Boston Limanı'nda bir sabah

Amerika berbat bir fikir ve biz bu fikre ikna olmayı reddediyoruz.
Amerika berbat bir fikir ve biz bu fikre ikna olmayı reddediyoruz.

4 saatlik uzun bekleyişin ardından, yaklaşan İngiliz gemileri ufukta görünür. Bu sırada limanda oluşan o büyük hareketlilik, aynı anda ortalığı kaplayan müthiş sessizliğe karışır. 5 bin kişilik kalabalık, limana yanaşan gemiye doğru yürümeye başladığında, Boston Limanı'ndaki tedirgin edici heyecanın dozu Londra'dan bile hissedilmiştir. Master Humphrey's Clock dergisinde tefrika edilen Antikacı Dükkânı adlı Dickens romanının en can alıcı kısmının yayımlandığı 71. sayıyı taşıyan gemidir gelen. Limanda bekleyen 5 bin kişilik okur ordusunun aklında sormaya korktukları tek bir soru vardır aslında.

Boston Limanı'nda, büyük ve meraklı bir kalabalık. Tuhaf bir endişeyle örülmüş heyecanları yüzlerinden okunuyor hepsinin. Burası başka bir Amerika. Evet, Büyük Britanya'dan gelecek gemiler bekleniyor, hava hafiften sisli ve gökyüzü yağmura hazırlanıyor. Başka bir Amerika'da akşam saatleri. 4 saatlik uzun bekleyişin ardından, yaklaşan İngiliz gemileri ufukta görünür.

Charles Dickens'ı anlamaya başlamanın ilk durağı.
Charles Dickens'ı anlamaya başlamanın ilk durağı.

Bu sırada limanda oluşan o büyük hareketlilik, aynı anda ortalığı kaplayan müthiş sessizliğe karışır. 5 bin kişilik kalabalık, limana yanaşan gemiye doğru yürümeye başladığında, Boston Limanı'ndaki tedirgin edici heyecanın dozu Londra'dan bile hissedilmiştir.

Master Humphrey's Clock dergisinde tefrika edilen Antikacı Dükkânı adlı Dickens romanının en can alıcı kısmının yayımlandığı 71. sayıyı taşıyan gemidir gelen. Limanda bekleyen 5 bin kişilik okur ordusunun aklında sormaya korktukları tek bir soru vardır aslında. Gemi limana yanaşmış, ancak henüz demir atmamıştır. Kalabalıktan biri büyük bir cesaretle güverteye doğru bağırarak sorar; "Heyy, Nell öldü mü?" Derin bir sessizlik kaplar gökyüzünü. Havadaki sis biraz daha ağırlaşır. Birkaç kanat sesi duyulur. Ve cevap gelir güverteden, kırgın bir ses tonuyla; "Evet. Nell öldü!" Limanda bekleyen devasa kalabalıktan ağlama sesleriyle karışık bir uğultu yükselir o anda. Boston Limanı'nda bir sabah. Charles Dickens'ı anlamaya başlamanın ilk durağı.

Amerika'nın İcadı ve Unutma'nın sosyolojisi

Amerika berbat bir fikir ve biz bu fikre ikna olmayı reddediyoruz. Buraya kadar tamam. Bu yarı-ülke belki en fazla Emir Bereket'in dizeleriyle anılmayı hak ediyor. Burası da kabul. Ama bize bazı adres tarifleri gerekiyor yine de. Susan Sontag'ın bir söyleşisinde rastladığım şu satırları mesela;

  • "Çünkü Vietnam'ım tersine, burası ‘gerçek' bir ülke değil, tam tersine uydurulmuş, zihinde kurgulanmış bir yarı-ülkedir Amerika. Çoğu Amerikalı, Amerika'ya gelme kararını geçmiş ile bağlarını kesmek üzerine vermiş göçmenlerin çocukları ya da torunlarıdır. Eğer göçmenler geldikleri ülke ya da kültür ile bağlarını bir şekilde korudular ise bile bu son derece seçici bir eylem olarak kaldı. Ana dürtü unutmaktı. Ben yedi yaşında iken hayatını kaybeden babaanneme nereden geldiğini sormuştum. "Avrupa" demişti. Altı yaşında bir çocuk için bile iyi bir cevap sayılmazdı bu. Ben de "Ama neresi, büyükanne?" dedim. Biraz rahatsız olmuş bir şekilde "Avrupa" diyerek tekrarladı. Ve bugüne kadar babamın akrabalarının hangi ülkeden göç ettiğini bilmem. Ama onların fotoğrafları bende var, kendimi içinde bulduğum, onlara dair bilmediğim ne varsa tümüne dair gizemli ıvır zıvırlara benzeyen fotoğraflar"

Sonsuzluğun samuray'ı mişima ya da boşluk algısı

Yukio Mişima'nın eğitimleriyle bizzat meşgul olduğu dünyadaki en küçük ama ruhuyla en büyük ordu dediği "Kalkan Cemiyeti" adlı özel birliğinden 4 üyeyle birlikte planlı olarak gittiği Savunma Bakanlığı'na bağlı askeri garnizonda bir generali rehin aldıktan sonra, bahçede toplanmalarını istediği askerlere hitaben yaptığı balkon konuşmasında söyledikleridir:

  • "Biz Japonya'nın refah sarhoşu olduğunu ve ruhsuzluk içinde mahvolduğunu görüyoruz… Ona kendi suretini tekrar göstereceğiz ve bunu yaparak öleceğiz. Sizin için, ruhun öldüğü bir dünyayı kabullenirken, sadece yaşamanın önemli olması mümkün müdür?.. Ordu kendi var olma hakkını inkâr eden o antlaşmayı koruyor… (1 yıl önce yenilenmiş olan Japonya-ABD antlaşmaları) 21 Ekim 1969'da ordu Japonya'da iktidarı ele almalıydı ve anayasanın gözden geçirilmesini istemeliydi. Japonlar olarak temel değerlerimiz tehdit altındadır. İmparatorun artık Japonya'daki doğru yeri kalmamıştır…"

Bu konuşmadan sonra Mişima tekrar içeriye girer, yere oturur ve kısa kılıcıyla karnını deşerek o hep arzuladığı seppuku ritüelini gerçekleştirir. Samuray geleneklerine göre kafasının uçurulması gerekmektedir, önce yoldaşı Morita dener ama yapamaz, elleri titrer ve kanlar içindeki Mişima'nın ensesine iki üç yarık açabilir sadece. Sonra diğer yoldaşı Furu-Koga alır kılıcı eline ve tek vuruşta Mişima'nın acılarını dindirir. Sandalyeye bağlı rehin general bir Budist duasını mırıldanıyordur sessizce; Namo Amida Butsu!