"Çölün derdini taşıyanlar" kervanı

Arşiv
Arşiv

Şair ve yazarlar, adeta dünyanın tüm dertlerini sırtlanmaya, sonra o dert için hüzünlenmeye yer arar gibi dolaşırlar her tarafta. Nerede “insana dair bir yara” varsa oradan kanarlar.

“Edebiyatçıların gönlü ağırdır, kırılmaya yer arar.” diye bir cümle epeydir dolaşıp duruyordu dilimde. Bir şeyler demeliydim bunun için derken acı bir tevafukla bu cümlenin çok daha kaliteli söylenmiş şekliyle sarsıldık. Sarsılmaya da devam ediyoruz.

“Bir kum tanesiyim ama çölün derdini taşıyorum.”

Kişi kendinden bilir de ondan mıdır bilmiyorum ama sanki sözün hizmetkârı kalem erbapları toplumun tüm kesimlerine nazaran daha kırılgan gelir bana. Tıpkı hemen üstteki Mevlana İdris’e ait enfes ifade örneğinde olduğu gibi… Adeta dünyanın tüm dertlerini sırtlanmaya, sonra o dert için ağlamaya, hüzünlenmeye yer arar gibi dolaşırlar her tarafta. Nerede “insana dair bir yara” varsa oraya takılıp oradan kanarlar. Naif yüreklerine her daim hüzün iliklidir şair ve yazarların. Kimi zaman her zerresiyle dışa vuran, kimi zamansa içlerinde yanıp içlerinde sönen bir ateş taşırlar.

Onlar arasında olan ya da olmak için çabalayan birisi olarak biliyorum ki son bir yılda içimizdeki ateş belki de hiç olmadığı kadar harlandı. Ağır gönüllerimizin ağrıları daha da artarken ardı ardına gitti güzel atların sahipleri. Koca bir edebi birikimin sahibi ve temsilcisi üstad Sezai Karakoç 16 Kasım 2021’de hep hazırlıklı olduğu ebedi âleme doğru yola çıktı. Tam da “Uzatma dünya sürgünümü benim!” seslenişine karşılık gelen bir gidişle kendine yakışır bir uğurlama eşliğinde gitti Üstad. O gidişin ardından sözlerde kalan mısra hep aynıydı: “Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır.”

Bundan sonrasında en çok söyleyeceklerimiz de vardı elbette. Hem de en derunundan, en anlamlısından…

“Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır.”

Üstad “sevgilisi”ne giderken edebiyatçıların yüreklerine hiç iyileşmeyecek büyük yaralardan birisi daha açıldı. Açılan o yaralar kabuk bağlamaya yüz tutacaktı belki ama bu kez daha gençliğinin bağrında, inanmış adamlardan biri ansızın terk etti bizi. 19 Nisan 2022’de hepimiz onun 43 yaşına, kara mı kara saçlarına ve “İzdiham”a dönüşen şiirlerine ağladık en çok. Gençlerin Bülent Parlak ağabeyi de artık “merhum”- lar arasına dâhil olmuştu. O gidince bu kez biz o genç merhumun şu dizelerine vurulduk bir kez daha.

“Yas tutan söyleyin başka ne tutsun Son kullanma tarihi geçmişken mecalimin Üstüme, iki beden dar gelir ölülerin elbisesi Ne zaman kalsam kendime hep Yanlış kuşlar uçar çocukluğumun üstünden Eski bir yetimden esinlenen çocukluğumun Şimdi ne anlatsam size tuhaf kaçar, susayım.”

Genç deyince yumuşayan yüz hatları bu kez gerildikçe gerildi. Kırılmaya müsait yürekler paramparça olup dağıldı. Ali Aydın’ın mısraları tüm hicran yüklü bulutlarıyla birlikte gelip kuruldu önümüze:

“Ben doğmadan,

Benden önce,

Önüm sıra,

Çok şairler,

Göçmen kuşlar göçtü sıcak diyarlara,

Hep, ama hep şairler öldü,

Bir de, Şiir yazılan sevgililer.”

Biz daha bu hicrana niyetlenecekken ertesi gün yani 20 Nisan 2022’de bu kez yine güzel insanlardan Hayrettin Orhanoğlu hoca savdı sırasını. Sanki bu gidişiyle “Aşkın Aynaları” adlı eserindeki şu ifadelerini tasdik ediyordu:

“Güneşin henüz uyandığı bir vakitte kanatlanan bir kırlangıcın rüzgârına tutunup bütün limanlara açılmadan evvel sessizliği de ve şüpheleri de geride bırakacağım.”

Evet, Hayrettin hoca da tıpkı genç şair Bülent Parlak gibi koyu bir sessizlik bıraktı ardından. İçten içe konuşan ama dışarıya alabildiğine derinleşen bir sessizlik… Üstad Karakoç’un mezar başında duranları da kaplayan o anlamlı sükûta artık hiçbirimiz yabancı değiliz. Zira biz edebiyatçıların ağır gönüllerine en iyi gelen merhemlerden birisi susmak… Biteviye… Hiç konuşmamak istercesine, ölüm denen yegâne gerçek karşısında sadece susup kalmak gelir içimizden. Ya da içimize sadece susmak kalır.

Sustuk epeyce bir vakit. Diller sustu ama kalemler daha çok konuştu. Nice güzel sözler söylendi gidenlerin ardından. Nice yeni şiirler yazıldı onlar için. Belki de edebiyatçı, şair ya da yazar olmanın ayrıcalığı ilk kez burada hissettirildi büyük bir gayretle. Zira gidene vefa bunu gerektiriyordu. Eğer ki hak etmişse güzel sözleri, o vakit dibine kadar övgüyü hak ediyordu artık. Zira övülmekten ötürü nefslerinin kabarma ihtimali yoktu hiçbiri için.

Yine buna da bunlara da alıştık, demeye dilimiz varmıyordu elbet ama öyle olmak zorundaydı, diyeceğimiz sırada yeniden sarsıldık. Tam Zarifoğlu’nu, Abdurrahim Karakoç’u hayırla yâd ettiğimiz vefat yıldönümlerinde hem de. Bu kez Mevlana İdris Zengin ağabeyimiz yaraladı yüreklerimizi. Yatmakta olduğu hastaneden güzel haberler geliyor, düzeliyor derken vefat haberi geldi. Biz yine derin bir sükûta hazırladık kendimizi. İşte onu ebedi âleme yollayalı beri bir iki gün oldu ve biz susmaya devam ediyoruz. İçin için, ağır ağır susuyor ve “fani âlem”de kendi sonumuza kefenler biçiyor, giden güzel atlıları hayır dualarla yüreğimize işliyoruz. Onun kelime kelime adanmış mısralarına bir kez daha hayranlıkla bakıyoruz:

“Büyük sorular gördüm büyük aynalarda Bir ateşe düşmekmiş yaşamak bildim Bütün kervanlar göçtü yükleri bendim”

İşte bizim son bir yılımız böyle hüzünlü geçti. Daha nice hüzünleri ardında taşırcasına.

Şimdi kim bilir kimde sıra. Bir daha ne vakit uzun uzun susacak ve öylece bekleyeceğiz.

İyisi mi biz bu içten konuştuklarımızı son giden güzel insanın dilinden tamama erdirip hepsine rahmet dileyelim:

“…

Geceler var bir de iyi geceler

İyi geceler bayım, hiç yittiniz mi?

En az bir defa yitmeli insan”

“Ah her şey burada kalıyor demek

Bu içimizi ısıtan güneş

Özenle kurduğumuz evler

Aşk için büyüdüğümüz günler

Yorgunluklarımız

O aziz acılarımız savaşlar

Demek hepsi

Burada kalıyor öyle mi

Boşuna yaşadık desene

Özgür bir yürek olmaktı en güzeli”

Onlar gitti birer birer. Biz de gideceğiz. Dileğimiz o ki biz de onlar gibi gönüllere izler bırakıp gidelim.

Bizim de ardımızdan güzel şahitlikler eklensin ardı ardında. “İyi bilirdik, sapasağlam yüreğine şahittik, duruşuna, kaliteli insanlığına kefildik.” densin bizden sonra da.

Ne diyelim ki!

İnşallah dostlar, inşallah! Ruhları şâd, makamları cennet olsun.

Onları sevdik ve sevmeye devam edeceğiz.