Bir Bey'in uyurken ağzından yılan giren adama eziyet etmesi

Kaplamıştı ovayı ağzından gelen öğürtü, Çıkardı ne koyduysa midesine iyi kötü. Bir de gördü ki ağzından çıkan yılandı, Bu dehşet ile o ulu beyin ayağına kapandı.
Kaplamıştı ovayı ağzından gelen öğürtü, Çıkardı ne koyduysa midesine iyi kötü. Bir de gördü ki ağzından çıkan yılandı, Bu dehşet ile o ulu beyin ayağına kapandı.

Bu manzarayı görünce sürdü hemen atını,Lakin hızlı çıktı yılan, bulamadı fırsatını.Pek akıllı idi, biliyordu bu işin ilacını,Şaklattı ensesinde püsküllü kırbacını.Başladı kaçmaya, kırbacın verdiği acıyla,Vardı bir vadiye elma dolu ağacıyla.En çürük çarıklarından seçti bir öbek elma,Dedi bunlardan yiyeceksin! Hiç çare arama!

Binmişti bir gün atına gün görmüş bir zât,

Gezinirken kırda, gördü uzakta bir ırgat.

Dalmış idi uykuya işten düşünce yorgun,

Uzanmıştı o anda nereyi bulduysa uygun.

Yaklaşmada idi bu garibe kara bir yılan,

Ağzından ha girdi ha girecek idi el-ân.

Bu manzarayı görünce sürdü hemen atını,

Lakin hızlı çıktı yılan, bulamadı fırsatını.

Pek akıllı idi, biliyordu bu işin ilacını,

Şaklattı ensesinde püsküllü kırbacını.

Başladı kaçmaya, kırbacın verdiği acıyla,

Vardı bir vadiye elma dolu ağacıyla.

En çürük çarıklarından seçti bir öbek elma,

Dedi bunlardan yiyeceksin! Hiç çare arama!

Sopa zoruyla tıktı ağzına elmaları bir bir,

Midesi doldu taştı, görmemişti böyle cebir.

Beyim, neden eylersin bana böyle bîdâd?

Böyle zulmetmedi ne Nemrud ne Şeddâd!

Kasdın şu değersiz canımsa bu yerde,

Vur kılıcını da dök kanımı bir seferde.

Bin lanet olsun şu sana çattığım saate.

Senden uzak duran kavuşur necate.

Bu senin yaptığını yapmaz gâvur bile,

Kitabına uydurmak ister, arar türlü hile.

Uydurur türlü türlü bahane peyderpey,

Bir cinayet, bir günah, az çok bir şey.

Koşarken kanlar bulamıştı yanağını,

Hey Allahım! Sen ver şunun müstehakını!

Binbir lanet okuyordu atlıya o arada,

Bey ise vurup diyordu: koş bu sahrada.

Yel gibi uçuyordu yedikçe sırtına topuzu,

Yere kapaklanıp da kalktığı geçmişti otuzu.

Karnı tok, yorgun ve uykuluydu,

Eli ayağı yüz bin yara iziyle doluydu.

Akşama kadar dikildi başında aynı Zebâni,

Nihayet kusmaya koyuldu, safrası olunca gani.

Kaplamıştı ovayı ağzından gelen öğürtü,

Çıkardı ne koyduysa midesine iyi kötü.

Bir de gördü ki ağzından çıkan yılandı,

Bu dehşet ile o ulu beyin ayağına kapandı.

Görünce bu çirkin yılanın kumpasını,

Unuttu o anda bütün derd ve tasasını.

Dedi ki sen muhakkak rahmet Cebrail‘isin,

Gördüğüm en hayırlı rüyaların tevilisin.

Ne kutlu bir saatmiş beni gördüğün an,

Ölüydüm, bağışladın bana yeni bir can.

Koştun peşimden nasıl ararsa yavrusunu bir ana,

Bense eşekler gibi kaçtım bir o yana bir bu yana.

Sahibinden kaçması eşeğin eşekliğindendir,

Sahibinin peşinden gitmesi ise melekliğindendir.

Bir fayda ümidiyle değildir asla düşmesi yola,

Parçalamasın eşeği der rast gelirse bir çakala.

Ne mutlu kişidir, kim görse mâh cemâlin,

Ne saadettedir kim bilir evlad ü iyâlin.

Pâk rûh bile övmüşken senin fıtratını,

Bense saçma sözlerle diledim firkatını.

Ey padişahlar padişahı, sözüm şudur şimdi;

Onları söyleyen ben değildim, cehaletimdi.

Bilmiş olsaydım işin aslından bir zerre,

Nasıl suçlardım seni böyle boş yere?

Verseydin bana eğer bir kinaye, bir işâret,

Nasıl edebilirdim ben sana hâşâ hakâret?

Oysa sükûtla büründün kızgın bir hâle,

Sen kafama vurdukça döndüm aptala.

Sersemledikçe aklım başımdan daha da gitti,

Zaten kıtdı ya, o kıt akıl da hepten yitti.

Artık affet beni ey işi de güzel yüzü de,

Bağışla deliliğimden söylediğim sözü de.

Bey dedi: Söyleseydim eğer hakiki umuru,

Ödün patlar da öylece kalırdın kupkuru.

Anlatsaydım bütün çıplaklığıyla yılanı,

Korkundan teslim ederdin o anda canı.

Mustafa buyurdu ki söylesem size hakikatle,

Canınızın içindeki düşmanı bütün serahatle,

En yiğitlerinizin bile kalmazdı kalbinde fer,

Ne yol yürüyebilirdi, ne iş tutabilirdi bir nefer.

Ne kimsenin gönlünde kudret kalırdı niyaza,

Ne dizinde derman bulurdu oruca ve namaza.

Kedi önündeki fare gibi çekilirdi o an canı,

Kurdun önünde kuzu gibi kalmazdı dermanı.

Ne yol yürüyebilirdin ne kalırdı mecalin,

Ben de sizi ketumlukla terbiye ederim.

Ebu Bekr-i Rebabî gibi susup kalmışım,

Davud gibi çeliğe çifte su salmışım.

Nice olmaz işlerin olura döner adı,

Tüyleri yolunmuş kuşun bile çıkar kanadı.

Çünkü yedullāhi fevḳa eydīhim makamındaydı,

Hak Teâlâ bizim elimizi kendi eli saydı.

Yani benim elim kolum çok uzundur,

Yedi kat göğü aşar, ondan da füzundur.

Elim feleklerin üstünde gösterir bak nice hüner,

Ey kârî, okusana Kuran’dan inşaḳḳa’l ḳamer.

Akıl nasıl kavrasın bunu, pek düşkündür.

Zayıflara kudreti anlatmak ne mümkündür?

Başını uykudan bir kaldırsan bulursun cevab,

Söz bitti artık, vallāhu aʿlemu bi’s-savab.

Kalmazdı dermanın yürümeye ve koşmaya,

Ne kurtlu elmaları yemeye ne de kusmaya.

Duymazdan geldim dilinden dökülen kebairi,

İçimden okuyup durdum rabbi yessiri.

İşin aslını söylemeye aman yoktu,

Seni öylece bırakacak da vicdan yoktu.

Yalvarıp dururdum uğrun uğrun,

İhdi ḳavmī innehum lā yaʿlamūn.

Adam dedi: Şimdi senin ayağına kapanıyorum,

Ey saadetim, bahtım, devletim, göz nurum.

Ey benim beyim, Allah senden olsun razı,

Gayrı hoş gör şükründen aciz bu ahrazı.

Akıllı adamın düşmanlığı bu nevdendir,

Onun zehri bile canlara neşvedendir.

Ahmağın dostluğundan ise zinhâr,

Ve ḳinā rabbenā azābennār.

  • *Mesnevi, 2. defter, 1878-1931. beyitler
  • Çeviri: Fatih Ermiş