Doğaya kaçış

Mekâna yaklaşırken Erkan’ın içi içine sığmıyordu. Nihayet doğada, sessizce, huzurlu bir hayat sürebilecekti.
Mekâna yaklaşırken Erkan’ın içi içine sığmıyordu. Nihayet doğada, sessizce, huzurlu bir hayat sürebilecekti.

O sabah artık kararını vermişti. O da doğaya kaçacaktı. İstanbul’un rezilliğinden, trafikten, insanların kabalığından, iş dünyasının pisliklerinden bıkmış usanmıştı. Hemen internette bir araştırma yaptı. Bir emlak sitesinde Istrancalar’da içinde ahşap bir kulübenin de bulunduğu yirmi dönümlük bir orman arazisi ilanı dikkatini çekti. Fotoğraflara baktı, bayılmıştı. Aynen videolardaki Kanadalı herifin kulübesi gibiydi.

Erkan o sabah da trafik uğultusu içinde uyandı. Geceden kalma baş ağrısı sanki patlama yapmıştı. Kilyos’ta orman içinde muhteşem bir villada yaşıyorlardı. Ama üçüncü köprü burunlarının dibine yapılınca bu muhteşem mekânın Esenyurt’taki bir apartman dairesinden farkı kalmamıştı. Oflaya puflaya yatağından kalktı. Hanımı yanında hırıltılar çıkararak uyuyordu. “Şu yaratığa bak ulan, benim bununla ne işim var arkadaş!” dedi kendi kendine. Servet evliliğinin sonu buydu işte.

Sanki o sabah lânetliydi. Erkan mutfakta kahve makinesinin düğmesine basar basmaz prizden bir şimşek çaktı. Erkan kendini yere attı.


Rahmetli babası “Oğlum, evlilik güvenmek demektir. Şirket de öyle. Bak şirket ortağım Hamdi’nin kızı sana da uyar. Üniversite okumasa da Dame de Sion mezunu” diye onu kandırmıştı. Yirmi beş sene önce evlenmişlerdi. Biri kız, biri oğlan iki çocukları vardı. Çocukları için canını verirdi. Onları en iyi okullara göndermiş, özel hocalar tutmuş, her yaz tatilinde Avrupalara, Amerikalara göndermişti. Ama alışveriş delisi olan karısı her şeyiyle Erkan’ı çıldırtıyordu. Sanki o sabah lânetliydi. Erkan mutfakta kahve makinesinin düğmesine basar basmaz prizden bir şimşek çaktı. Erkan kendini yere attı.

Lüks arabasıyla işe giderken yola bodoslama dalan bir arabaya az kalsın çarpacaktı.
Lüks arabasıyla işe giderken yola bodoslama dalan bir arabaya az kalsın çarpacaktı.

Hâlbuki daha dün tamirci gelmiş, prizdeki kaçağı hâllettiğini söylemişti. “Ulan artık kime güvenelim? Kendi paramızla rezil oluyoruz. Yetti artık!” dedi. Kendi başına kahvaltısını yaptı, lüks arabasıyla işe giderken yola bodoslama dalan bir arabaya az kalsın çarpacaktı. Adama camını açıp bağırdı. Adam birden yolun ortasında durdu, arabasından indi. Elinde tabancası vardı. Erkan donakaldı. Herif Erkan’ın arabasının yan camına gelip silahını ona doğrulttu. Bir yandan da ağzından salyalar saçarak ana-avrat sövüyordu. Erkan sinmiş kalmıştı. Herif tabanca kabzasıyla kapı camına vurup kırdı. Sonra yine küfürler ederek bastı gitti. Erkan yarım saatte ancak kendini toparlayabildi. Polisi çağırmıştı. Ama onlardan bir şey çıkmayacağını biliyordu.

  • “Yetti artık. Bu iş bitti!” dedi kendi kendine. Bu rezil hayattan kurtulacak, doğaya kaçacaktı. Huzur ve sükûnet istiyordu artık. Hayatta her hevesini almış, tatmadığı zevk kalmamıştı. Babadan kalma serveti ona ve çocuklarına iki asır yeterdi. “Daha niye çekiyorum ki ben bu rezilliği!” diye mırıldandı lüks ofisine girerken...

Bunu belki her gün yüzlerce kez söylüyordu. Masasına oturdu, sekreterine bir espresso söyledi. Hemen notebookunu açtı. Youtube sayfasında muhteşem, dingin bir orman ve gökyüzü manzarası belirdi. Son iki haftadır ofiste olsun, evde olsun sürekli doğaya kaçan Kanadalı bir işadamının videoları seyrediyordu.

Herif işi-gücü bırakmış, tek başına doğada yaşıyordu. Yanında sadece köpeği vardı. Ormandan ağaçları kendi kesiyor, yontuyor, biçiyor, sonunda kütük kulübesini yapıyordu. Saatler süren bu videolara bayılmıştı. Herif kendine sauna bile yapmıştı. Videolarda duyulan kuş sesleri, rüzgâr uğultusu, şıp şıp eriyen buz görüntüleri onu kendinden almış götürmüştü. “Vay be!” demişti. “Herifteki keyfe bak yav. Biz de buralarda debelenip duralım.” O sabah artık kararını vermişti. O da doğaya kaçacaktı. İstanbul’un rezilliğinden, trafikten, insanların kabalığından, iş dünyasının pisliklerinden bıkmış usanmıştı. Hemen internette bir araştırma yaptı. Bir emlak sitesinden Istrancalar’da içinde ahşap bir kulübenin de bulunduğu yirmi dönümlük bir orman arazisi ilanı dikkatini çekti.

Istrancalar’da içinde ahşap bir kulübenin de bulunduğu yirmi dönümlük bir orman arazisi ilanı dikkatini çekti.
Istrancalar’da içinde ahşap bir kulübenin de bulunduğu yirmi dönümlük bir orman arazisi ilanı dikkatini çekti.

Fotoğraflara baktı, bayılmıştı. Aynen videolardaki Kanadalı herifin kulübesi gibiydi. İlandaki emlakçıyı aradı. Ev ve araziyle ilgili bir sürü soru sordu. Fiyatı oldukça mâkul geldi. “Bu pazar oraya gelsem gidip bakabilir miyiz?” diye sordu. Emlakçı “tamam” dedi. Pazar günü beraber jipiyle Kırklareli’ye gitti. Emlakçıya uğradı, beraberce araziye gittiler. Bir saat sonra oradaydılar. Erkan kulübeye, içinde yer aldığı ormana, manzaraya bayıldı. Orada bulundukları bir-iki saat içinde bile etraftaki sessizlik, kuş ve rüzgâr sesleri ona çok iyi gelmişti. Ertesi gün avukatını Kırklareli’ye gönderip araziyi ve evi satın aldı. Sevinçten uçuyordu. Daha kimsenin bu işten haberi yoktu.

  • Hayatını değiştirecek kararını akşama karısı ve çocuklarına açıkladı. Şoka girdiler tabii. Onu vazgeçirmeye çalıştılar, ama nafile! “Seni hiç mi göremeyeceğiz yani şimdi?” diyen karısı ve çocuklarına “yazları, bayramları gelirsiniz” diye cevap verdi. Erkan sonraki hafta işlerini oğluna devretmekle geçirdi.

Her şey bitince oğluyla beraber son defa ofisine geldi. Eşyalarını topladı. Ofisi terk ederken arkasına bile dönüp bakmadı. Sadece bir kâğıda bir şey yazıp masasına bırakmıştı:

“Bu cangıldan kaçıyorum. Aklınız varsa siz de kaçın!”

Oğlunun kullandığı jipin bagajına bir-kaç bavul ve eşyayı koydular, yola çıktılar. Mekâna yaklaşırken Erkan’ın içi içine sığmıyordu. Nihayet doğada, sessizce, huzurlu bir hayat sürebilecekti. Kulübeye vardılar. Oğluyla eşyaları kulübeye bıraktılar. Oğluyla vedalaştı. Oğlu jipe bindi, gözleri dolu dolu babasına el sallıyordu. Jip, dar patikanın arasında yokuş aşağı uzayan ağaç ve çalı bendinin içinde kayboldu. Erkan jipin ardından uzun uzun baktı. Ağlıyordu, mahzundu ama içinde büyük bir heyecan da vardı. Kulübeye girdi.

Akşamüstüydü. Tekrar dışarı çıktı. Kulübenin yanında yere, çimenlere uzandı.
Akşamüstüydü. Tekrar dışarı çıktı. Kulübenin yanında yere, çimenlere uzandı.

Orada tahta bir ranza, soba ve birkaç kap-kacaktan başka pek bir şey yoktu. Akşamüstüydü. Tekrar dışarı çıktı. Kulübenin yanında yere, çimenlere uzandı. Göğe baktı. Ağaçların sivri tepelerinin arasındaki gök parçası gittikçe kızıllaşıyordu. Orada ortalık kararıp milyarlarca yıldız ışıldamaya başlayıncaya kadar öylece yattı. Sanki içindeki bütün zehir toprağa akıyordu. Hava soğumuştu. Saatler sonra içeri girdi. Saati bile merak etmiyordu artık. Ranzaya battaniyesini serdi, uzandı. O gece mükemmel bir uyku çekti. Sabaha çelik gibi kalktı. “İşte bu!” dedi. Gerçekten yaşadığını hissediyordu. Nefes aldıkça tertemiz, duru bir hava neredeyse ciğerlerini yakarak doluyordu. Hemen işe koyuldu.

Kulübeye taşınmadan önce emlakçıya söylemiş, kulübeye keserdir, çekiçtir, hızardır, testeredir, keskidir birçok el aleti koydurmuştu. Yanında getirdiği birkaç parça kara ekmek dilimini yedi. Dışarı çıktı, yakınlarda kurumuş bir ağaç buldu. Ağaç dallarını kesip kulübenin önüne yığdı. Kendine masa yapmaya başladı. Önce zorlandı tabii. Tam tekniğini bilmediği için işi uzun sürüyor, bir sürü aksilikle uğraşıyordu. Aklına YouTube’daki Kanadalı adam geldi. Herif her şeyi usulünce yapıyordu. “Videolarına bakayım da güzelce yapayım.” dedi. Ama internet bağlantısı yoktu. Ertesi günü ana yola kadar yürüdü, oradan geçen bir traktörle ilçe merkezine indi. Doğruca cep telefonu bayiine gidip kendine basit bir akıllı telefon ve mobil hat aldı. Yaşadığı yeri tarif etti, satıcı “He beyim, şebeke orada çeker, korkma be!” dedi. Erkan o telefonla internete bağlandı. Artık yapacağı her şeyi o Kanadalı herifin ve başkalarının videolarına bakarak öğrenip yapıyordu. Giderek el işlerinde ustalaşmıştı. Masadan sonra sandalyeler, kapı önüne bir kerevet, hatta ağaca astığı bir kuş evi bile yaptı. Bir süre sonra “Şu yaşadığım güzellikleri videoya çekeyim de millet doğanın kıymetini anlasın.” dedi.

Aklına YouTube’daki Kanadalı adam geldi. Herif her şeyi usulünce yapıyordu. “Videolarına bakayım da güzelce yapayım.” dedi.


Telefonu bir tahta dayanağa yaslayıp kamerasını açtı. Kendini yakındaki derede elini yüzünü yıkarken, iş yaparken, odun yontarken, banyo inşaatı yaparken, yemek yerken, uyku çekerken çekti. Bir kanal açıp videoları oraya yüklemeye başladı. Dağ başında yüklemesi bayağı uzun sürüyordu ama vakitten bol ne vardı ki? Böyle böyle kanalının takipçisi beş-on kişi iken sayı dört ay sonra binleri buldu. Takipçileri mesaj atıp ona çok imrendiklerini, hayran olduklarını yazıyorlardı. Yalnız çoğunun bir ricası vardı. Videoların görüntü kalitesi pek iyi değildi. Daha profesyonel araçgereçler gerekiyordu. Erkan o akşam oturdu, internet alışveriş sitelerinden güzel kameralar, iyi bir cep telefonu, biri sabit biri hareketli iki kamera sehpası, aydınlatma gereçleri ısmarladı. Adres olarak da ilçedeki telefon bayiini verdi. Üç gün sonra ilçeye indi, bayiiden kolileri aldı. Oradan bir taksi tuttu. Kulübenin üç kilometre yakınına kadar taksiyle geldi. Oradan yanında götürdüğü paketleri urganla sırtına denk yapıp yürüyerek kulübesine taşıdı. Hemen eve kameraları kurdu. Yaptığı işleri Youtube’dan yayınlamaya başladı.

Aklına YouTube’daki Kanadalı adam geldi. Herif her şeyi usulünce yapıyordu. “Videolarına bakayım da güzelce yapayım.” dedi.
Aklına YouTube’daki Kanadalı adam geldi. Herif her şeyi usulünce yapıyordu. “Videolarına bakayım da güzelce yapayım.” dedi.

Bir kaç videoyu yükledikten sonra daha şık olur diye kendi logosunu tasarladı. Bir dairenin içinde çam ağacı motifi, altta ise “Doğaya Kaçış” yazısı vardı. O günlerden bir gün öğle vakti kulübede kestirirken kapı çalındı. Erkan yerinden zıpladı. Bu ıssızlıkta kim gelip kapısını çalardı? Fırladı, kapıyı açtı. Karşısında kadınlı-erkekli on-on beş insan duruyordu. Üzerlerinde Erkan’ın video sitesinin logosunun bulunduğu siyah tişörtler vardı. Kekeleyerek: “Buyrun” dedi... Millet elini sıkarak, omzunu sıkarak kulübeye doluştu. Sanal âlemde gördükleri adamı gerçekte görmek onları müthiş etkilemişti. Erkan onlara bitki çayları yaptı. Ona bir sürü soru sordular. Erkan hepsine cevap verdi, sonra onları aldı, yaptığı işleri ve çevreyi gezdirdi. Bayıldılar. Akşam çöktüğünde gülüşüp el sallayarak ciplerine binip gittiler. İşler bundan sonra iyice zıvanadan çıktı.

  • Erkan’ın kulübesine iki haftada bir takipçi grupları gelmeye başladı. Bir gün Erkan yakınlardan inşaat sesleri duymaya başladı. Gitti baktı. Kepçe, matkap, beton mikseri, traktör ile bir inşaata başlanmıştı.

Oradaki işçilere “nedir?” diye sordu. Birilerinin yan yana bungalow yaptırdığını öğrendi. Artık hızar, çekiç ve kereste seslerinden uyuyamıyordu. İki ay sonra Kurban Bayramı’nda hanımı ve çocukları ziyaretine geldiler. Oraya bayıldılar. “Hafta sonları biz de gelip kalalım” dediler. Akşama onlar da hüzünle sarılarak Erkan’ı bırakıp gittiler. Bölge, “Erkan’ın Yeri” diye meşhur olmuştu. Fakat Erkan’ın neşesi kaçmıştı. Bungalowlar bitince millet hafta sonları çolukçocuk kalmaya başlamıştı. Bir de İstanbul’daki “Sivas ili Kangal İlçesi Danızlı Köyü Yardımlaşma Derneği” gibi derneklerin piknikleri için cumartesi ve pazarlar oraları alev alev mangalların çıkardığı dumanlar yüzünden kâbusa dönmüştü. Sanal âlemde millet piknik için artık Erkan’ın Yeri’ni adres veriyordu.

Gelengiden çok olunca ilçeden günübirlik seyyar köfteciler, meyvesebze, mangal, kömür satanlar, kasaplar da sökün etti. Orman araba klaksonları ve âlem yapanların müzik sesleriyle çınlıyordu. Hanımı ve çocukları Ekim ayında bir hafta sonu babalarına sürpriz olsun diye kulübesine baskın yaptılar. Oğlu kucağında tuttuğu kızı ile kulübenin kapısını açtı. İçerisi boştu. Sadece masa üzerinde üstüne taş konmuş bir kâğıt vardı. Üzerinde şu yaz yazıyordu:

“Bu cangıldan kaçıyorum. Aklınız varsa siz de kaçın!”