Doğru neden canlılıktan yana olur ve yanlış neden sürdürülemez bir son sunar

Arşiv
Arşiv

Doğru canlılıktan yanadır. Üretkendir. Doğru olanı, kendisinden sonra da bir canlılık teklif ediyor oluşuyla anlarız. Doğru olan şey bize üretkenlik ve devamlılık teklif eder. Yanlış olan tam tersine süreklilik değil, bir son teklif eder.

“Gerçek, herkesin evine kadar gelendir” demişim bir şiirimde. Doğru hakkında konuya girmeden evvel aklıma yazdığım bu dize geldi. Gerçek ve doğru ayrımı. Şiirden gündelik hayatımıza kadar hatta tarihe ve dine bakışımıza kadar bizi şekillendiren o sihirli iki kavram. İkisi de olanca gürlüğü ve olumlu haliyle aynıymış gibi geliyor bize. Oysa biri olandır, diğeri olması gerekendir. Yaşama, düşünme ve hatta ölme bile bu iki kavramın tamamlanmasıyla anlamını bulur.

Gerçek evimize kadar gelendir. Bir şey gerçekse onu kapımızın önünde hissederiz. Bu yönüyle gerçeklik, doğa olaylarına da benzer. Çoğunluğu etkilemesiyle gerçekliğini bulur. Ekonomik kriz gerçek mi diye bir soru yönelttiğimizde, onu aslında en sağlıklı şekilde evinizde anlarsınız. İcra kağıdı gelen bir ev, ödenmemiş faturanın ihbarı, kapıya gelen alacaklı, kapıda bekleyen ayakkabılar, arabasızlığınız vs. Gerçek denilebilir ki en iyi şekilde yakınları vefat eden insanlar tarafından anlaşılmıştır. Hele şehit aileleri. Subaylar eve gelir ve kara haberi verir. Sonra şehidin cenazesı gelir. Mehmet yoktur artık. Çünkü bu gerçektir. Eve gelmiştir.

Doğrular. Bütün dünyanın meselesi aslında. Herkesin farklı doğruları ve yanlışları var. Toplum olurken de ya da geniş ve soylu bir kavramla söylersek, millet olurken mesela ittifak edilen doğrular vardır. Doğru bizi bir yapar. Aynı şekilde doğru, kendimizi tarttığımız kantarımızdır. Kendimizi ancak doğruyla mukayese ederek kontrol edebiliriz. Bu yüzden doğru, bir bakıma merkezdir. Herkesin merkezi kendi doğrusudur. Doğru, elbette tarihsel anlamda dinlerin hakimiyeti altında belirlenmiştir. Geçmişten günümüze geldiğimizde yeni inanç ve arayışlar da aslında yeni bir doğru inşa etme girişimidir. Buna rağmen insanlık bu konuda çok iyi bir sınav verememiştir. Dinlerin ortaya çıkışı, bazılarının deforme olmasına rağmen devam etmesi, tabiatla uyumu, dünyanın ve insanlığın devam edişine çok uygun oluşu, klasik doğruların da geçmişten günümüze rahatlıkla gelmesini sağlamıştır. Tam da burada ortaya çıkan yeni inanç ve arayışların, insanlık ve dünyanın dengesiyle kurdukları münasebetten doğan doğruları, canlılıkla yer yer çelişir. Bu konuda örnek vermek gerekirse vejeteryanlığı inceleyebiliriz:

Vejeteryan beslenme biçimi hakkında yanlıştır diyemeyiz. En uygun beslenme şekli de diyemeyiz. Bir insan bitkisel beslenmeyle hayatını sürdürebilir. Hatta kişinin biyolojik yapısına, genetik beslenme geçmişine ve yatkınlıklarına göre çok sağlıklı da olabilir. Ama buradaki problem, vejeteryanlığın toptan bütün insanlık adına bir beslenme şekli sunmasında. Bazıları tarafından uydurulmuş inanışlar olarak görülen dinler, vejeteryanlardan daha özgürlükçüdür. Örneğin domuz yemezsin. Geri kalan çoğu şeyi yiyebilirsin. Sana beslenme anlamında kişiliğini şekillendirecek bir havuzu sunar. Fakat vejeteryanlıkta toptan engellemeyle karşılaşırız. Buradaki engellemeyi de insan yaratılışıyla ilişkilendirerek kontrol edebiliriz. Antarktika’da yaşayan bir insan, nasıl vejeteryan olabilir? Burada canlılığın aksine bir şey var. Yani canlılığı koruma iddiasında bulunan bir düşüncenin, insanı bu düşüncenin içerisinden çıkardığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte vejeteryan beslenme kesinlikle zararlıdır diyemeyiz. Tibet rahipleri sürekli doğal beslendikleri için vejeteryan beslenmenin getirdiği vitamin ve mineral eksikliklerinden etkilenmezler. Örneğin b12 vitamini, ağızlarındaki sağlıklı bakteri florası yardımıyla üretilir. Çok da uzun süre yaşarlar. Özetlemek gerekirse, bitkisel beslenme yanlış değil, vejeteryanlığın toplu önerisinde yanlışlık vardır. Bu açıdan “doğruluk” geneldir, ama bireye indiğinde dahi şahsiyeti ıskalamaz.

Doğru canlılıktan yanadır. Üretkendir. Doğru olanı, kendisinden sonra da bir canlılık teklif ediyor oluşuyla anlarız. Doğru olan şey bize üretkenlik ve devamlılık teklif eder. Yanlış olan tam tersine süreklilik değil, bir son telif eder. Sürdürülemez. Doğruyu bu sürdürülebilir, çoğaltılabilir olan canlılığıyla tanırız. Gerçek evimize kadar gelendir demiştim. Tam da bu noktada doğru ise odamıza kadar gelendir aslında. Uykudan öncedir doğru. Gerçeklerin arasında sızan bize yol gösteren şeydir.

Bazen doğruları, gerçeklerden korumaya çalışırız. Burada da muhafazakârlık belirmeye başlar. Burada iyi hissetsek bile, doğru ve gerçekle ilişki halinde olan insan açısından bir zorluk baş göstermeye başlar. Gerçeklerle yaşayan insan, gerçekler yokmuş gibi davranarak doğruya gidemez. Gittiğini sanır. Gerçekleri ıskalayıp doğruya gittiğimiz takdirde, bulduğumuz şeyle ne yapacağımız dahi bilemeyiz. Bir tür derin ikilem oluşmaya başlar. Burada önemli olan gerçekle yüzleşip doğruya ilerlemektir. Doğrunun savunulmaya ihtiyacı yoktur aslında. Doğrunun öznesi olan insanın kendisini gerçeklere karşı savunmaya ihtiyacı vardır. Bu savunma da yalnızca gerçeklerle doğruların arasındaki mesafeyi kapatmakla olur.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.