Bir İtalyan

John Fante
John Fante

Toza Sor, Bunker Tepesi Düşleri, Üzümün Kardeşliği ve diğerlerinden tanırdınız Bandini’yi. Adı Henry de olsa fark etmez Bandini’dir o, bilirdiniz. Çocukluğu, ilk gençliği, düşleri, mutfakta annesi, taş ustası öfkeli babası, kardeşleri, yazma çabası hep oradadır. Kusurları ve tüm gerçekliğiyle. Eğip büker, esnetir eşyayı ama gölge düşürmez gerçeğe. Samimi, dürüst, neşeli ve gülünçtür o. Bizi böylece kendi hikâyesine bağlar.

Baktığım yerde servisler ve standart arabalar vardı. Görünürde böyleydi her şey. Yani birine sorsanız orada servisler ve arabalar var derdi size. Servisler, beyaz arabalar, standart. Ford’lar görüyordunuz, Doblo’lar. Göz alıcı arabalar bu saate çıkmaz sokağa. Görünürde böyleydi işte. Hikâyesiz. Sahtekâr dünya henüz uyanmamıştı. Binalar, reklam panoları yaldızsızdı. Bazı balkonlarda hercai menekşeler.

Bandini’yle söyleşiyordum ben. Arturo Bandini’yle. Toza Sor, Bunker Tepesi Düşleri, Üzümün Kardeşliği ve diğerlerinden tanırdınız Bandini’yi. Adı Henry de olsa fark etmez Bandini’dir o...


Kaybolan kelimeler. Garsonlar çakmıyordu durumu. Bandini’yle söyleşiyordum ben. Arturo Bandini’yle. Toza Sor, Bunker Tepesi Düşleri, Üzümün Kardeşliği ve diğerlerinden tanırdınız Bandini’yi. Adı Henry de olsa fark etmez Bandini’dir o, bilirdiniz. Çocukluğu, ilk gençliği, düşleri, mutfakta annesi, taş ustası öfkeli babası, kardeşleri, yazma çabası hep oradadır. Kusurları ve tüm gerçekliğiyle. Eğip büker, esnetir eşyayı ama gölge düşürmez gerçeğe. Samimi, dürüst, neşeli ve gülünçtür o. Bizi böylece kendi hikâyesine bağlar. Bağlandım. Bandini bütün hikâyeleriyle karşımdaydı işte. İtalyan, yoksul, ayrık, çoğunlukla uyumsuz, ama hayatın içinde. Yazarlık yolunda mücadelesine şapka çıkarıyordum.

Üstelik sabır, erdemlerinin sonuncusuydu. Sabırla bekliyordu. Müthiş. Kelimeler bir gün gelecekti, kelimeler bir gün… İki masa öteme bej rengi saçlarıyla bir kadın oturdu. Yılan derisi cüzdanını ve anahtarlarını bıraktı masaya. Kadınlara takıklığı dışında, yani bu bir sıkıntısıysa başka sıkıntılı yanı yok Bandini’nin. Onun durumundan bakınca pek tabii bir durum. Anlatımı çocuksu, genç, içten. Muhteşem çuvallar ve sade anlatır. Kendini yeterince tekmeliyor gerektiğinde. Bazen bir yurtta, çoğunlukla soğuk bir otel odasında evden kilometrelerce uzakta tutunmaya çalışıyor hayata. Bandini, dostum. Portakal ve sandviç yiyerek yapıyor bunu. Bazen bilardo masalarına yaslanıyor, bazen konserve kutularına. Görseniz, içiniz ezilir. Garson “Ne alırdınız?” dedi sarışına. Kahvaltı tabağı lütfen. Ben “her zamankinden” dedim. Başını eğerek uzaklaştı iki metrelik oğlan. Bandini’yle ilk Bunker Tepesi Düşleri’nde tanıştım. Hikâye peşinde. Dert bir. İnancı, sınanmaları, hayal kırıklıkları Hollywood belası, basılmayan öyküler, yazılmayan senaryolar, hepsi neşeyle yanımızda.

Toza Sor, Bunker Tepesi Düşleri, Üzümün Kardeşliği ve diğerlerinden tanırdınız Bandini’yi.
Toza Sor, Bunker Tepesi Düşleri, Üzümün Kardeşliği ve diğerlerinden tanırdınız Bandini’yi.

Dertleştik onunla. Karşına bin tane hikâye çıkıyor, ama kelimeler, o kör olmayasıca kelimeler bir türlü gelmek bilmiyor ha? Zihninde pempe yeşil sarı filmler akıyor, ama hiç biri renklendirmiyor kâğıdı. Gözlerin doluyor, ellerin kucağında, kâğıt ıslak. Ne ızdırap, ha? Kelimelerden kan damlıyor! Tam da bu sevgili dostum. Kelimelerden kan damlıyor. Bandini’ye yakınmaktan utanır insan. Çünkü o çok pis sürünüyor. Yengeçlere bile av oldu garibim. Doktor Allah’tan baktı ona, temiz giysi verdi. Beş parasız geçiriyor günlerini. Komilik de yapıyor, balıkçılık da editörlük de. Kendisini tiye alarak, dalgasını geçerek, ezikliğine bile gülümseterek, gülümseyerek yapıyor. Yoklukla sınandı. Sonra da hazla. Bir sahil kasabasına gitti. Havalara girdi. Kelimeler de alıp başını gitti. Şehre döndü. Hollywood’a bulaştı. Deli gibi senaryo yazmak istedi. Ailesine arkadaşlarına kardeşlerine kendini ispatlayacaktı. Acayip para kazanıyor şimdilerde. Gazetede bir söyleşi lütfen...

  • Bi’ partide züppenin birini fena bozdu. Yumruk yedi. İşe yaramaz adamın tekiydi babasına göre. Annesi hep taptı ona. Para gönder bize dedi, bakkala borcumuz var. Ben en azından hiç aç kalmadım. Yağmur yedim, ıslandım, aldandım, üşüdüm o kadar. Ama ızırap ızdıraptır. Bu bizi birbirimize bağlar. Bağlandım.

Bazıları Toza Sor der, muhtemelen erkekler, ben Bunker Tepesi Düşleri derim, Gençliğin Şarabı derim. Üzümün Kardeşliği sonra. Derim de derim. İlkler başkadır. Garson gülen gözleri ve dişleriyle kahvaltı tabağını sundu sarışına. Başka bir şey? İşler yolunda gitmeyince ilk fırsatta ailesini suçlar insan. Şöyle olsaydı böyle olmasaydı. Yaparız bunu. Kim yapmaz? Öfkeleniriz, kapıları çarparız. Bandini ailesini, memleketini suçlamaz. Kızmaları çocukça sövmelerden öte gitmiyor. Geri döneceği yer yuvasıdır bilir o. İtalyanlığından utanıyor bazen, utanmasını bile sever. Anlıyor kendisini. Sevmekten hiç vazgeçmedi. Herkesi affetti yazdıkça. Dilini, esprilerini, hikâyelerini, yaşadıklarına borçlu. Başarmıştır çünkü o.

Sevmekten hiç vazgeçmedi. Herkesi affetti yazdıkça.

Hadi ama başardığını biliyoruz Bandini. Hepsi müthiş kitaplar. Şanslısın, Fante harika yazıyor. Başaracağını sezmiştin değil mi? Böyle olunca nefret edemezsin. Bitiyorum anlatılarına. İlk öykün yayınlandığında ne yaptın, ne yaptın söylesene? Zıpladım amuda kalktım, parende attım ve iki salto... Hayır hayır, bunlar Jennifer’a çektiğin numaralar. Rezillik. Budalanın tekiydim. İlk kazandığım parayla kıyafetler aldım. On numara beş yıldız kıyafetler. Sen? Beyaz spor ayakkabılar mı? Harika. Orada oturmuş bütün bu konuşmalar akıyordu vagon vagon.

Sarışın kadın ekmeğine çikolata sürüyordu. Hem de kaç kat. Garson kollarını kavuşturmuş sahada gerinirken, işaret parmağımı kaldırdım. Yine mi çay? Sarışın arkasına dönüp masama baktı. Anlayışla cevap verdim: Evet, yine çay, ehe ehe. Bandini’ye göz kırptım. Ee, ne diyordun? Bin defa red yedim. Kaç kere odama gidip daktilonun başına oturdum biliyor musun? Kaç kere yüzleştim o canavarla ha? Sayfalar dolusu hayal kırıklığı. Gürültü yoktu.

Bayan Flores’in ayak seslerini saymazsan, hani Cristo’ya tapan. Cristo onu gördükçe sinir oluyor. Düşünsene Cristo’nun Amerikalı sarışın bir düşü var. Onun için mektup bile yazdım. Annem beni affetmez. Ama on dolar iyi para. Dur bir dakika. Sarışın elindeki çikolatalı ekmekle bana doğru yürüyor. Garson da peşinden. Cüzdanımı çıkardım. Deste deste beşlikleri gösterdim. Bu beşliklerle latte de alırım pasta da. Benimki bilinçli açlık. Buna en çok garson şaşırdı. Bandini’ye gülümsüyorum şimdi. Kendisine sunulan nimetleri, neşeyi kaçırmaz Bandini. Ailesini, fakirliğini içtenlikle kucaklar. Yok demez. Tepmez. Hazmeder ayrı bir ırktan oluşunu. Kaçabilir ama gitmez. Döndüğünde yine eski Bandini’dir. Eski kıyafeleriyle eski Bandini. Ailesinin işe yaramaz mız mız sıradan sevgili çocuğu. Hangimiz öyle değiliz? O zaman “siz buyrun” dedi şarışın. Buyrun buyrun, dedi garsona. Oğlanın gözleri parladı. Ağzında çikolatalı ekmeği ellerini çırptı. İki adım atıp havada topuk tokuşturdu.

Dertleştik onunla. Karşına bin tane hikâye çıkıyor, ama kelimeler, o kör olmayasıca kelimeler bir türlü gelmek bilmiyor ha?
Dertleştik onunla. Karşına bin tane hikâye çıkıyor, ama kelimeler, o kör olmayasıca kelimeler bir türlü gelmek bilmiyor ha?

Sahasına dönen iki metrelik oğlanı görmeliydiniz. İşte orada oturmuş bütün bunları düşünüyordum. Fante harika yazıyor, diyordum. Bandini olup bitene rağmen vazgeçmiyor. Tıkanmıştım. İçimdeki tıkanıklığı açmanın bedelini sordum Tanrı’ya. Siz çok istediniz diye bir anda açmazdı, büyümezdi çiçekler. Kelimelerin çiçeklerden ne farkı var. Siz istediniz diye üşüşmezler kâğıda. Yes, dedi Bandini. Si, si, si. Hadi gel dua edelim: “Sana ne yaptım Tanrı’m. Neden cezalandırıyorsun beni? Tek istediğim yazmak. Birkaç arkadaş, avareliğimin son bulması. Huzur ver bana Tanrı’m. Değerli bir insan yarat benden. Şu daktilonun şarkı söylemesini sağla. İçimdeki şarkıyı bul. Bana iyi davran, çok yalnızım.” Sıra sende, dedi bana. Sıra bendeydi. Bir elim başımda öne eğilerek baktım dostuma.

Duası kabul olmuş müthiş bir kahramandı o. Bir zamanlar onun ve çoklarının kıvrandığı gibi kıvrandım. Tanrım Fante ne acılar çekti. Ben de az acı çekmedim hani. Düşünürsen yani. Bu bana merhamet etmen için büyük bir sebep. Sisin içinde yitmiş kelimeler. Sisi kaldır Tanrım. Devam ettim. Kirlenmiş cam var aramızda. Camı parlat. Sen harikasın. Ben berbat. Bandini mi? Evine döndü en son. Etraf hareketlenmiş, tabelalar yaldızlanmıştı. Alımlı arabalar boy göstermiş, ışıklar altında kayıyordu. Evine döndü Bandini. Annesinin iki metrelik sıcak baharatlı mutfağına. Bandini herkesten zengin. Kendinden geçmiş tereyağı ve sütle hazırlanmış gnocci yiyor şimdi. Sonrası için de patlıcan hazırlıyor annesi. Patlıcan ve et kokusu perdelere sindi. Yuvarlak mor mucizeler o kadar lezzetli ki Bandi’nin içinden ağlamak geliyor, ağlamak…