Bütün ölümlerimle aynı arabada

Marşı olanın kavgası da olur. Marşı olanın saati ve haritası da olur.
Marşı olanın kavgası da olur. Marşı olanın saati ve haritası da olur.

Savaşım olsa marşım da olurdu, demiyor şair; marşım olsa savaşım da olurdu, çünkü ancak ölülerin yönetimindeki dirilerin bir marşı olabilir. Marşı olanın kavgası da olur. Marşı olanın saati ve haritası da olur. Yani aslında şiirin varsa “yer ve tarih” belirtmesen de olur. Geleceğin seni ne zaman ve nerede beklediği bilgisini ancak unutarak öğrenebilirsin. Bilgi bir refleks hâline gelene kadar unutarak.

Pavese’nin, 30 Mart 1944’te, henüz bir otel odasında hayatına son vermeden altı yıl önce yazdığı günlüğünde karşılaştım onunla. “Ebedi şimdi”den bahsediyor, eylemek değil olmaktır esas olan, köklerimiz zamanda değil ebedi şimdidedir. Her şey orada gerçekleşir, diyordu Romano Guardini.

Guardini’nin bıraktığı yerden bir şiirle devam ediyorum şimdi. Yolun geri kalanını şiirle devam etme ayrıcalığı, bu aşamanın başka türlü geçilemeyeceği hakikati, ulaşılacak noktanın kendisinden bile önemli olabiliyor.

Yıllar önceydi belki de yıllar sonra, kafamda beyaz bir baret ile tozun, terin ve sesin karıştığı bir ıssızlıkta dolanıyorum.

“Bütün ölümlerimle aynı arabadayım, Kutadgu Bilig işte bu.” Böyle başlıyor Enes Kılıç’ın “Kurşun Geçirmez” şiiri. Bir vantuzun fanusun içindeki havayı çekmesi gibi, zamanı ayaklarımın altından çekmesini beklerim iyi bir şiirden. Bu kez de öyle oldu. Ellerim saçlarımın arasında kaybettiği bir anı, bir dokunuşu, kesintiye uğramış bir tekrarı arıyor. Yıllar önceydi belki de yıllar sonra, kafamda beyaz bir baret ile tozun, terin ve sesin karıştığı bir ıssızlıkta dolanıyorum. Kalasların, mazotun iç kanama gibi süzüldüğü toprağın ve yılan gibi kıvrılan kabloların arasında bir dikkatsizlik anıtı gibiyim.

İnsanlar bana göre kerteriz alarak kendilerini güvenli bir alana çekiyorlar. Bunu fark ediyorum, bu fark ediş kendimi güvende hissetmeme yol açıyor. Temel çukurunun içinde sıralı ve düzenli naralara kulak kabartıyorum. Havaya kalkan çekiçler, ağızdan çıkarılan çiviler ve bir erkeğin gücünü dünyaya uygulaması. Üç kişiler. Dünyayı vura vura ekmeğe çeviriyorlar. En yaşlısı ritmi belirliyor. Ondan daha genç olanı yeni edinilmiş ustalığın küstah kıvraklığında. Bıyıkları henüz terlemiş olan ise diğer ikisine göre kendisini ayarlamaya çalışıyor, ürkek ve sinirli. Yaşlı olan kafasını kaldırıp bana bakıyor: “Şef, paydos mu?”

Kırmızı ışıkta durunca bu kez bana dönüyor.
Kırmızı ışıkta durunca bu kez bana dönüyor.

Beyaz bir kamyonete doluşuyoruz. Baba, oğul, torun ve şef. Teypte cızırtılı bir kemençe sesi. Baba, dikiz aynasından şöyle bir arkaya bakıyor. Bana geçmişe bakıyormuş gibi geliyor. Oğlunun doğduğu ana. Sonra şerit değiştiriyor ve tekrar bakıyor dikiz aynasına. Torununu kucağına aldığını görüyor şimdide. Kırmızı ışıkta durunca bu kez bana dönüyor.

“Bütün hayatlarımla aynı arabadayız şef” diyor. “Kutadgu Bilig” bu mu acaba? Sağda durmasını söylüyorum. Ben henüz kendi hayatımla aynı istikamette gitmekten çok uzağım, başka hayatlarla aynı arabada olamam. Yarın görüşürüz, diyorum, yarın ne tarafta tam olarak bilemiyorum. Seyahatname bu mu acaba?

  • Ebedi şimdi içerisinde Enes’in şiiri devam ediyor.
  • Ha bütün ölülerimle aynı mezarda ha aynı arabada
  • Çünkü bir marsım olsaydı cebimde 35 lira
  • Bir marsım olsaydı bir savasım olurdu, karşılık verirdim bu öfkeye
  • Ama insan bütün ölüleriyle aynı arabadaysa,
  • Müzigin sesini kısmak gerekir.

Ben olabilmenin bilgisi, sadece benimle alakalı olamaz. Ben olmak, doğumum ile ölümün arasında bir varoluş hâli olamaz. Dikiz aynasından baktıkça başka dikiz aynaları görüyorum. Aynadan yansıyan benler arttıkça, ben kayboluyor. “Geleceğin, senin hizmetinin rehinidir.” yazar Kutadgu Bilig’de. Geleceği rehinde tutmak, garantiye almamak onu geçmiş ile birleştirir. “Ebedi şimdi”nin teşekkülü böyle meydana gelir. Yarın, kurtarılması gerekendir. Oluş, ancak eylem tekrarlarının kemikleşmiş mecburiyetiyle somutlaşır. Biz bütün ölümlerimiz ve bütün hayatlarımızla onu üzerimize giyeriz. Omuzlarımdan kayıp dökülen bir pelerin gibi değil bir tür zırh gibi. Savaşım olsa marşım da olurdu, demiyor şair; marşım olsa savaşım da olurdu, çünkü ancak ölülerin yönetimindeki dirilerin bir marşı olabilir.

Marşı olanın kavgası da olur. Marşı olanın saati ve haritası da olur. Yani aslında şiirin varsa “yer ve tarih” belirtmesen de olur. Geleceğin seni ne zaman ve nerede beklediği bilgisini ancak unutarak öğrenebilirsin. Bilgi bir refleks hâline gelene kadar unutarak.

Unuttuğumuz yerde Türk şiiri başlar.