Avcı çıkmazı

Ninesinin anlattığı hikâyelerdeki geyik ve pir-i fâni özdeşleşmelerinin etkisiyle belki de yediği her lokma ette, çok eski bir ata geleneğini yerine getiriyormuş duygusuna kapılırdı.
Ninesinin anlattığı hikâyelerdeki geyik ve pir-i fâni özdeşleşmelerinin etkisiyle belki de yediği her lokma ette, çok eski bir ata geleneğini yerine getiriyormuş duygusuna kapılırdı.

Çocukluğundan beri rahmetli babası ile bu dağlarda avlanmaya gelirdi ve âdeta kutsal bir nimet kadar sevdiği geyik etine de o sıralar alışmıştı. Annesi tasvip etmese de babası sayesinde bir kez tadına vardığı av etleri arasında ne sülün ne tavşan ne de diğerleri geyik kadar başını döndürmemişti.

  • Avcı gergindi. Sabahtan beri etrafı karış karış gezmiş ama kısmetsizliğinden olsa gerek, zaten yanına az miktarda aldığı mermileri tabiri caizse dağa taşa sıkarak harcamıştı. Bugün tüm hayvanlar pek bir cevvaldi, hangisine attıysa tutturamamıştı. Son mermiyle eve dönmek üzereyken nihayet bir geyiğe rastlamıştı. Eskilerin tabiriyle tam bir “ala geyik”ti karşısındaki. Kızıl tüyleri karnına doğru beyazlaşıyor, kafasında, özellikle de boynuzlarının etrafında koyulaşıyordu. Pek tehditkâr durmasa da karşısındakini uzak tutmaya yetecek kadar uzun boynuzlara sahipti. Bu mesafeden sezebildiği kadarıyla dişi bir geyikti, muhtemelen de genç ve henüz yavrusuzdu. Vurulması hâlinde, avcının vicdanen bir sıkıntı duymayacağı anlamına geliyordu bu… Kendisine doğru esen rüzgâr sayesinde kokusunun geyiğe ulaşmayacağından emin şekilde sessizce ilerleyerek rahat bir atış pozisyonu bulana kadar yaklaşmıştı su kenarına. Fişekliğinde elini gezdirmiş ve tüfeğinin horozunu büyük bir dikkatle tekrar kontrol etmişti.

Hafif ve bir o kadar sessiz çizmeleri sayesinde usulca sokulmaya devam etti hedefine doğru. Tam o esnada da sağ taraftaki kayanın arkasını bir gölge gibi dolanıp geyiğe yaklaşırken kendisini fark eden koyu gri ve oldukça aç olduğu gözlerinin kanlanmasından belli bir kurtla karşılaşıp olduğu yerde dona kaldı. Bu olanlara inanamıyordu. Bir yanda yıllardır aradığı fırsat ayağına kadar gelmiş ve nihayet bir kurt vurma şansı elde etmişti ama aynı zamanda çok sevdiği geyik etinden mahrum kalması söz konusuydu. Zira namluya sürdüğü son mermisiydi ve tek atış hakkı vardı. Çocukluğundan beri rahmetli babası ile bu dağlarda avlanmaya gelirdi ve âdeta kutsal bir nimet kadar sevdiği geyik etine de o sıralar alışmıştı. Annesi tasvip etmese de babası sayesinde bir kez tadına vardığı av etleri arasında ne sülün, ne tavşan ne de diğerleri geyik kadar başını döndürmemişti. Ninesinin anlattığı hikâyelerdeki geyik ve pir-i fâni özdeşleşmelerinin etkisiyle belki de yediği her lokma ette, çok eski bir ata geleneğini yerine getiriyormuş duygusuna kapılırdı.

Hafif ve bir o kadar sessiz çizmeleri sayesinde usulca sokulmaya devam etti hedefine doğru.
Hafif ve bir o kadar sessiz çizmeleri sayesinde usulca sokulmaya devam etti hedefine doğru.

Öte yandan avcıların kendi aralarındaki sohbetlerinin hep gelip dayandığı birkaç konu olurdu, bunlardan biri de şaşmaz şekilde kurt avlamaktı. Hem bu derece saygı duyup hem peşinden koştukları başka bir yırtıcı yoktu galiba. Hevesle anlatılmış nice av hikâyesi arasında en nadir olanları kurt avıyla alakalıydı ve bunu başarabilmiş olanlara sessiz bir hürmet gösteriliyordu. Statü belirleyen bir durumdu kurt avlayabilmiş olmak. Bir zararı olması gerekmeden, sırf gayrı resmi bir rütbeye erişmek için vurulan bu vahşi hayvan şimdi birkaç metre ötesinde, boynunu ileri uzatıp tetikte bekliyordu. Kurdu vursa geyik o anda kaçmaya başlayacak, geyiği vursa belki de kurt kaçmayıp kendisine yönelecekti. Üzerinde bıçak haricinde kendini savunabileceği bir şey yokken aç bir kurtla boğuşmak da pek akıl işi değildi doğrusu. Şimdi sol yanında kıpırtısız bir geyik ve sağ yanında gözleri canavar gibi bakan aç bir kurtla baş başaydı… Artık kararını vermişti. Nefesini tuttu, sol ayağını önündeki alçak kayaya bastırdı destek için ve hafifçe öne eğildi. Sağ el baş parmağını usulca tüfeğin horozu üzerinde gezdirerek kara namluyu ağır ağır doğrulttu…