Başka dünya öyküleri: Kraliçe

Arşiv
Arşiv

İngilterör yıkılalı ve büyük Amarika’ya bağlanalı çok oluyordu ama kraliçe yine de ölmek bilmiyordu. Yeni Zeylanda’ya sürgüne gönderilmişti huzur içinde ölsün diye ama kraliçe orada da ölmemişti.

İnsanlar akıl noksanlıklarından epeyce muzdarip oldular. Noksan akıllılar sokakları deli deli dolaşmaktaydılar. Olacak şey değildi doğrusu. Yüce Amarika devletinin başına da sonunda bir noksan akıl başkan seçildiğinde itirazlar ve şikayetler ayyuka çıktı.Noksan akılların diğer insanlar ile aynı haklara sahip olmaması gerektiği uzun yüz yıllardır ilk kez bu kadar yüksek bir şekilde dile getirildi. Tabii epeyce tepkiyle de karşılandı. Özgürlükçüler noksan akılların diğer insanların haklarından daha azına sahip olması fikrini faşistlik olarak görüyorlardı. Zira kutsal olan yaşama hakkıydı. İnsan bedenli bir yaratıktı. Akıl, tıpkı gövde gibi onun ayırıcı vasfı olmamalıydı. Nasıl ki bir gövde eksiklikleri ya da fazlalıkları nedeniyle diğer bir gövdeden ayrıma tabi tutulamazsa akıl düzeyinin alçacıklığı ya da yüksecikliği de diğer akıllardan farklı bir muameleye tabi tutulamazdı. Ayrıca insanlık bunun savaşını çokça vermişti zaten. Mesela nasıl ki bir bedensel engelli toplum ve yasalar önünde hangi haklara sahipse zihinsel engelli de aynı haklara sahip olmalıydı. Bu haklara tabii olarak seçme ve seçilme hakkı da dahildi. Demokrasi denen en yüce sistem, bir insanın kimi seçmek istediği ile alakalı kendisinden başka hiçbir şeyin ve hiç kimsenin rol almasına doğal olarak müsaade etmediğinden, en sahici olarak halkın dediği oluyordu. Bütün bunların uzun vadede kendisini belli eden neticesi olarak yüce Amarika devletinin başına bir noksan akıl başkan olarak seçildiğinde tartışmalar arttı, alevlendi ve hatta biraz da şiddetlendi. Aslında bu seçim epeyce anlaşılır bir seçimdi. Halk artık biraz eğlenmek istiyordu. Ciddi politikalardan, akılcı programlardan çok sıkılmışlardı. Yıldız savaşları bir türlü başlamak bilmemişti. Süpermen bir türlü gelmek bilmemişti. Gotham City diye bir şehir kurulmamış, Joker diye bir kötü belirmemiş, doğal olarak Batman diye bir kahraman da türememişti. Evrim evrim deniyordu ama hala insanlar Xmen olamıyordu. Hayat cidden beklentilerin çok uzağında kalmış, interaktif oyunların sanallığı en nihayetinde banalliği doğurmuştu. Haricen dünyanın doğusunda yeni birtakım gelişmeler yaşanmaktaydı. Dünyanın batısı dünyanın doğusunda ne olduğunu bilmiyordu. Bilmediği için ondan korkuyordu. Korktuğu için onun canavar olduğunu düşünüyordu. Onun canavar olduğunu düşündüğü için korkuyordu. Düşündüğü için kendisini akıllı zannediyordu. Zannettiği için hiçbir şeyin kesinliği mevzubahis değildir diyordu. Bunu dediği için de filozof olarak addediliyordu. Bu da tehlikeli bir gelişme anlamına geliyordu. Zira deniz seviyesinden ne kadar yüksekte bir dağ var ise, o kadar alçakta bir okyanus dip noktası olması nasıl doğal ise, akıl da bir nebze böyle bir şeydi. Dâhiler toplumunda deliler fink atar, deliler toplumunda dâhiler taşlanırsa, bir yerden sonra asıl iş deliler ile dâhileri ayırt edebilmek olurdu. İşte bütün bu yaşananların sonucu son başkanlık seçimlerine yansımış ve bir akıl hastası başkanlık seçimlerinden büyük bir farkla galip çıkmıştı. Toplum onun deli olduğunu biliyor ama delilik yapmasının deha göstergesi olduğunu düşünüyordu. Akıl hastası başkan, toplumun kendisini deli bilip dâhi ettiğini düşünmesi karşısında çok mutlu oluyordu. Mutluluk garip bir duyguydu. Tıpkı keder gibi insanın kendi rutininden çıkmasına neden oluyordu. Bu sebeple akıl hastası başkan da rutininden çıktı ve heyecan içinde ilk ciddi kararını vererek buzullara atom bombası atılması talimatını verdi. Dünya ikiye ayrıldı. Hayır fiziksel olarak değil. Bu kararın delilik olduğunu savundu dünyanın yarısı, elbette bunu savundu. Ama tuhaf olan dünyanın diğer yarısı da bu kararın muhteşem olduğunu savundu. Neden muhteşem olduğunu düşündüklerine dair söyledikleri de muhteşemdi. “Koskoca başkan böyle bir şeyin emrini verdiğine göre…” cümlesi ile başlıyordu söyledikleri. Sonrasını kimse dinlemiyordu zira cümlenin öncesi yeterince iyiydi. Tartışmalar süredururken diğer ülkelerin başkanları, medyaları, stkları, bilim ve düşünce adamları da konu hakkında görüşlerini serdettiler. Hatta diğer başkanlar arasında çok sert açıklamalar yapanlar da oldu. Nihayetinde sertlik sertliği doğurdu ve epeyce büyük bir anlaşmazlık baş gösterdi. Anlaşmazlıkların çözümü tarih boyunca hep bir mücadeleye çıkardı. Mücadele bir tür savaş demekti. Demek sonunda savaş çıkacaktı. Ama çıkmadı. Noksan akıllar daha pratik bir çözüm önerdi. Sonunda başkanlar arası bir güreş turnuvası düzenleyerek bu tartışmanın nihayete erdirilmesine karar verildi. Güreş turnuvası mekânı ise Hint okyanusu ortalarındaki bir adacık olarak belirlendi. Güvenlik nedeniyle kuş uçmaz kervan geçmez bir yer seçilmişti elbet. Dünyanın bütün ülke başkanları gemiler, uçaklar, helikopterler ile adacığa doğru yola çıktılar. Adada büyük bir şenlik havasında buluştular. Güreşin yapılacağı yer açık havadaydı, seyircilerin tamamı da başkanlardan, başkan yardımcılarından, başkan ve başkan yardımcısı özel kalemlerinden, özel kalemlerin yardımcılarından, özel kalem ve özel kalem yardımcılarının asistanlarından, asistanların asistanlarından, asistanların asistanlarının asistanlarından ve elbette İngilterör kraliçesinden oluşmaktaydı. İngilterör yıkılalı ve büyük Amarika’ya bağlanalı çok oluyordu ama kraliçe yine de ölmek bilmiyordu, bir zamanlar şahsi toprağı olan yeni Zeylanda’ya sürgüne gönderilmişti huzur içinde ölsün diye ama kraliçe orada da ölmemişti. Yeni Zeylanda’da koyun nüfusu insan nüfusundan çoktu. Kuzu eti ömrü uzatıyordu. Kraliçe de başkanlar düzeyindeki güreş turnuvasını seyretmeye gelmişti yani. Turnuvanın başlamasına tam bir dakika kala hafiften yer titredi. Herkes ürktü. Ertesi gün dünyanın öbür ucunda yayın yapan TV’lerin aktardığına göre dün o saatlerde Endenezya’da çok şiddetli bir deprem olmuştu ve bir saati bulmadan korkunç bir tsunami adacığı haritadan silmişti. Bütün dünya liderleri de böylelikle okyanusun sularında kaybolmuştu. Bunu İngilterör kraliçesi de teyit etti. Hayır o yine ölmemişti. Nasıl olduğunu kimse bilmiyor.