Bir bilgelik ihlali olarak bilgi

Ne kadar fazla şey bilirsek o kadar az şey bildiğimizi görürüz.
Ne kadar fazla şey bilirsek o kadar az şey bildiğimizi görürüz.

Tekliğin sarmalayıcı kundağından ikiliğin tekinsiz boşluğuna düştük o elma ile. Fakat bu iyinin ve kötünün bilgisini ediniş, çıplaklığımızdan utanmayı bıraktıktan sonra bizde bir idrak kibrine dönüşmüş olacak ki bilgiyi tadan insan, tattığı kadarıyla bile bir tahakküm kurma çabası içerisine girdi.

Semavi dinlerin hepsinde insanın cennetten düşüşü ortak bir anlatıdır. Bu anlatılarda insan, bilginin bedelini öder. Yaratılan ilk insanlar başta türlü nimetlerle bezeli Aden cennetlerinde zamansızlığın ve ölümsüzlüğün tadını çıkarırlar. Onlara yalnızca bir ağaca dokunmamaları söylenir. Bu yasak ağaç iyinin ve kötünün bilgisini veren "bilgi ağacıdır."

"İyiyi ve kötüyü bilme ağacından kesinlikle yeme. Çünkü ondan yediğin gün hiç şüphesiz ölürsün." (Yaradılış 2:17)

Fakat insan bugün olduğu gibi o gün de hep içinde taşıdığı ve ona en büyük zulmü yapan nefsine yenik düşer ve bu yasak ağacın meyvesinden yer (Bu yasak ağacın meyvesinin incir, elma ya da buğday olduğuna ilişkin kaynaklar da mevcuttur.) Akabinde yaratılan bu ilk insanlar, ilk günahlarıyla birlikte kendi çıplaklıklarının farkına varırlar ve yaratıcı tarafından cennetten dünyaya indirilirler. (İnsan dünyaya fırlatılmış değildir, indirilmiştir) Buradan hareketle şu soruyu sorabiliriz: Bu meyveyi dişleyerek edindiğimiz bilgi ne tür bir şeydi ki bizim kendi farkımıza varmamızı sağladı ve bu bilgi içerisinde ne taşıyordu ki onun tadına varmışken cennette kalamazdık? Cennette hüküm süren yekparelik, zamansızlık, cinsiyetsizlik ve her şeyden evvel "ikiliksizlik" algısı bu bilginin, iyiyi ve kötüyü bilme ağacının tadıyla dağılmış, Âdem ve Havva için idrak, bilinç oluşmuş, cinsiyetlerinin ayırdına varmışlar. Bu idrak ile tanrısal olanın tekil yoğunluğundan, tekil kapsayıcılığından sıyrılmak ana rahminden ilk çıkış anımıza benziyor.

İsmet Özel'in "Dünyaya gelmek saldırıya uğramaktır." dediği şeye bu açıdan da bakabiliriz. Tekliğin sarmalayıcı kundağından ikiliğin tekinsiz boşluğuna düştük o elma ile. Fakat bu iyinin ve kötünün bilgisini ediniş, çıplaklığımızdan utanmayı bıraktıktan sonra bizde bir idrak kibrine dönüşmüş olacak ki bilgiyi tadan insan, tattığı kadarıyla bile bir tahakküm kurma çabası içerisine girdi. Sonlu bilgisine sonsuz anlamlar yükledi. Yukarıdaki yasak meyve anlatısına bir yönüyle benzeyen bir başka örnek de Yunan mitolojisindeki Prometheus anlatısıdır. Bu anlatıya göre Prometheus, tanrısal düzene karşı çıkarak insanoğlunu yaratır ve ona yaratıcılığı, bilimi, uygarlığı temsilen ateşi verir. Zeus bunun intikamını Pandora ismini verdiği bir bakireyi insanların yanına yollarken onun eline tutuşturduğu kutu ile alır. Pandora'nın kutusunda kötülükler ve ızdıraplar vardır. Bilgi bu mitolojik anlatıda görüleceği üzere uğruna savaşılan, onu elinde tutana güç veren fakat bir o kadar da yakıcı bir şeydir.

Cioran Zamana Düşüş adlı eserinde şöyle diyor: "Bir bilgelik ihlâliyle Yaratıcı'nın bize pay ettiği cehalet yeteneğine sadakatsizlikle başlamış bir kariyerden başka ne beklenir?" Bilgi, bir bilgelik ihlâlidir. Çünkü doğa bilgedir. Bilgi bizi doğadan sıyırır, aklımızı elimize baston yapıp verir, oysa aklın yürüyüşü aksaktır. Bu aksaklıktan tanrılık devşiririz. Atakan Yavuz şöyle diyor: "Bilmeyi de dileme, insan bildiklerinin kurbanıdır. Bilgi uzağa gidemeyelim diye verildi bize; yanalım diye, burada kalalım, özlemeyelim diye. Gitmek bildiklerini unutanların harcıdır. İbrahim'e de ateşin yakıcı olduğu öğretilmemişti. Ateş bunun için yakmadı onu." Ancak öğrendiğimiz şey yakar bizi. Saat icat olmasaydı muhtemelen zamandan bu denli korkmazdık. "Bilgi hayattaki asıl amacımıza karşı dikkatimizi dağıtır. Ne kadar fazla şey bilirsek o kadar az şey bildiğimizi görürüz." Diyor Tarkovski de bir röportajında. Zaman bu denli hızlanmadan evvel bilgi ile kurduğumuz ilişki nispeten insanî bir düzeydeydi.

Bilgiye erişmek için ödenen bedel bu süreçte insanı dönüştürdüğü için, bilgi sahibi insanda bir "pişme" söz konusuydu. Bilginin yakıcılığını idrak eden insan, bilgiyi bir iktidar vesilesi kılmıyordu. Kısacası bedeli ödenen bilginin ve çilesi çekilen fikrin korkutucu bir tarafı yoktu. Matbaanın ortaya çıkışı, yazılı kaynaklara hemen herkesin ulaşabilir oluşu, okuma yazmanın yaygınlaşması ile bilgi ateşinin en yakıcı kısmı bir vitrin süsü gibi ortalarda dolaşmaya başladı. Artık bilgi edinmek bir dönüşüm, başkalaşım süreci gerektirmiyor. Evlerimizde oturup tek bir tıklama ile insanlık tarihinin her türlü kaynağına erişebilir hâldeyiz. Peki, bu bir tık ile erişilen şey, insanı dönüştürmeyen, tefekküre yöneltmeyen hap bilgiler gerçekten bir "bilgi" midir? İnsanın sınanış vasıtalarından en önemlisi zamandır. Nasıl ki elektrikli ısıtıcılarda zamandan tasarruf edilerek kaynayan su, zamandan kaçmanın bir yolunu bulduysa insanlar da tez zamanda pişip olgunlaşmanın, yoğun bilgi yüklemesine emeksiz ve zaman harcamadan erişmenin bir yolunu buldular.

Bir şey zamandan kaçabiliyorsa kendi özünü tahrip ediyor demektir. Bizim edindiğimiz şey bilgi değil tahrip edilmiş bir aktarım, olsa olsa bir malûmat.

Oysa bu ateşin dönüştürücü gücünden, sineye işlemesinden, insanın içine sinmesinden uzak bir yol. Bir şey zamandan kaçabiliyorsa kendi özünü tahrip ediyor demektir. Bizim edindiğimiz şey bilgi değil tahrip edilmiş bir aktarım, olsa olsa bir malûmat. Edindiğimiz bilgi, bizi cennetten düşürmüyor. Hepimiz zorunlu bir eğitime maruz kalıyoruz. Modern eğitim sistemi insanı sadece geçici bilgi taşıyıcısı kılıyor, bir tür hafıza tatbikinden geçiyoruz. Hafızamız sınanıyor. Hafızası bir yükü taşıyabilen başarılı addediliyor. Mezar taşlarını okumanın dinen hoş karşılanmadığı söylenir, bunun sebebi hikmeti ise zihni boş seylerle doldurmamak, gereksiz yere zihne bir bilgi girişinin olmasını engellemektir. Bu mezar taşını güncelleyelim, Twitter, diğer sosyal medya araçları, bilboardlar, telefon ekranımızda aniden beliren reklamlar, el ilanları, evde fonda usul usul konuşan ve hiç susmayan o televizyondan kulağımıza çalınanlar, WhatsApp durumları, storyler, kitap ekleri, dergiler, her an her yerde maruz kaldığımız koca bir enformasyon çılgınlığı.

Artık her şey öğrenilebilir, her şey açıklanabilir. Hap bilgiler, cep kitapları, hızlı okuma kursları. Sezgi yok, tefekkür yok, sıkılmaktan bir şeye uzun uzun bakmak öyle bakmak ki sonunda o eşyanın sırrına vakıf olmak yok, gizem yok, çözülememiş sır yok. Her şey ortada, her şey erişilebilir, her şeyin izahı mümkün. B.Chul Han Şeffaflık Toplumu eserinde şöyle diyor : "Kelam mecazî olarak giydirilip kuşandırıldığında baştan çıkarıcı etkisi artar. Saklılığın olumsuzluğu yorum bilgisini erotik hâle getirir. Keşfetme ve çözme, haz dolu bir ifşa hâlini alır. Enformasyonsa çıplaktır. Çıplaklığı kelamın bütün cazibesini yok eder. Onu düzleştirir." Modern dünya artık çıplak, yediğimiz elma yüzünden çıplak. Üstelik Âdem gibi çıplaklığından utanmıyor, gizemsizliği ile övünüyor. Yediği elmayı yaratanı çoktan unuttu. Kendi gözlemimize, sezgimize güvenmiyoruz. Kullanılmamaktan zayıflamış bir kas gibi artık sezgilerimiz, üzerine basamıyoruz, bacaklarımız titriyor. Başkalarının edindiği bilgiye, söylediklerine öyle çok dayandık ki düşünmeyi unuttuk. Bilgi dediğimiz şey artık profesyonel düzeyde bir atıf kabiliyeti ve ansiklopedik bilgi intihâli. Bir ağaca bakıp türünü, yaşını, faydalarını sayıp dökebiliriz ama bir ağaç gözünden bakamayız. Oysa insanı eşrefi mahlûkat kılan bilgi burada başlıyor, gerisi malûmatfuruşluk.

***

Yazıyı Eliot'un şu dizeleriyle bitirelim:

  • Kartal en doruk noktasına süzülüyor göklerin
  • Ardı sıra köpekleriyle gidiyor avcı
  • Kümelenen yıldızların daimî inkılâbı
  • Daimî tekerrürü mukarrer mevsimlerin
  • Baharın ve güzün dünyası, doğumun ve ölümün!
  • Fikir ve eylemin sonu gelmez çevrimi,
  • Sonu gelmez icat, sonu gelmez deney,
  • Hareketin bilgisini getirir, sükûnunkini getirmez;
  • Konuşmanın bilgisini getirir, sükûtunkini getirmez;
  • Getirir bilgisini kelimelerin,
  • Getirmez hiçbir şey Kelime'ye dair.
  • Bütün bilgimiz cehaletimize daha çok yaklaştırır bizi,
  • Ölüme daha da yaklaştırır bizi bütün cehaletimiz,
  • Fakat ölüme yakınlık daha yakın olmak değil Tanrı'ya.
  • Yaşamakta yitirdiğimiz hayat nerede?
  • Nerede bilgide yitirdiğimiz hikmet?
  • Ya malûmatta elden kaçırdığımız bilgi?
  • Yirmi asırlık çevrimleri göklerin
  • Tanrı'dan uzaklaştırıp toprağa çiviledi bizi.