Çırpınırdı Karadeniz

cac
cac

Anadolu’nun birçok yerine ama galiba en çok Karadeniz’e ve daha da çok Trabzon’ahas baba-oğul mesafesinin ortadan kalktığı yegane anlardan birinin tadınıçıkaracaktım. Yarın yine borçları, geçim dertleri ve sair problemleri olan amaşampiyon oldukları gece kral olan Napolililerden biriydim; tıpkı babam gibi…

80’lerin sonları… Bizim takımın Avrupa Kupası maçı var. Fena halde heyecanlıyım. Maçtan çok babamla seyredeceğim için bu heyecan aslında. Çünkü çocuklar en çok birlikte maç seyrederken yakın olurlar babalarına. Belki de babaların çocukluğa en yaklaştığı anlar futbol maçları olduğu için. Hani ertesi gün yine geçim derdi, borçları türlü sıkıntıları olan ama o gece takım şampiyon olduğunda kral olan Napolili adam gibidir babalar maç seyrederken ve bütün o dağ gibi dertler kalkar ortadan; hiç değilse bir 90 dakika çocuklarıyla çocuk olurlar.

Köydeyiz ama lojmanda değil. Memleketten yüzlerce kilometre uzakta, hiç bir akrabamızın olmadığı bir köyde bir komşunun boş evini kiralayıp yerleşmişiz. Babamın tayini çıkmış şehir merkezine.

Ama inat etti gitmiyor. Muhtarla uzun süredir araları bozuktu. En son muhtar, Kenan Evren’e mektup yazıp şikayet etmiş “köyün yarısı ile kavgalı bu öğretmen bunu buradan alın, size çok duacı oluruz” diye dilekçe vermiş. Normalde Hakkari’ye falan sürülmemiz gerekiyor ama bir yandan hastalığı bir yandan da “kendi zindanda fikirleri iktidar” bir hareketin mensubu olması vesilesiyle bürokrasideki tanıdıkları tayini şehir merkezine aldırmışlar. Hayır, şikayet dilekçesinde babam için “komünisttir” yazmasa taşınırdık belki ama koskoca Zeki Hoca’yı devlet başkanına Komünisttir diye ihbar etmek olur mu? Al işte tuttu “laz inadı” ve gitmiyor adam. Trabzon’da neredeyse hiç “Laz” olmamasına rağmen neden Trabzonlulara “Laz” derler mevzuuna girmeyelim şimdi; en azından “inat” kısmı tutuyor. Bu muhtar ve kavga meselesi başlı başına bir film aslında. Düşünsenize yatılı okuldan her evci iznine geldiğinizde babanızın bu sefer kimle mahkemelik olduğunu öğreniyorsunuz. Misal ben daha ortaokuldayken hangi mahkeme hangi davalara bakar biliyordum. “Sarkom” un kanser olduğunu ve iğne yapmayı da lüzumundan erken öğrenen “kısmetli” çocuklardandım. Ama o gün bütün bunların anlamı yoktu çünkü babamla maç seyredecektim. Hem de bizim takımın Avrupa Kupası maçını… Ve hiç değilse bir 90 dakika yensek de yenilsek de babamla dertleşecek arkadaş olacaktım. Anadolu’nun birçok yerine ama galiba en çok Karadeniz’e ve daha da çok Trabzon’a has baba-oğul mesafesinin ortadan kalktığı yegane anlardan birinin tadını çıkaracaktım. Yarın yine borçları, geçim dertleri ve sair problemleri olan ama şampiyon oldukları gece kral olan Napolililerden biriydim; tıpkı babam gibi…

İllüstrasyon: Cemile Ağaç
İllüstrasyon: Cemile Ağaç

Maç başladı. Deplasmandaydı bizim takım ama onların seyircisi pek azdı. Bizim gurbetçiler kendilerine ayrılan alanı doldurmuş ve stadyumu bildiğimiz tezahüratlarla inletiyorlardı. Derken başka bir şey söylemeye başladılar. Babam “sus” dedi, sustum. “Koş sesini aç iyice televizyonun”, uzaktan kumanda yok tabi o zamanlar. Ben giderken babam da televizyondaki gurbetçi taraftarlara eşlik etmeye başladı. “Ah ölmeden bir görseydim, düşebilsem toprağına…” Televizyonun sesini sonuna kadar açtım ama ses gitti. Babam bağırdı “Oğlum açsana sesini”, “Açtım baba sonuna kadar”. Açtım ama ses yok. Sonra anladık TRT Ankara’dan sesi kesmiş. Gurbetçilerin söylediği marş yasaklılar listesindeymiş. Babam en tepedekilerden başladı sövmeye. Uzun bir listeyi hayırla yad etti. Maçın tadı kaçtı. Babam kızınca ben de kızdım haliyle ne olduğunu tam anlamasam da… Ama çocuk aklımla o marşın bizim takımın marşı olduğuna, Ankara’nın da İstanbul gibi bizi pek sevmediği için marşın sesini kestiğine hükmettim. “Hakemler gibi TRT’dekiler gibi bizi pek sevmiyor demek ki…” diye düşündüm İşin aslını anlayacak yaşa gelene kadar. O gün bugün bizim takım ne zaman Avrupa’da maç yapsa bütün gün Çırpınırdı Karadeniz’i dinleyerek hazırlanırım maça, birlikte seyredecek babam olmadan.

Geçen ay bir oğlum oldu. Şimdi Allah kısmet eder de büyüdüğünü görürsem, birlikte bir Avrupa Kupası maçı seyretmeyi hayal ediyorum. Dedesi ve amcası yanımızda olmasa da biz oğlumla televizyondan hatta kim bilir stadyumdan sesleneceğiz onlara; Ayrı düştük dost ilinden…