaşılmasını doğru bulmadığını ifade eder.

Özellikle edebiyat çevrelerinde karşımıza çıkan medeniyetçilik konusunda Müslümanların gerekli hassasiyeti göstermediklerini belirten Özel şunları yazar: “Kanımızca İslâmî mücadeleyi medeniyet ve kültür sorunu içinde görmek, ona insanlık tarihinin kurumsal anlamını fazlasıyla yüklemek olur. Bir kez İslâm’ı medeniyet sorunu içinde kavradık mı artık onu zaman içinde bir kategori olarak görmek ve zamanın şartları içinde görmek düşüncesine hapsetmiş oluruz.” Hemen akabinde ise Müslümanın davranışlarına İslâmî emirlerle nehiylerin yön verdiğini ve onun amellerinin sonuçlarından naslar ölçüsünde mesul olduğunu hatırlatır. Hiç şüphesiz bunlar önemli vurgular ve hatırlatmalar fakat bu çerçevede sorulması gereken hayati sorulardan biri şu olmalı: İsmet Özel, bu yaklaşımlarıyla düşünce tarihi içinde biricik mi, tipik mi? Doğrusu ben Özel’in kendi dönemi içinde Türkiye’de tekil fakat dünyadan bakıldığında tipik bir figür olduğu kanaatindeyim.

Aslında onun teklifleri dikkatle okunduğunda pek çok düşünce tarihçisinin Martin Heidegger adını anmaya özellikle de 1969 tarihli Der Spiegel söyleşisi ekseninde bir karşılaştırma yapmaya meyyal olduğu görülür. Oysa bu yaygın kabulün yanına koyulması lazım gelen isimlerden biri bilhassa “olgun dönem” eserlerinde karşımıza çıkan farklılaşmasıyla Seyyid Kutub’tur. Mesela Muhammed İkbal’in İslâm’da Dinî Tefekkürün Yeniden Teşekkülü kitabının eleştiriye tabi tutulduğu pasajlar ve devamı Kutub dikkate alınmaksızın yerli yerine oturtulamaz. Üç Mesele’nin yazılma kastı kadar yayın mecrasını da gündeme alarak metni daha geniş bir çerçeve içinde yeniden kurgulamak faydalı olur. Özellikle metinlerin okuyucuyla buluştuğu Düşünce dergisi çevresinin temel yönelimlerini ihmal etmeden tabi…

İsmet Özel, şiirlerinin yayımlandığı Sezai Karakoç’un Diriliş dergisinde karşımıza çıkan yaygın kanaatin aksine “İslâm medeniyet dinidir” anlayışının büyük bir yanılgı olduğunu belirtir. Bu yönüyle, dönemin yeni İslâmcı entelektüellerinin özerkleşmesini de gündeme almamız gerekir. Ayrıca medeniyet temelli yadsıma eylemini Kutub’un Yoldaki İşaretler’de Malik Bin Nebi’ye yönelttiği eleştiriyle birlikte düşünebiliriz. Hatta Malik Bin Nebi’yi Sezai Karakoç, Seyyid Kutub’u İsmet Özel ile bir arada ele alarak Yoldaki İşaretler’in ilgili bölümünü yeniden okuyabiliriz. Arnold Toynbee’nin fikirlerinin “cerh ve tadile” tabi tutulduğu kısımların dipnotundaki özel vurgu da ağabeyler ve ardıllarının eleştirisi çerçevesinde düşünülebilir. Bu bakımdan Üç Mesele’yi kendi zamanının fikirleriyle haşır neşir olarak okumaya ilaveten başka metinlerle ilişkilendirmek birtakım zorlukların aşılmasına katkı sunacaktır.

Ayrıca kitabın yeniden kaleme alınması girişimlerinin daima neticesiz kalışı da 1970’lerin ayrışmaları göz ardı edilerek kavranamaz. Şurası açık ki medeniyet, sadece Batı’ya özgü olmayıp Müslümanların tarihinin de önemli bir yönünü teşkil eder. Gelgelelim Batı’da İslâm toplumu, Emevi, Abbasi ve Osmanlı medeniyetleriyle karıştırıldığı için büyük bir yanılgı içine düşülmüştür. Açık olan husus İslâm’ın öncelikle tek başına/tek manada medeniyet değil din olduğudur. İşte bu yüzden İslâm, Batılı oryantalistlerin âdeti olduğu üzere medeniyetle karıştırılmamalıdır. Dolayısıyla İsmet Özel Üç Mesele eseriyle büyük ölçüde çağdaş İslâm düşüncesinin kaynaklara dönüşü içeren duyarlılıklarını paylaşır.

Sözgelimi, Türkiye’de İslâm’ın özüne aykırı düşen hurafelerin son derece yaygınlığına dikkat çekilmesi yahut dört halife sonrasındaki birtakım uygulamaların “İslâm’ın ruhuna” aykırılığını gündeme getirilmesi sebepsiz değildir: “Tarihte İslâm medeniyeti diye bilinen toplumsal yapılar araçların şahsiyet kazanmaları karşısında İslâm açısından belli zaaflar taşımışlardır.” Ayrıca İslâm’ın özgünlüğü üzerinde duran düşünürlerin önemli bir kısmının, İslâm’ın kapsayıcılığı ve bütünlüğü konularında yeterli sağlamlığa ulaşamadıklarının altını çizmesi eserin tecrid vasfıyla yakından alakalıdır. Üç Mesele’deki medeniyet eleştirileri çerçevesinde Ömer Muhtar’ın zamanın İtalyan kumandanıyla yaptığı konuşmanın iman ve Allah’a güven odaklı kısmının epigraf olarak seçilmesi de bununla bağlantılı olsa gerek. Elbette medeniyet konusundaki teorik yaklaşım büyük oranda akla İbn Haldun’un Mukaddime eserindeki yozlaştırıcı ve çürütücü vurgusunu getirir. Zaten bu bağlamda İsmet Özel dâhil çoğu isim İbn Haldun’ı onaylayarak medeniyetin insanı çürüten bir sosyal dünya vücuda getirdiğinin altını çizer.

GENEL OKUYUCUYA DEĞIL ÖNCÜLERE

İsmet Özel üzerine yapılan dikkate değer çalışmaları psikolojik, ontolojik, ideolojik, poetik ve politik olmak üzere dörde ayırmak mümkün. Herhalde Üç Mesele tüm bu çalışmaların şu ya da bu şekilde merkezinde yer almasından dolayı sınırda durmaktadır. İsmet Özel’in Üç Mesele’de modernist ideolojiye yönelik amansız eleştirisi Türkiye’deki mevcut fikri cereyanların 1970’lerde içine düştüğü krizle de yakından alakalıdır. Bu bakımdan karşı çıkışı içinde taşıyan kendilik arayışı değerli ve anlamlıdır. Dolayısıyla o bu kitabındaki denemelerinde modern ideolojilerde eksik olana işaret eder. İslâm’ın modernlikle çatışma içinde olan bir alternatif olarak öne çıkışını daha sarih bir şekilde dile getirdiği “radikalizm” ve “ütopyacılık” eleştirisinde görebiliriz. Ona göre yabancılaşma, Batı’da insan tanımının ayrılmaz bir parçasını oluşturur.

Hümanizm, toplumsal ve kültürel hayatı ilahi vahiy eksenli düşünmek yerine insanı bu hayatın merkezi yapma çabasının bir boyutudur. Bu açıdan yabancılaşma tüm insanların sorunudur ama Batı’da bilhassa Albert Camus’de daha da abartılmış bir fenomendir. İsmet Özel, dönemin yaygın kabullerinin aksine yabancılaşmaya olumlu bir değer de atfeder. Ona göre insanın özellikle bile isteye yabancılaşması gereken değerler bulunur. Müslüman ise çağın esiri olmaktansa, çağın mantık örgüsünün dışında bir zihni yapıya kavuşmak için çaba sarf etmelidir. Dolayısıyla Müslümanın çağa şahitliğini Kitap ve Sünnet istikametindeki çözümlerle birlikte düşünmesi ister istemez onu çağın isteklerine yabancı kılacaktır.

Özel bilhassa kitabının son bölümünde bir yandan hümanizmi diğer yandan ise ideolojik programları mahkûm eder. İsmet Özel, “genel okuyucuya değil İslâmî mücadeleyi yürütmekle kendini görevli sayan öncülere” seslendiği Üç Mesele kitabıyla, Müslümanlar arasında geçerli olan mitlerle ilgili sorular ortaya atarak, onların dikkatini sorgusuz sualsiz kabullenilen verili mutabakat noktalarından uzaklaştırarak meseleleri başka bir zaviyeden ele almayı denemiştir.

Üzerinde anlaşmaya varmamız gereken ana konu ise o günlerden beri aynıdır: “ Güçlü bir topluma ulaşıp onun Müslümanlaşmasına mı, Müslüman bir topluma ulaşıp onun güçlenmesine mi çalışacağız?” Ama görünen o ki genel eğilim ilkinden yana. Ayrıca “millî” ve “millî hedefler” konusunda da birtakım radikal farklılıkların vuku bulduğunu da kaydetmeden geçemeyiz. Bunu idrak etmek bakışımızı fikriyat tarihine olduğu kadar yakın zamanlardaki siyasî gelişmelere de yöneltmemizi gerektirir. Son olarak şunu soralım: Türkiye’deki düşünce hayatına yön veren Üç Mesele acaba niçin Üç Zor Mesele’ye dönüştü? Basit görülebilir ancak soru mühim… Zira kitabın özel baskısını bekleyenlerin haberdar olmadığı bir husus var.

Kitabın “ Kimin yüzünü çevirdiysem/ hüznü de sevinci kadar ıskarta” kahredişini akla getiren yeni şeklinin önsözündeki şu satırları alıntılamak uygun düşer: “Üç Mesele’yi Zor Zamanda Konuşmak içinde erittim ve ortaya daha netameli Üç Zor Mesele çıktı. Niçin yaptım bunu? Her iki kitabın da müşterisi vardı. Yaptım, çünkü eşeğimi Niğde’ye sürmeğe rıza göstermiş olmak, her iki kitabın ikisinden de nasibini alamamış kıraat meraklılarına taviz vermekti. Paradoks her iki kitabın ikisinden de nasibini alamamışların her iki kitabın piyasaya çıkmasına sebep oluşlarındadır.” Hâlihazırda sadece bu satırlar bile İsmet Özel’in eleştirel bakış açısını muhafaza ederek sorgulayıcı tavrından vazgeçmediğini gösterir. Özel’in medeniyetle ilgili kanaatleri 2000’li yıllarda hep sağda yer alan yavuz ediplerin hücumlarına maruz kaldı; bir şiir yıllığında ise paylandı.

Asıl zor soru İsmet Özel’in Üç Mesele’deki entelektüel çabasının istikbalde İslâmcı kuşaklara ilham verip veremeyeceğidir. Düşünce tarihçiliğinin günümüzde oldukça faal bir araştırma sahası olduğundan bahsettik. Madem Carl Schmitt’in Partizan Teorisi (2017) adlı önemli risalesi de tercüme edildi. O halde ana hattı daha belirgin ve anlaşılır kılmak için bu yazıyı İsmet Özel’in 1965 tarihli “Partizan” şiiriyle bağlayalım: “Ölürsem bir partizan gibi öleceğim/Azgın bir gebelik halinde”