Ahmed Fezari bir suç mu işlemişti?

Ahmed Fezari bir suç işlemişti. Belki gerçekti, belki değildi ancak o buna yürekten inandı ve gerçek oldu.
Ahmed Fezari bir suç işlemişti. Belki gerçekti, belki değildi ancak o buna yürekten inandı ve gerçek oldu.

Ahmed Fezari Enstitü’ye doğru hızla yol alırken ardında bıraktığı her bina, her insan, her ağaç, çiçek, böcek yok oldu. Enstitü’ye vardı. Gür saçlı gülünç adamın yanından bir hışım geçerek yan odaya bu sefer kapıyı tıklatmadan girdi. İçerideki kadına büyük bir öfkeyle baktı. Ağzını açtı, bir şey diyemedi. Elini kaldırdı sonra indirdi. Ağzını kapadı. Evden hızlıca çıkarken pantolonunun arkasına tıkıştırdığı bıçağı, sapı görünmesin diye iyice içeri tepti. Bir tek söz etmeden oradan ayrıldı. Eve döndü. Soğan kokusu her yeri sarmıştı. Büyük dedenin sözlerini hatırladı. Bir suç mu işlemişti?

Büyükçe bir soğandı. Avucuna alıp sıkıca kavradı ve kokusunu içine çekti. Soğanın ederi kadar süren bir düşte hayatını mahveden o kokuyla tanıştı. Uyandığında soğan gitmişti, kokusu kalmıştı. Düşün kokusu odayı sarmıştı.

 Gözlerini bu aletin üzerinden bir saniye bile ayırmadan “Camera Obscura,” dedi,
Gözlerini bu aletin üzerinden bir saniye bile ayırmadan “Camera Obscura,” dedi,

Bu abukluk on beş bin nüfuslu bir kasabada elbette ki Ahmed Fezari’nin başına gelmişti. O düşten sonra Fezari’nin evinde felaketler ardı sıra yaşandı. Soğan kokusundan bir türlü kurtulamayan zavallı, bir gün ne idiğü belirsiz bir sebeple acı içinde can verdi. Ahmed Fezari küçükten beri büyük meselelere kafa yorar, insanların ufak dertlerine anlam veremezdi. Soğan kokulu rüyasının başına açacağı belalardan kısmen haberdar olduğu o huzursuz, eski günlerde yalnızca düşlerine inanmayı öğrenmişti. Kibirli değildi ancak tanrılara ait hiçbir şeye tamah etmezdi. Her gece bir düşe uyurdu. Diğer türlü uykuları zaman kaybı olarak görür, kafasının içini düşleriyle doldururdu.

Ne göreceğine kendi karar verir, tanrıları karıştırmazdı. Hayat düşleri üzerine kuruluydu. Ölünün arkasından konuşmanın pek normal sayıldığı zamanlarda, zavallı Ahmed Fezari’nin başına gelenler düşüncelerinden bilindi. Daha kasabaya yerleştiği ilk haftalarda beş yıl hapis yattığı dedikoduları yayıldı etrafa. İnsanların dilinde sürüyle sebep vardı. Düşünce suçu, cinayet, hırsızlık ve diğerleri arasından en çok rağbet gören ilki olmalıydı ki bu dedikodu hızla yayıldı.

Hak ettiğin değeri göreceksin Camera Obscura…” Bu müthiş icadın patentini alabilmek için hemen çalışmalara başladı. Tarifname çoktan yazılmıştı. Birkaç gün içerisinde patent için Enstitü’nün istediği tüm belgeleri hazır etti.


Ahmed Fezari’nin kimselere söylemediği gerçek düşüncelerinin yerini insanların dilindeki yalanlar doldurdu. Belki gerçekti, belki değildi ancak insanlar buna inandı ve gerçek oldu. Toprak önce soğan kokulu bedenini sonra da düşüncelerini örttü. Mezarı ise hep soğan koktu. Normalin aksine her şeyin tıkır tıkır işlediği bir gün, zaman ne hızlı ne de yavaştı. Sabah kahvesi istediği kadar tatlı, öğlen pişirdiği soğanlı omlet ise tam kıvamındaydı.

Güzel bir gündü. Yeni icadını salondaki masanın orta yerine koymuş ve hemen karşısındaki koltuğa gelişigüzel yayılmıştı. Gözlerini bu aletin üzerinden bir saniye bile ayırmadan “Camera Obscura,” dedi, “Hak ettiğin değeri göreceksin Camera Obscura…” Bu müthiş icadın patentini alabilmek için hemen çalışmalara başladı. Tarifname çoktan yazılmıştı. Birkaç gün içerisinde patent için Enstitü’nün istediği tüm belgeleri hazır etti. Hepsini büyükçe bir havalı zarfın içerisine düzgünce yerleştirdi. Dün geceden ütüleyip hazırladığı kahverengi takım elbisesini kırıştırmamaya özen göstererek giydi. Kullanmaktan rengi turuncuya dönmüş kahverengi takunyalarını hiç içine sinmese de ayağına geçirdi. Kapıyı yavaşça çekerek Enstitü’nün yolunu tuttu. Aklında Camera Obscura, elinde bir ileri bir geri salladığı evrak çantasıyla kısa bir süre yürüdükten sonra kasabanın en köhne yerinde unutulmuş bir barakayı andıran o Enstitü’ye ilk adımını attı.

  • Hemen girişte dikilen gür saçlı gülünç adama şöyle bir baktı, “Günaydın” bakışıyla gülümseme ve kahkaha arasında bir ses çıkarıverdi ağzından. Gür saçlı gülünç adam üzerine alınmadı. Ahmed Fezari hemen yandaki odaya kapıyı tıklatarak girdi.

Sorduğu sorulara mırın kırın ederek cevap veren görevli kadın Ahmed Fezari’nin elindeki havalı zarfı hızlıca çekiştirerek diğerlerinin arasına fırlattı. Ahmed Fezari gözlerini uçan zarftan bu görevli kadına taraf çevirdi. Ağzı aralandı ancak dili hareketsiz kaldı. Derin bir nefes alarak kafasını hafifçe öne eğdi, sağ elinin orta ve başparmağını burun başlangıcında birleştirerek aniden ortaya çıkan migreninin geçmesi için aşağı yukarı hareket ettirdi ve bir tek söz etmeden oradan ayrıldı. Bazılarına sözler fazlaydı. Hak edenlere konuşmak için o değerli sözlerini sonraya sakladı. Aklında Camera Obscura, elinde bir ileri bir geri salladığı boş evrak çantasıyla bu sefer evin yolunu tuttu. Tam eve girecekken gözü sokağın ucundaki kahve dükkânına takıldı.

Geri dönüp köşedeki küçük masaya oturdu, boş evrak çantasını masanın ortasına bırakıverdi. Dükkân sahibi geldi. Asabı bozulmuştu. Evrak çantasını masadan alıp yandaki sandalyeye koydu ve Ahmed Fezari’ye dönerek “Ne alırsınız?” diye sordu. İnsanlar ona bir tuhaf bakıyordu. Bakışlarda hep nefret vardı. Ahmed Fezari şimdiye kadar yaşamında kime baktıysa hep nefret gördü. Belki gerçek değildi ancak o buna yürekten inandı ve gerçek oldu. Kahvesini hızlıca içerken burada oturma fikrinin ne kadar gerzekçe olduğunu düşündü. Herkes ona nefretle bakıyordu. “Peki ama neden?” diye içinden tekrarlayarak bitirdi kahvesini ve hemen oradan kalkıp eve geçti. Bir önceki sabahtan kalan yiyecekler masanın üzerindeydi hâlâ. Soğanlı omlet, yarısı tavaya yapışıp kurumuş şekilde kirli tabak ve çatallarla masanın köşesinde duruyordu.

Masanın tam orta yerinde duran Camera Obscura, ışığıyla Ahmed Fezari’nin gözünü alıyordu.

Karanlık, küçük salonda tam Camera Obscura’nın karşısındaki şekerli çay ve kahve lekeli koltuğunun üzerinde huzursuz bir düşe daldı: Büyükçe bir soğan. Avucuna alıp sıkıca kavradı ve kokusunu içine çekti. Düş karardı. Orta yerde bir soğan. Üzerindeki ışık Ahmed Fezari’nin gözünü aldı. Birkaç saniye sonra zifiri karanlığın ortasında ışık saçan soğan kafasına kazındığında gözlerini açtı. Soğan gitmiş, kokusu kalmıştı. Düşün kokusu odayı sarmıştı. Etrafına anlamsızca bakarak koltuktan doğruldu. Düşler karışmış olmalıydı. Korktu. Burnunda soğan kokusuyla hızlıca giyindi. Evden çıkarken kapıya sıkıştırılmış bir mektup tam ayakları önüne düştü. Uzun, beyaz zarfı yırtarak açtı.

  • Sayın Ahmed Fezari,
  • Patent Enstitüsü’ne yapmış olduğunuz başvurunuzu özenle inceledik. Yapılan incelemeler sonucunda “Camera Obscura” buluşunuzun hiçbir yenilik içermediğini sizlere üzülerek belirtiyor, iyi günler diliyoruz.
  • Patent Enstitüsü Müdürlüğü

Ahmed Fezari kapı eşiğine yığıldı. Mektubu tekrar tekrar, her harfi sindirerek okudu. Camera Obscura çoktan icat edilmişti. Buna inanmak istemedi. Sinirden kıpkırmızı kesildi. Eve girdi. Berbat soğan kokusu daha da ağırlaşmış, evin her köşesine sinmişti. Ailesiyle beraber yaşadığı felaketler bir bir aklından geçti. Dün gece uzun süredir olmayan bir şey oldu. Düşler karıştı. Hiç ummadığı bir şey gördü. Bir soğan. Geçmişi hatırladı. Bir gece Ahmed Fezari’nin annesi Raba Fezari düşünde çocuklarıyla beraber sele kapılmıştı. Raba Hanım bunu herkese anlatmış ve büyük felaketin evlerinin tam orta yerinden geçeceğini söylemişti. Bu büyük söz üzerine Ahmed Fezari’nin küçük gözleri büyümüş, dehşet içerisinde yıllarca o günü beklemiş ve annesi sonunda ölmüştü.

Ahmed Fezari’nin annesi Raba Fezari düşünde çocuklarıyla beraber sele kapılmıştı. Raba Hanım bunu herkese anlatmış ve büyük felaketin evlerinin tam orta yerinden geçeceğini söylemişti.


Daha sonra Fezarilerin büyük büyük dedeleri Şam’dan çıkagelmiş ve “Felaketler önce beklendikleri yere buyururlar!” demişti. Bu büyük suçlama üzerine Ahmed Fezari’nin küçük gözleri yeniden büyümüş, öylece kalakalmıştı. Bir suç mu işlemişti? Ahmed Fezari salondaki koltuğunda otururken bu soruyu tekrarladı, “Bir suç mu işlemişti?” Sinsi korkular yıllarca içinde saklanmış, biricik annesini yanından çekip almıştı. Şimdi bu yetmezmiş gibi başka felaketlerin geleceği haberini yaymak için kötü bir düş kılığında kafasında dolaşmaya başlamıştı. Böyle bir düş neden ona görünmüştü? Korkarak beklemiş ve felaketleri yine buyur mu etmişti? Yıllardır uğraşıp didinerek icat ettiği Camera Obscura hak ettiği değeri görmemişti. Bir suç mu işlemişti? Sinirden kan beynine sıçradı. Hızlı adımlarla dışarı çıktı.

Ahmed Fezari Enstitü’ye doğru hızla yol alırken ardında bıraktığı her bina, her insan, her ağaç, çiçek, böcek yok oldu. Enstitü’ye vardı. Gür saçlı gülünç adamın yanından bir hışım geçerek yan odaya bu sefer kapıyı tıklatmadan girdi. İçerideki kadına büyük bir öfkeyle baktı. Ağzını açtı, bir şey diyemedi. Elini kaldırdı sonra indirdi. Ağzını kapadı. Evden hızlıca çıkarken pantolonunun arkasına tıkıştırdığı bıçağı, sapı görünmesin diye iyice içeri tepti. Bir tek söz etmeden oradan ayrıldı. Eve döndü. Soğan kokusu her yeri sarmıştı.

Eve girdi. Berbat soğan kokusu daha da ağırlaşmış, evin her köşesine sinmişti.
Eve girdi. Berbat soğan kokusu daha da ağırlaşmış, evin her köşesine sinmişti.

Büyük dedenin sözlerini hatırladı. Bir suç mu işlemişti? Durmaksızın en derinlerden hissettiği bir duygu vardı; bunaltı. Dehşet verici şekilde sırtından şakaklarına doğru sızlatan bir acı onu kaskatı bırakarak lekeli koltuğuna itti. Bunaldı. Gözü masanın orta yerindeki Camera Obscura’ya ve tam karşısındaki soğanın perdedeki yansımasına takıldı. Gözleri kapandı ve etraf karardı.

Ahmed Fezari bir suç işlemişti. Belki gerçekti, belki değildi ancak o buna yürekten inandı ve gerçek oldu. Toprak önce soğan kokulu bedenini sonra da düşüncelerini örttü. Mezarı ise hep soğan koktu.