Ebeveyne vazifelerimizden ebeveynin vazifelerine

Toplumsal araştırmalar ailenin pek çok fonksiyonunu kaybettiği yolunda öne çıkan sonuçları bizimle paylaşsa da anneliğin yoğun ve yorucu mesaisi modern dünyada hâlen devam etmektedir.
Toplumsal araştırmalar ailenin pek çok fonksiyonunu kaybettiği yolunda öne çıkan sonuçları bizimle paylaşsa da anneliğin yoğun ve yorucu mesaisi modern dünyada hâlen devam etmektedir.

Ne acıdır ki değişen şartlar gerekçesiyle yeni ebeveynler kendi anne babalarından tecrübe paylaşımı yapmanın faydasına da inanmamaktadırlar. Bunun sonucunda da anne ve babalar kendilerini değersiz hissederek yalnızlaşmaya sürüklenmektedir.

2000'li yıllar sonrası "yeni" kavramı, başına geldiği her kelimeye olumlu bir anlam katıyor neredeyse. Yeni iş, yeni meslek/ler, yeni aşk, yeni ev, yeni elbise, yeni araba, yeni tarz derken üzerinde düşünülmeyi fazlaca hak eden "yeni bir aile"den de bahsetmek gerekiyor artık.

Bu durum modern dünyada toplumsal değişimin tabiî neticelerinden birisi. Dinî geleneğimizde daha çok ebeveynin evlatları üzerindeki haklarını merkeze alan bakış açısına mukabil bugün "yeni ebeveynlik" tartışmalarında evlatların ebeveyn için nasıl "yeni bir vazife alanı" hâline geldiğini konuşmaya başladık. Elbette ailede karşılıklı vazife ve hakların birinin ötekinden daha az önemli olduğunu savunacak değiliz.

Hâlbuki geçmiş yıllarda evlat sahibi olmak "evliliğin tabiî neticesi, Allah vergisi, nasipte olan, kendiliğinden gelen" vs. bir süreçti.
Hâlbuki geçmiş yıllarda evlat sahibi olmak "evliliğin tabiî neticesi, Allah vergisi, nasipte olan, kendiliğinden gelen" vs. bir süreçti.

Ancak saygı, özen, hürmet ve itaat deyince akla gelen/ gelmesi gereken ebeveynler bugün âdeta profesyonellerden öğrenilen bir vazife olarak anne-babalık tecrübesiyle karşı karşıyadır. Bu düzlemde artık çocuklarına özen gösteren, saygılı davranan, hak ve hukuklarına riayet eden, onların geleceğine yatırım yapan, onlarla kaliteli vakit geçiren anne babalardan söz ediliyor. Bu ilişkide aktif olması beklenen taraf büyük ölçüde ebeveynlerdir. Dolayısıyla bir çeşit baskı ve kaygı alanıdır anne-baba olmak bugün.

1960'lı yılların sonlarına doğru ailelerin hayatına giren doğum kontrol yöntemlerinin yaygın kullanımı ve teşvik edilmesiyle başlayan süreç ailelere istediği kadar çocuk sahibi olmayı vaat ederken doğan çocuklara da "istenen çocuklar" olmayı bahşediyordu. Hâlbuki geçmiş yıllarda evlat sahibi olmak "evliliğin tabiî neticesi, Allah vergisi, nasipte olan, kendiliğinden gelen" vs. bir süreçti. Doğum kontrolü uygulamalarıyla artık baştan galip taraf olan, gelişiyle aileyi mutlu eden, önceden odası hazırlanan, eşyaları bütün detaylarıyla düşünülüp temin edilen, doğumuyla birlikte tüm anları fotoğraf kareleri ve videolarla kayıt altına alınan çocuklardan söz ediyoruz.

1960'lı yılların sonlarına doğru ailelerin hayatına giren doğum kontrol yöntemlerinin yaygın kullanımı ve teşvik edilmesiyle başlayan süreç ailelere istediği kadar çocuk sahibi olmayı vaat ederken doğan çocuklara da "istenen çocuklar" olmayı bahşediyordu.

Günden güne artarak devam eden ve sosyal medyada ayrıca bir şov alanı hâline de gelen bu süreç bugün her ekonomik seviyeden talip buluyor ve deyim yerindeyse her kesime/keseye göre çeşitlilikler göstererek tüm anne-babalar için önemli bir "görev" olarak yerine getiriliyor.

Amerikalı psikolog Jean Twenge doğum kontrolü sonrası çocuklarını 1970 sonrası doğanlarla ilgili analizlerinde anlatmış ve âdeta bize perşembenin gelişini çarşambadan haber vermişti. O yıllarda okullarda ders olarak okutulan "özsaygı" eğitimleri çocuklara ve gençlere, "sen harikasın, her şeyin en iyisine lâyıksın" mesajını vermeyi hedeflerken özgüvenin yanında özdenetimi ıskaladığını nice sonraları fark etti. İşte bu tespitleri sebebiyle Twenge, "Ben Nesli" ismini koyduğu kitabında 70'lerden 90'lara uzanan bir periyotta ortaya çıkan ego merkezli çocukları anlatmaktaydı. İlk baskısı 2007 yılında Amerika'da yapılan kitap 2009'da Dr. Mustafa Merter'in önsözüyle Türkiye'de de basılmıştı. Amerikan çocukları ve gençleri üzerinde yapılan tespitlerin zaman içinde diğer ülke çocuklarına ve gençlerine dalga dalga yayılacağını tahmin etmek kehanet olmasa gerek. O günlerden bu günlere dünyada ve ülkemizde nice eğitimler, kitaplar ve araştırmalar bu durumun doğal sonuçlarını ortaya koymaktadır.

Ailenin küçülmesi ise çocuk üzerinde en çok anne babanın etken olduğu sonucunu doğuruyor.
Ailenin küçülmesi ise çocuk üzerinde en çok anne babanın etken olduğu sonucunu doğuruyor.

Bugün ise teknolojik imkânlarla güçlenen yeni çocuk ve genç profillerini okumanın iyice zorlaştığı yılları yaşıyoruz. Doğal olarak yeni ebeveynliği analiz etmek ve kadim olanla nasıl buluşturacağımıza kafa yormak gerekiyor. Kentleşme, seküler ve bireysel yaşam talepleri, tüketim kültürü ve internet kullanımı ailelerin çekirdek aileye dönüşmesinde en güçlü etkenler olarak tanımlanabilir. Yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığımız durumlar bugünün çekirdek ailesini yeni ebeveynlik tarzına zorlamaya ısrarla devam ediyor. Ailenin küçülmesi ise çocuk üzerinde en çok anne babanın etken olduğu sonucunu doğuruyor. Öyle ya mahalle yaşamının site yaşamına evirildiği, komşuluk ilişkilerinin minimum seviyeye çekildiği, büyük anne, büyük babanın hane halkından olmadığı bir düzlemde "elde var ebeveyn" demek lazım. Bu dar alan faaliyeti anne babaya artık uzmanlarca anlatılmaktadır. Anne-baba okulu, ebeveynlik eğitimi, aile içi iletişim dersleri gibi pek çok profesyonel destek hemen hatırımıza geliyor sanırım.

  • Çocuklar ne yemeli, nasıl giydirilmeli, nasıl uyutulmalı, nasıl oyunlar oynatılmalı, sağlık kontrolleri nasıl takip edilmeli vs. vs. Bu mesainin yalnızca orta ve üst düzey aileler için olduğunu düşünmek kısmen doğru olsa da aşağı gelir grubu ve kültürel seviyedeki ailelere sârî yönlerinin olduğu da bir vakıa.

Hiç şüphesiz yaşanan değişimin gerisinde tüketim ve pazarlama kültürünün varlığı da yadsınamaz. Aileye verilecek bu "destek paketleri" çocukların ergenlik ve gençlik dönemlerinde yeni ambalajlarında tekrar gündeme gelecektir. Ne acıdır ki değişen şartlar gerekçesiyle yeni ebeveynler kendi anne babalarından tecrübe paylaşımı yapmanın faydasına da inanmamaktadırlar. Neticede; büyüklerin tecrübelerinin toptan değersiz kabul edilip istifadeye kapatılması ve tecrübelerine danışılmayınca da kendilerini yalnız hissetmeleri ve bunun doğurduğu mutsuzlukları ortaya çıkıyor.

Toplumsal araştırmalar ailenin pek çok fonksiyonunu kaybettiği yolunda öne çıkan sonuçları bizimle paylaşsa da anneliğin yoğun ve yorucu mesaisi modern dünyada hâlen devam etmektedir.

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde anne nüfusunun epeyce bir kısmının mesaili işlerde çalışıyor olmasına rağmen bu durum değişmemiş, hatta yeni ebeveynliğin getirdiği sorumluluklar annelerin kaygı ve depresyonunu artırmıştır. Batı'da "paranoyak ebeveynlik", "helikopter anneler" gibi teşbih ve temsillerle literatüre giren bu annelik/babalık rolleri çocuğu ailede duygusal bir değer olarak konumlandırırken ebeveynliği de o değerin korunmasına indirgemektedir.

Hülâsâ; Kur'ân'da anne babaya ihsan ile davranma gibi çok mühim bir ölçüyle belirlenen ebeveyn-evlat ilişkisinin hassasiyetini değişen hayat koşullarının gürültülü dünyasında hiç olmazsa üslup ve iletişim düzeyinde korumalıyız. Allah'a şükrandan sonra hemen anne babanın anılmasının önemi ve onlara da şükran duyulmasının gereği zihinlerimizin bir kenarında tutulmalıdır. (Lokman 31/14) Bu konuya devam edeceğiz inşallah.