Bann-optikon

Acımasız bir bann-optikon’a hazır mıyız?
Acımasız bir bann-optikon’a hazır mıyız?

Carl Schmitt sırra gerek duymayan siyasete “tiyatrokrasi” adını veriyor. Bu tabir meselemize tam olarak uyduğunu düşünüyorum. Siyasetçilerden, en çok alkış alanın kazanacağı bir tiyatro sergilemesini talep ediyoruz. Onlar da görünen o ki bu oyunu sevmiş durumda. Sahnede pozlar, endamlar, komiklikler peşindeler. Şeffaflık toplumu bireyleri de bu tiyatrokrasiyi talep edip kahkalarala gülmeyi şehvetle arzuluyor. Peki, bu alkışlardan er ya da geç sıkılacak olan siyaset, panoptikon sonrası neye evrilecek?

Eskiler iz sürerdi, biz muttasıl arıyoruz yeni insanlar.

İsmet Özel

Şair İsmet Özel’e ait bu dize bize ne söyler? Sürelim bakalım izini. “Şeffaflık, hızı ayartan bir şeydir.” Hem enformasyonun, hem iletişimin, hem de datanın engelsiz bir biçimde hızla transfer edilmesi amacına hizmet eder. Oyalanmaya, durmaya, hazırlanmaya sabrı olmayan bir anlayış içerisinde her şeyi hızla gözler önüne serer. Ortada sır ve giz bırakmaksızın olabildiğince çok görüntü oluşmasını sağlar. Burada oluşan durum adeta bir görüntü cümbüşüdür. Karanlık gecede patlayan havai fişeklerin saçılması gibi sosyal alana görüntüler hesapsızca saçılır. Böyle bir durumda artık görüntünün bir amacı yoktur.

Gerçeğe ancak iz sürerek gidilebilir
Gerçeğe ancak iz sürerek gidilebilir

Sadece yayılır, şeyler sadece görünmek ister ve çağın tüm imkânları bunu en hızlı şekilde gerçekleştirmek için adeta seferber olur. Bunu daha iyi anlamak için günde ortalama otuz kırk story paylaşımı yapan ticari amaçlı olmayan instagram hesaplarını incelemekte yarar var. İçeriklerin öneminin olup olmadığını, gösterilenlerin görünür olmaktan başka bir amacının olup olmadığını orada görebiliriz.

Günümüzde herhangi bir konu hakkında hızla ulaşabileceğimiz o kadar çok enformasyon (görüntü, paylaşım, makale, çalışma…) var ki bunları gerçeklik mihengine vurmak imkânsız hâle geldi. Bir ortamda aşırı enformasyonun olması, verilere ve görüntülere hızlı ve de berrak bir şekilde ulaşmak ilk bakışta gerçek/ hakikat olana ulaşma noktasında bir kolaylık sağlıyor gibi görünse de bu hiçbir zaman böyle olmamıştır. Gelecekte de olabilirliği kalmamıştır. Peki neden? Gerçeğe ancak iz sürerek gidilebilir de ondan. İz sürmek, tek bir belirtinin, bilginin, kaynağın peşinden gidilerek yapılabilir. İzler çatallandığı/çoğaldığı zaman izci iz sürmeyi bırakır ve izi kaybettik der. İsmet Özel yeni insanları, arayan insan olarak tanımlıyor. Artan enformasyon kaynakları ve hızlı iletişim araçlarının artışı dolayısıyla buna aramak denebilirdi bir zamanlar tabi ki ancak günümüz itibarıyla artık aramak da demode/faydasız bir konuma geldi. Artık sanal ağlarda o kadar çok girdi var ki aramakla ömür tükeniyor.

İnsanlığın yeni yöntemi taramak olmuş durumda, etrafımız enformasyon, data ve görüntüler çöplüğü olmuş durumda. Ortada ciddi boyutlara ulaşmış bir enformasyon obezliği var.

İnsanlığın yeni yöntemi taramak olmuş durumda, etrafımız enformasyon, data ve görüntüler çöplüğü olmuş durumda. Ortada ciddi boyutlara ulaşmış bir enformasyon obezliği var. Özellikle internet aracılığıyla sanal ortamlarda oluşturulan bu çöp dağları (global data mountains) artık arayarak da değil ancak tarayarak insanları bir şeylere ulaştırabiliyor. Bunu burada bırakıp şeffaflığın sosyal (sahici sosyal) alanımızda yaygınlaşmasına değinelim. Durup beklemeye tahammülün kalmadığı bir çağdayız dedik. Böyle bir çağda içkin olmak, suskun olmak, zorlanmakta olan sosyalliğe bir direnç göstermek patolojik bir olay olarak değerlendiriliyor. Sosyal olmak zorbalığı hayatımıza bir salgın gibi girdi. Çağ bize belli noktalara kör olma hakkını asla tanımıyor. Her taraf bu derecede aydınlatılarak şeffaflaştırılmışken bir erdem olarak değerlendirilmesi gereken “kör kalabilmek”, bugün bir kusur olarak adlandırılıyor.

Agamben “Çağdaş, çağına kör kalabilendir.” diyor. Hâlbuki bunun tam aksine şu an buna müsaade edilmiyor. Bunca şeffaflık ve görünürlük daha da problemli bir körlük sunuyor bize. Artık acımasız bir şekilde insanların elinden tefekkür hâli alınmış durumda. İnsan teki, her an olaylar karşısında aktör olmaya zorlanıyor. Tribüne çıkma hakkımız gasbediliyor. Hepimiz Baudrillard’ın performans öznesi dediği insanlardan olup çıkıyoruz. Bu bakış açısıyla erken çocukluk döneminden itibaren kuşatıldı insan. Küçük bir çocuktan kreş öğretmenleri tarafından sosyal olması, her şeyini paylaşabilmesi, sürekli iletişime açık olması, aşırı neşeli olması bekleniyor. Bunları yapmayan çocuklar ciddiyetle ele alınıyor ve problemli olarak tanılanıyor.

Uzun bir zamandır çocuklar sosyalleşmeye zorlanıyor. Bu zorlama, tabiî ki klasik anlamda bir zorlama değil, içselliğin reddiyle yapılıyor. İnsanlara sosyal olmak dışında bir tercih bırakılmayıp, olunması istenen durum bolca “olumlulanarak” dikte ediliyor.

Sanki birey bunu kendisi istiyormuş gibi bir anda istenen kimliğe bürünüyor bu şekilde. Giz ve sır bireylerin benliğinden tamamen atılıyor ve ortaya yine Baudrillard’ın tabiriyle camekân bireyler çıkıyor.

Giz ve sır bireylerin benliğinden tamamen atılıyor
Giz ve sır bireylerin benliğinden tamamen atılıyor

Korunmuş, sterilize edilmiş ve görünmekten/vitrinde olmaktan kaçınmayan bireyler. Bu bireyler sanal ortamda birer paylaşma ve paylaşma öznesi hâline geliyor. Bireyler bu karaktere büründükten sonra ve sanal salgının da toplumu istila etmesiyle artık sosyal olma diye adlandırılan durum beğen ve paylaş butonuna indirgeniyor. Fikrini, yediğini, yaşam alanını, değerlerini ve değerlilerini paylaşmakta beis görmeyen aksine paylaş/a/mamanın ayıplandığı bir kültür baş gösteriyor.

Böyle gelişen bir sürecin sonucu olarak toplum da her alanda bir gösteri toplumu hâline geliyor. Örneğin halk, yönetici iktidardan şeffaf olma, her şeyi açıkça paylaşabilme gibi beklentilere giriyor. Bunun sonucu ise ülkenin koca bir panoptikona dönüşmesini doğuruyor. Günümüz Türkiye’si bu durumu son birkaç yıldır tecrübe ediyor. İdeolojiler neredeyse yerle bir oldu. En şeffaf, en görünen kimse onun tercih edildiği bir atmosfere evriliyoruz.

Bu panoptikonun kapsadığı alan o kadar geniş ki insanlar bunca bilginin, görüntünün sunulacağı şeffaf yönetimlerde daha kolay aldatılabileceğinin henüz farkında değil. Bir belediyenin şeffaflık adı altında günlerce demir çimento ihalesini izletmesi buna en güçlü delildir. İnsanlar bir göz boyamayla, sıkışınca yabancı terimler kullanan bir akademisyen misali anlatamayacağı anlasa da diğer gerekli konulara vaktinin kalmayacağı bir tiyatronun seyircisi hâline geliyor.

  • Şeffaflık toplumu, sahneleme gerektiriyor. Ve kitlelere izletilen her şey bir kandırmaca olup çıkıyor. Her şeyin şeffaf bir şekilde görünür kılındığı, gizi olamayan, sır barındırmayan tamamen çıplak bir siyaset arzulanıyor şeffaflık toplumu bireyleri tarafından.

Carl Schmitt sırra gerek duymayan siyasete “tiyatrokrasi” adını veriyor. Bu tabir meselemize tam olarak uyduğunu düşünüyorum. Siyasetçilerden, en çok alkış alanın kazanacağı bir tiyatro sergilemesini talep ediyoruz. Onlar da görünen o ki bu oyunu sevmiş durumda. Sahnede pozlar, endamlar, komiklikler peşindeler. Şeffaflık toplumu bireyleri de bu tiyatrokrasiyi talep edip kahkalarala gülmeyi şehvetle arzuluyor. Peki, bu alkışlardan er ya da geç sıkılacak olan siyaset panoptikon sonrası neye evrilecek? Acımasız bir bann-optikon’a hazır mıyız?