Bağdadlı Dokumacı

Şehirde yaşardı kendi hâlinde bir dokumacı, O Ramazan'da diledi: Ben de olayım hacı.
Şehirde yaşardı kendi hâlinde bir dokumacı, O Ramazan'da diledi: Ben de olayım hacı.

Varsaydın Allah'la aldatılmanın tadına, Zekiliği satar, aptallık alırdın inadına. Ondan sebeb buyurdu ki resul-ü zî-şân, Ahmaklardır cennetin çoğunu dolduran. Zekâ, hüner ve ilm neye yarar serencâm? İçinde benliği pohpohlayan dâne ve dâm. Benlik dediğin tam da zıddıdır vahdetin, Âlimim derken bulursun dibini cehaletin.

DOKUMACININ HACCA NIYET ETMESI

Dinle sözümü olasın bu kıssanın hissemendi,

Neler söylemiş üstad Ebu'l-Leys-i Semarkandî.

Şehirler içinde ayrı bir yere koy Bağdad'ı,

Sayısı bilinmez ulema vermiştir ona bu tadı.

Her hac mevsiminde alırdı şehri bir heyecan,

Hacı olmak isteyenler olurdu yola revân.

Koyulurdu yola uzun mu uzun bir kervan,

Ne başını görürdü ne de sonunu bendegân.

Her yolcu bulurdu kendi hâlince bir binek,

Kimi ata binerdi, kimine düşerdi eşek.

Koydular mı heybelerine bir mikdar azık,

Biraz da akçe gerek uzun yola rızık.

Geçip gitti seneler işte bu minvâlde,

Bu neşeyi tattılar her sene şevvâlde.

Şehirde yaşardı kendi hâlinde bir dokumacı,

O Ramazan'da diledi: Ben de olayım hacı.

Hakk'ın seçkin kulları varırlar Mekke'ye,

Günâhdan arınıp benzerler melâikeye.

Derken geçti bayram, geldi yine şevvâl ayı,

Yolcular toplandı meydana, sanki düğün alayı.

Eşlik etti kervana eş-dost akraba,

Bu sevince ortak oldu garib gureba.

Şehrin dışına varanda çattı vakt-i veda,

Mahşer misâli düşdü cümle çiftler cuda.

Ahali döndü şehre gerisin geri,

Cullah ise kervanla atıldı ileri.

Hızını alınca kervan Mekke'ye doğru,

Geri kaldı kervandan, kaçtı huzuru.

Dokumacıyı tanıdı şehrin hoca efendisi,

Varıp hemen yanına sual etti kendisi.

Komşu dedi hoca, bu ne hal böyle,

Hele bir soluklan, nereye gittiğin söyle.

Ben de varmak isterim o mübarek yerlere,

Hak nasib ederse yüz sürerim minbere.

Hâline bakınca cullahın düşündü hoca,

Bu da mı güyâ hacı olacak aklınca.

Şu düşkün sefilliğine de bir bakmaz,

Cebinden iki akçecik desen çıkmaz.

Ne sırtında heybesi var, ne elinde kırbası,

Ne ayağında pabucu, ne eyninde urbası.

Ne başında külâh var altında binit,

Gören sanır, gassal önünde meyyit.

Gel de olma o mübareğin sözüne hayran,

Buyurdu ki kāde'l-faḳru en yekūne kufran.

Küfründe debelenip durur bu cühelâ.

Fakirlikten daha büyük olur mu belâ?

Var mı öyle hacı olmak bedava yere,

Tutturmuş bir yol, bildiğini okur ezbere.

Bizim bunca malımız olsun bu yolda zayi,

Beyefendi de taksın bize lâkab: enayi.

Sanıyor ki olacak benim sevaba ortak,

Hem de etmeden birkaç dirhem infak.

Sual etti bu garibe hoca maskaravari:

Cebinde birkaç bin dirhemin var mı bari?

Cullah dedi ki Mevlâ'nın bir adı da Rezzâk,

Hepimiz onun hazinesinden yeriz bak.

Bu saf cevaba güldü hoca içinden,

Katırını koşturdu kervanın peşinden.

Vardılar Mekke'ye ettiler beyti tavaf,

El açıp günâhlarından dilediler af.

Zilhicce'nin dokuzunda durdular Arefe'de,

Şeytan taşlayıp nâil oldular o şerefe de.

Haccı tamam eylediler düşdüler yola,

Sıla özlemi gönüllerde, eş-dost bala.

Yolda bizim hoca efendi bir de ne görsün,

Dokumacı da hacı olmuş, bu nasıl mümkün!

Hemen seğirtti o tarafa doğru ileri,

Komşu dedi bir bak hele beri.

Sen de vardın Kâbe'yi tavaf ettin mi?

Gözyaşına esvabını çarşaf ettin mi?

Şükür Allah'ıma bakmadı yüzüm karasına,

O makamın ben de ortak oldum sofrasına.

Vardım sağlık ile tavaf ettim Beytullah'ı

Saadet kapısının girdi elime miftâhı.

Komşu dedi hoca, âferin yapmışsın haccı,

Şimdi varanda sılaya olursun ailene baş tacı.

Peki, ama verdiler mi sana da bir hüccet?

Ki kalmasın ötede sorgu suale hacet.

Ne hücceti dedi dokumacı sâfdilâne,

Niye bana da vermediler ki bir tane?

Bak dedi hoca buna derler hüccet-i dâd,

Kimde var ise olur o tamudan âzâd.

İşte bizim hepimizin hücceti tastamam,

Kimse sana göstermedi mi ihtimam?

Cullahı böyle aldattılar verip de el ele,

Koyuldular tekrar yola bu eğlencelikle.

DOKUMACININ HÜCCETINI ALIŞI

Gel gör ki dokumacıyı sardı bir ateş,

Eyvah dedi boş yere olmuşum çilekeş.

Bu haberle zilhiccesi döndü muharreme,

Beheşt içreyim derken düşdü cehenneme.

Koştu hemen Mekke'ye bağrı üryan,

Gözünden akan da yaş yerine kan.

Vardı, Kâbe eşiğine koydu başını,

Hüccetsiz boş yere saydı telaşını.

Yüzün sürdü ol dergâha çok ağladı,

Canı öyle yandı ki karalar bağladı.

Dedi ki ey Allah'ım ey yüce sultan,

Sen kadirsin, âlemlere Rahman.

Cümle mahlûkatın perverdegârı Zülcelal,

Biz fakir kullarız, sen ise bî-zeval.

Sen ganisin, hazinelerine yoktur had,

Ben fakir kuluna ettirme böyle feryad.

Hüccetini almış hep, kim hacı oldu ise,

Bu hüccet işinde yok mu bana bir hisse?

Hüccetleri dermiş ki yarın rûz-ı mahşerde,

Zebaniler incitmeye onları, benî beşer de.

Hiç yakışır mı senin yüceler yücesi şânına,

Kim haccettiyse beyti, almış hüccet yanına,

Bir tek bu fakir kulun mu etmedi hak?

Onlara vermişsin, bana da bir bak.

Bir tek ben miyim kapından kovulan?

Bir tek ben miyim tamuya layık olan?

Bir bahtı kara ben miyim kullar içinde?

Şâd olup da gülmeyen eller içinde?

Dilersen bilmek ne kadar yandı onun canı,

Okusana Mesnevi'den Musa ile çobanı.

Öyle çok ağladı ki dokumacı Yakubvari,

Bir anda kendinden geçti gayrı ihtiyari.

Rüyasında gördü kim bir veliyyullah,

Dedi ona kaldır başını ey miskin cullah.

Yeter artık! Bu âh u figânın haddi aştı.

Rahmet denizi galeyana geldi, taştı.

Hüccet dediğin de nedir? Sade bir şekil!

Canının yandığı var ya, sen onunla diril.

Biz ne lisana bakarız ne de kâle,

Biz sade kalbe bakarız ve de hâle.

Kırık gönül şübhesiz yakın olur dergâha,

Varır onun her münâcâtı doğrudan Allah'a.

Gönül kazan ki ona hacc-ı ekber derler,

Binlerce Kâbedense bir gönlü seçerler.

Kâbe, Âzer'in oğlu Halil'in bünyâdıdır,

Gönül, Rahmân'ın nazargâhının adıdır.

Sanma fayda sağlar evlad u iyâlim, İllā men etallāhe bi ḳalbin selīm.

Haydi al bu bitiyi de yetiş kervana,

Bundan gayrı hüccet arama daha.

Cullah açtı gözünü bir de baktı eline,

Hüccetini almıştı, sevindi delicesine.

Yüzün sürüp, başına koydu hücceti,

Koynuna soktu, güldü artık beti.

Tüyden bile hafifti şimdi onun kalbi,

Şükür sana ey padişah, âlemin Rabbi.

Boşa çıkarmadın şu benim zârımı,

Revnak eyledin bu bitiyle bâzârımı.

Şimdi artık benim haccım da oldu tam,

Alın akı ile dostlarımın yanına varam.

HOCANIN DOKUMACININ HÜCCETINI GÖRMESI

Cullah bir kuş gibi uçtu, yakaladı kervanı,

Onu tekrar görmek gülümsetti hâcegânı.

Dediler ki anlat bakalım aldın mı hüccet?

Şükür Allah'ıma bırakmadı bende zillet.

Bakın işte benim de artık hüccetim var,

Gönlüm bununla azabdan kurtuluş umar.

Bunu duyanda komşusu hoca efendi,

Getir bakalım şunu, bir görelim dedi.

Dokumacı çıkardı koynundan bitiyi,

Kokusu mest etti şarabı ve testiyi.

Hoca efendi aldı cullahın hüccetini eline,

Benzemez idi dünya kâğıtlarının hiçbirine.

Yeşil kâğıt üstüne ak nurdan bir yazı,

Ne yeşili yeşil, ne beyaz idi beyazı.

Göz alan bir nur saçıyordu her satırından,

Yere vurdu hemen hoca kendini katırından.

Bu hüccet aldı hocanın aklını başından,

Geçti bir zaman kendinden ve hûşundan.

Ayılınca öptü hücceti yüzün sürdü,

Benzi nurlandı dudakları mühürdü.

Eyvah diye koptu hocadan bir nara,

Cullahı aldatırken yüzüm oldu kara.

Meğer aldatan kimmiş aldanan kim?

Âlimim zannederken oluverdim zalim.

Bu ömrü harcayıp gitmişim yok yere,

Hocalık diye yaptığım hep dalavere.

Keşke beni de aldataydılar Tanrı ile,

Koyaydılar tefe deliler bazarı ile.

Aklım ile her şeyi ölçerim sandım,

Malım ile herkesi geçerim sandım.

Şimdi ben bütün malımı versem bile,

Cullahın makamına nisbetle nâfile.

Bu bitinin girmez elime hatta bir noktası,

Hor gördüğüm cullah oldu dinin yektası.

Emaneti sahibine geri vermek diledi,

Komşu, al bitini artık diye söyledi.

Dokumacı dedi ki sende kalsın hoca,

Kendi hüccetinle bunu da sakla sıkıca.

Emr-i Hak vaki olup kabre koyulanda,

Münker Nekir gelip hesap sorulanda,

O biti lazımım olacak işte o zamanda,

Melekler desin bana, kal sen amanda.

Bu hücceti gömüverin benimle birlikte,

Ki geçireyim kabir hayatımı dirlikte.

DOKUMACININ HOCAYA DÜŞÜNDE TEŞEKKÜR ETMESI

Kervan vardı Bağdad'a, dokumacı da,

Eş-dost karşıladı onları kardeş bacı da.

Herkes döndü tekrar eski işi ve gücüne,

Zaman geçer oldu böyle günü gününe.

Derken bir gün bizim hoca efendi,

Ticaret için uzun yola niyetlendi.

Bir zaman eğlendi kaldı yaban ellerde,

Çok mal aldı, çok da sattı yollarda.

Şükür makamında idi ticaretin bereketine,

Uzun yolun sonunda vardı memleketine.

Kuşattı etrafını konu komşu ahali,

Hocanın aklında ise dokumacının hali.

Dediler başın sağ olsun hoca efendi,

Komşunun kalmadı dünya ile bendi.

Hakk'a yürüdü geçende, koyduk kabre,

Artık Allah uzun ömür versin bizlere.

Bunu duyanda hoca ah u vah eyledi,

Çok ağıt yaktı, çok mersiye söyledi.

Dedi ki onun bende vardı bir emaneti,

Kabre korken unutman derdi hücceti.

Gördünüz mü emanete de oldum hayın,

Düşmez günahım çekseler dâra Mansurlayın.

Bakmış idim vaktiyle o komşuma hor,

Bitiyi sakla demişti, şimdi içimde kor.

Bir emanete bile çıkamadım sahib,

Bitisiz kabre girmesine oldum müsebbib.

Koştu doğru evine, açtı sandığı,

Belki birisi koymuştur idi, sandığı.

Çok aradı ama yok idi hüccet el-hak,

Bir Müslüman koymuş olmalıydı muhakkak.

Aldı öylece eline kazma ile küreği,

Koştu hemen kabristana elleri titreği.

Tam kazmayı vuracakken irkildi bir sesle:

Bırak bu işi hoca, uğraşma artık abesle!

Dokumacıya hücceti veren elbette,

Sorgu sual vakti kor mu onu gurbette?

Şimdi kendini zahmete sokma boş yere,

Dokumacı kulu aldı Rabb'inden tezkere.

Sanma ey hoca ki senden zerr u sim isterler,

Yevme lā yenfaꜤda kalb-i selim isterler.

Bunları duyanda hoca oldu bîhûş,

Cullahı gördü nimetlere gark olmuş.

Dokumacı düşünde teşekkür etti hocaya,

Dedi sensiz hüccetsiz varacaktım buraya.

Ben sana nasıl olmayım müteşekkir,

Ol hücceti görünce Münker ve Nekir,

Hiç üzmediler beni dediler ey hacı,

Canı yanmışlar içinde baş tacı,

Bir hüccet uğruna ettin kendini pare pare,

O yanışla kalmadı sende günahtan emare.

Allah sana rahmet eylesin ey hoca,

Senin sayende rahmete erdim bolca.

Sen bana demeseydin git hüccetini al,

Ben nerden bilecektim var böyle ikbal.

Bu rüyadan uyandı hoca, kendine geldi,

Koştu evine doğru tüyden bile yengildi.

Cullahın hatırasına çok hayırlar işledi,

Aşlar, akçeler dağıttı bilinmez adedi.

Dokumacı hikâyesi böyle düşdü dillere,

Onun saf niyeti su serpti gönüllere.

Sen de harc edersin pulunu her mecrada,

Aldanır mıyım diye düşünmezsin bu arada.

Deseler gel Hak yolunda harca bir zırnık,

Oluverirsin bir anda, âlemde en uyanık.

Kılı kırk yarıp da ölçer hem tartarsın,

Birisi başıma bir çorap örer bakarsın.

Varsaydın Allah'la aldatılmanın tadına,

Zekiliği satar, aptallık alırdın inadına.

Ondan sebeb buyurdu ki resul-ü zî-şân,

Ahmaklardır cennetin çoğunu dolduran.

Zekâ, hüner ve ilm neye yarar serencâm?

İçinde benliği pohpohlayan dâne ve dâm.

Benlik dediğin tam da zıddıdır vahdetin,

Âlimim derken bulursun dibini cehaletin.

  • *Eşrefoğlu Rumî'nin Müzekki'n-Nufus adlı eserinde Ebu'l-Leys-i Semarkandî'den aktardığı mensûr kıssadan mülhem.
  • Şiirleştiren: Fatih Ermiş