Almak değil binmek mesele

Sonunda babam arabayı satıp parasını ben ve biraderim arasında pay etti.
Sonunda babam arabayı satıp parasını ben ve biraderim arasında pay etti.

Araba acayip bir renkteydi. Kardeşim arabaya "salçalı köfte" diyordu. Babam rahmetli ehliyet hocalığı yapmıştı bir zaman. Ama kendisi araç kullanamıyordu. Topsuz alanda iyi olan futbolcular gibiydi kendisi. Babam kullanamıyorsa neden alınmıştı "salçalı köfte"?

Kırklı yaşlarınıza geldiğinizde alacağınız arabalar listesi varmış. Bu arabaların özelliği konforlu ama henüz genç olmanız sebebiyle sportif çizgileri olmasıymış. Ayrıca rakiplerinizi kıskandırabilmeniz için kolay ulaşılır bir araba olmamalıymış. Araba alırken bu kadar ince düşünen var mıdır? Bence az yakması, kolay temizlenen bir renkte olması, ve kolay park edebilecek kadar küçük, ailece pikniğe götürecek kadar geniş olmalı. Benim aradığım özellikler orta sınıf için geçerliymiş. Meğer parayı bulunca insan harcayacak yer ararmış. En iyi para harcanacak yer de arabaymış. Mesela meşhur bir markanın yılda bir yapılan yağ değişimi 22 bin dolarmış. Hani derler ya, "...almak mesele değil binmek mesele..." diye. Arabayı aldın bir dert onun masrafları bin dert oluyor demek... ama alan razı satan razı olduktan sonra geriye ne kalır? Biz de araba üretiyoruz, çok sürmez yollara çıkar. Bizim arabamız da ihtiyaç listesinden çıkıp lüks listesine dahil olur mu acep? Umarım kolay yoldan ihtiyacımızı giderip parayı daha lüzumlu yerlere sarf edecek bir imkân sağlar bizim arabamız.

***

Bizim ilk arabamız turuncu renkliydi. Bazı şirket araçlarının rengi gibi acayip bir renkteydi. Kardeşim arabaya "salçalı köfte" diyordu. Babam rahmetli ehliyet hocalığı yapmıştı bir zaman. Ama kendisi araç kullanamıyordu. Topsuz alanda iyi olan futbolcular gibiydi kendisi. Babam kullanamıyorsa neden alınmıştı "salçalı köfte"? Araba kapının önünde yattı bir zaman. Sonra arabaya çok meraklı olan biraderim arabayı kaçırdı. O zaman babam çok tedirgin oldu. Ve benim yedeğime verdi biraderi. Çünkü ben ehliyet alacak yaştaydım. Biraderle biz tenha sokaklarda sürüş tekniğimizi ilerletme temrinleri yaptık. Ve o zaman anlaşıldı ki benim arabaya hevesim yok. Sürebiliyorum ama heyecanlanmıyorum. Ve bir ders oldu bu benim için. İnsan zorunlu olmadıkça heyecan duymadığı işten uzak durmalı. Mecbur kalırsanız ayrı bir şey ama heyecan duymak o işin başarma garantisi gibi bir şey. Biraderim "salçalı köfte" ile epeyce alıştırma yaptı. Ve anladık ki "salçalı köfte" tam bir hurdadır. Bu arabayı bize satan ahbaplarımızın canları sağ olsun, yürüyen peynir tenekesi gibi bir arabayı bize layık görmüşler.

Bizim "salçalı köfte" fazla kalmadı. Yine biraderin girişimleriyle satıldı. Artık bizim ileri sürüş ve satış teknikleri uzmanımız biraderdi. Sonra yıllar geçti. Yıllar içinde aldık sattık ama hep zarar ettik. Çünkü arabalar yaşlıydı ve her adımda arızaları vardı. Araba arızaları sırasında anlamıştım ki bu ülkenin futbolu nasılsa oto sanayisi de öyleydi. Sistem bilgisinden mahrumdular. İyi ustaya denk gelirsen yaşadın yoksa sürünürsün. Biz oto sanayisinden tanıdık usta bulmanın bakanlıkta müsteşar tanımaktan daha karlı olduğunu o yıllarda öğrendik. Tanıdık ustan varsa kandırılmayı da göze alarak usta ne derse razı oluyorsun. Ustaların elinde sefil olarak, çok harcayıp az binerek araba markaları arasında savrulduk durduk. Sonunda babam arabayı satıp parasını ben ve biraderim arasında pay etti. Ve kendisini araba sahibi olmaktan kurtardı. Artık top bizdeydi. Kendi arabamızı almak, kendi ustamızı bulmak, kendi araba muhabbetimizi açmak, hasılı araba peşinde hızlı veya yavaş koşmamız gerekiyordu.

Ama ben gerekliliklerden ziyade canının istemesine bakarım. Benim canım arabayla ilgi bir muhabbet yapmak, almak satmak, tamir ettirmek falan istemiyordu. Zaten şoförlüğü de sevmiyordum. Hâlâ da sevmem... Sevmediğim hâlde bu kadar anlattım. Demek ki sevmiş olsam sayfalar yetmez benim araba muhabbetime...gönüller bir olsun amam araba muhabbeti aramızda pek fazla yer tutmasın vesselam...