Christopher Nolan’ın sinema evreni

Christopher Nolan
Christopher Nolan

Bir sektördeki müstesna ve tekrarlanamaz yaratıcılığa ve yorumlayıcı yeteneğe sahip kişileri tanımlayan "dâhi" terimi, müzikte Beethoven, Mozart, Vivaldi vb. ile ilişkilendirilirken çağdaş sinema söz konusu olunca Christopher Nolan, Scorsese ve Burton'ın da aralarında bulunduğu isimler için kullanılır ve bu yönüyle Nolan bu nitelendirmeye layık az sayıda yönetmenden biridir.

Ancak deha, sinema söz konusu olduğunda yönetilmesi son derece karmaşık bir terimdir. Bir izleyici için başyapıt olan eser, diğerini hayal kırıklığına uğratabilir veya bir filmin sanatsallığı ve zarafeti, izleyenlerin zevkine göre yönetmenin dehası ya da beceriksizliği olarak değerlendirilebilir. İngiliz yönetmenin dehası, onun yapıtlarını günümüz popüler kültürünün temel direkleri hâline getiren özelliklerine gelince birkaç alt başlık açmak yerinde olacaktır.

Gerçeklik, zaman ve hafıza

Insomnia, Memento, The Prestige, Inception, Interstellar ve Dunkirk son derece benzer temalar sunarken, Dark Knight üçlemesi özellikle de bir çizgi roman bağlamıyla zorunlu olarak ilintili oldukları için yönetmenin sanatsal ifade şeklinden kısmen kopuktur.

Bahsi geçen orijinal filmlerin her biri, kahramanı ve izleyiciyi gerçeklikten uzaklaşan, olayların gidişatını sorgulayan bir duruma sokar. Şüphe Follow ve The Prestige'de bir kişiyle, Insomnia ve Inception'da kahramanın ruhuyla ve Interstellar'da bilimle ilgilidir. Sürekli kendine soru sorma, kendini ilk bakışta geri dönüşü olmayan bir durumda bulma ihtiyacı, Nolan'ın eserlerine sürekli olarak kattığı kilit noktadır. Kahramanlar, gerçeklik ve hafızayla karmaşık bir ilişki sergiler ve yönetmen onların maceralarını zamanla oynayarak, doğrusal olmayan bir zamansal yapı kullanarak anlatmaktan hoşlanır. Memento'da Leonard Shelby anılarını, Insomnia'da Will Dormer eylemlerini, Domic Cobb ise Inception'da ruhunu sorgular. Temalar kendilerini tekrar ederken “zaman” da önemli bir rol oynamaya devam eder: Inception'da durur, Memento'da geri sarılır, Interstellar'da onu aşar ve Dunkirk ve Batman'de onunla rekabet eder.

Seyirciyi şaşırtmak ya da o "ne isterse" yapmak için kuralları yıkmaya çalıştığı bir sektörde Nolan’ın bulduğu üçüncü yol, yeni ve karmaşık bir şey yaratırken seyirciyi hazır duruma getirir. Yukarıda bahsedilen üç kavramı tekrar tekrar keşfederek hikâyeleri anlayabilir ve kahramanın içinde kendinizi görebilirsiniz. Bu üç yüz altmış derecelik işlevsel sistemde, seyirciyi ilgi çekici önermelerle eğlendirirken kâğıt üzerinde karmaşık ama takip etmesi kolay bir hikâyeyle şaşırtır. Inception'ın "üçüncü seviye rüyasının" ardındaki teoriyi sözlü olarak açıklamak karmaşıktır, tıpkı Interstellar'daki yüksek varlıklarla iletişim kurmak gibi. Ancak senaryo ve diyaloglar her iki noktayı da mükemmel şekilde netleştirir.

Nolan'ın filmlerinde kilit rol oynayan bir diğer nokta ise karakterleri ve izleyiciyi aynı seviyeye getirmek için kullandığı sergileme tekniğidir. The Prestige'de olayları anlatan illüzyonist John Cutter'dır; Inception'da rüyaya sızmanın her detayı genç Ariadne'ye başkahraman Cobb tarafından anlatılırken, Memento'da başkahramanın ileriye dönük hafıza kaybı hem Leonard'ın hem de seyircinin kafasını karıştırır. Momento da Lenny'nin olup bitenler hakkında hiçbir fikri yoktur ama karısına yapılan saldırının suçlusunu bulması gerektiğini bilir.

Bugün hâlâ tarihin en iyi süper kahraman temalı film serisi olarak kabul edilen Dark Knight üçlemesi için ayrı bir tartışma yapmak gerekiyor. Hikâyeleri kendisine ait olmasa da Nolan, klasik bir süper kahraman hikâyesinden kara tonlarda gerilim filmleri yaratmayı başarmıştır.

Tik, Tak: İlerleme hızı sanatı

Hollywood hakkında ne kadar alaycı hissederseniz hissedin, Joker'in çalıntı bir polis arabasının camından dışarı eğilip rüzgâra doğru gülümsediği bir filme kanmamak zordur.
Hollywood hakkında ne kadar alaycı hissederseniz hissedin, Joker'in çalıntı bir polis arabasının camından dışarı eğilip rüzgâra doğru gülümsediği bir filme kanmamak zordur.

Hızlanmayı son derece basit bir şekilde ifade edersek filmin olay örgüsünün ilerleme hızı diyebiliriz. Bir filmin ilerleme hızı -ya da süresi- çok yavaşsa izleyici sıkılma riskiyle karşı karşıya kalırken, hız çok yüksekse izleyiciyi çok fazla bilgi bombardımanına tutma ya da hikâyeyi vaktinden önce bitirme riski ortaya çıkar. Mükemmel temponun tam ortasında bir hız vardır ve bunu iyi bir senaryo ve harika bir kurgu belirler.

Her 15 dakikada bir kronolojik olarak bir öncekinin tersi bir sahneyle değiştiği film sondan başlar ve ortadan kısa bir süre sonra biter. Memento'da hikâye, yalnızca ilk izlemede tamamen anlaşılırken kahraman ve izleyici sürekli aynı seviyededir, gelişmeler çok önceden tahmin edilebilir.

Önemli olan hikâye değil, hikâyenin anlatılma şeklidir. Interstellar'ı harika yapan sadece temel fikir değil, aynı zamanda filmin sürekli olarak net ve ilginç olmayı başarması ve üç saatin bir parmak hareketiyle geçmesini sağlamasıdır.

Gözlerden kulaklara

Christopher Nolan'ın filmlerinin görüntüleri son yirmi yılda iki olağanüstü yönetmen tarafından yönetildi: Inception'daki çalışmasıyla 2011'de Oscar kazanan Wally Pfister (2000'den 2012'ye) ve eskiden beri birlikte çalıştığı Hoyte van Hoytema.

IMAX teknolojisine olan saplantının ve bazı yinelenen çekimlerin ötesinde, yönetmenin filmlerinin karakteristik noktalarından biri de ortamın görkemini ortaya çıkaran çekimler ve bunların büyüklüğü ile karakterlerin önemsizliği arasındaki ilişkidir.

Kara Şövalye’de Nolan, basit bir çekimle yüzü açık, elinde maske ve çantayla kavşakta duran yeni kötü adam Joker’in çılgınlığının altını çizer.

Müziğe gelince, Hans Zimmer'in yazdığı her nota, ekrandaki olaylarla mükemmel bir şekilde bağlantılıdır. Gözlerden kulağa, yani sinemada/evdeki koltukta otururken gördüklerimizden duyduklarımıza kadar Nolan filmlerinin tutkusu hissedilir.

Elindeki on filmle sergilediği az görülen ticari veya kritik başarı, 21. yüzyılın en büyük sanatçılarından birinin yeteneğinin bir başka kanıtıdır.

Kara Şovalye, 2008

Christopher Nolan'ın 1939'da Bob Kane tarafından icat edilen karakterlere dayanarak yaptığı ikinci filmi Kara Şövalye adalet, güç, kişisel ve kolektif sorumluluk hakkında güçlü bir senfonidir.

Amerika'nın teröre karşı savaşının da bir yansıması olan film, kişisel özgürlükler ve sivil güvenceler, adil olduğuna inandığımız bir dava uğruna ne ölçüde esnetilebilir? Daha güvende hissetmek için neyi feda etmeye hazırız? Hedefleri bizim için hâlâ anlaşılmaz olan bir tehdidi nasıl önleyebiliriz? Ve kişinin hayatta kalması söz konusu olduğunda ‘insan insanın kurdudur’ fikri gerçekten galip geliyor mu, yoksa dayanışma ve şefkat duygularına yer var mı? Bu etik sorular doğal olarak, 11 Eylül sonrasında vurgulanan, tüm Amerika'nın kahramana, takdir sahibi adama yönelik takıntısıyla iç içe geçmiş durumdadır.

Batman karakteri sınırsız olanaklara sahip, aynı zamanda kanun adamlarının güvenliğini ve vatandaşların kişisel özgürlüklerini riske atan, şiddet yanlısı bir kanunsuzdur. Bruce Wayne, sonunda silahsızlanıp kendisini Rachel'a adamak ve Gotham'ın asayişini kamu görevlisi iki kanun adamına Komiser Gordon ve Harvey Dent'e bırakmak istemektedir. Ancak hayalleri, Nolan'ın para ya da zafer için hareket etmeyen, kendisini polisin planlarına zarar vermekle sınırlayan bir anarşik olarak tasvir ettiği Joker'in mantıksızlığı nedeniyle alt üst olur. Pervasız, öngörülemez, anlaşılmaz ve korkutucu olan Joker, kendisini "Kaosun Ajanı" olarak ilan etmiştir. Burton’ın Joker'indeki pop havasından uzak, eğlence, zevk ve yıkıcı jestlerin olmadığı yüzündeki derin yaralar hiçbir zaman açıklanmaz. Çünkü Nolan bu kaotik karakterin ve onun yaralarının kökenleriyle ilgilenmez. Joker'in dehşetli yanı görünüşü değil, temsil ettiği, tereddüdü, ahlakı, anarşiden başka hedefi olmayan kitledir.

Adaletin temsilcileri, Batman'i şiddete son vermek için bir ittifaka ikna etmesi gereken Savcı Dent ve Komiser Gordon, tüm özverilerine rağmen kötülüğe boyun eğmek zorunda kalırlar. Kara Şövalye, bir yenilginin, Harvey Dent'in giderek cehenneme inişinin hikâyesidir. Tıpkı Prestij ve İnsomnia gibi Kara Şövalye de başarılı olmak için hayatlarını olmasa da itibarlarını sorgulamaya hazır karakterler arasındaki meydan okumayı anlatan destansı bir şiirdir. Roger Ebert'in dediği gibi Nolan'ın Kara Şövalye filmi, orijinal hikâyenin ötesine geçerek sürükleyici bir trajediye dönüşmüş, türü daha derin sulara taşımıştır.

Herkese kendi karakterini tanımlaması için bolca alan sunan senaryo sayesinde Christian Bale, Aaron Eckhart, Morgan Freeman, Maggie Gyllenhaal, Gary Oldman ve Heath Ledger karakterlerine derinlik ve inandırıcılık katmışlardır.

Hollywood hakkında ne kadar alaycı hissederseniz hissedin, Joker'in çalıntı bir polis arabasının camından dışarı eğilip rüzgâra doğru gülümsediği bir filme kanmamak zordur.