Egemenlik küresel hegemonyanındır

Egemenlik biraz da inançları, geleneksel yaşamları, kültürleri kontrol edebilmeyi gerektirir
Egemenlik biraz da inançları, geleneksel yaşamları, kültürleri kontrol edebilmeyi gerektirir

Hegemonya biraz da disiplin, itaat kültürü demektir;kâfir tasallutundaki hayatlarımızı özgürleştirmek,onların belirlediği performansları, yeni itaat düzenini reddetmek bize özgürlüğümüzü, kimliğimizi,en önemlisi Müslümanlığımızı kazandıracak.

Egemenlik hegemonyadadır; hegemonya bugün Küresel Medeniyet’te... Bugün dünyaya Batı medeniyeti mi hükmediyor, kıta Avrupa’sına mı teslim olduk ya da büsbütün Amerika’nın hükümranlığından söz edebilir miyiz... Hayır...

İçinde bulunduğumuz zaman diliminde mücessem imparatorluklar yok, belli başlı imparatorlardan ve egemenlerden de bahis açmanın anlamı kalmadı. ABD’nin dünyayı yönettiği izahı bizim kolaycılığımızın bir sonucu; ABD dünyanın belki bilinen en büyük organizasyonu fakat hükümdar mevkiinde değil. Egemenlik biraz da inançları, geleneksel yaşamları, kültürleri kontrol edebilmeyi gerektirir, Amerikan hayat tarzı Soğuk Savaş dönemine damgasını vurdu. Fakat küresel kültür bugün öyle bir hegemonyaya sahip ki yeryüzünün dört bir tarafındaki yerel kimlikleri kendi gerçekliği etrafında toparlayabiliyor. Bu nedenle egemenliği bir devlet mekanizması, ordu, bürokrasi ya da kral sağlayabilecekken küresel hegemonik sistem için mücessem kurallara gerek yok.

Egemenlik kavramı biraz da devlet varlığıyla ilgili... Devletler egemenlik kavramını bir yandan netleştirir öte taraftan flulaştırır. Çünkü egemenlik somut karşılık bulacak denli muhataba dayalıdır.

Kapitalizmin bizatihi kendi işleyişi, ihtiyaçlar listesi, kazanç-kayıp bildirimleri, ürettiği tüketim nesnelerinin ihtiyacı karşılayamaması, insan benliğindeki saygınlık güdüsünün tatmin edilememesi, arzunun, tutkunun hep yeni bir eşyayı, nesneyi, statüyü, rolü çağırması hegemon sistemi oluşturmaya, doyurmaya devam ediyor.

Geleneksel egemenler

Egemenlik kavramı biraz da devlet varlığıyla ilgili... Devletler egemenlik kavramını bir yandan netleştirir öte taraftan flulaştırır. Çünkü egemenlik somut karşılık bulacak denli muhataba dayalıdır. Kabilelerde egemen reistir; kabilenin başı egemen gözükse bile baktığınızda ya ailenin ileri gelen ihtiyarları ya da farklı grupların başındakiler egemenliği tesis eder hatta kullanır. Bu manada hiç kimse kişisel egemenlik iddiasında bulunmaz. Geleneksel yapılardaki bu egemen/otorite formu mesela Hindistan gibi yerlerde kast sistemiyle belirlenmiş; kastın dışına çıkmak mümkün olmadığı için hegemonik güç doğrudan sistemin kendisidir.

Doğu havazasında aristokrat aileler krallık yetkilerini kullanırlar, toplumlarını idare ettikleri gibi bir millet aşamasına geçişi de sağlayabilirler. Feodal yönetim biçimleri bu açıdan egemeni aile olarak belirler, Romanoflar, Habsburglar, Osmanoğulları, Bourbonlar, Stuart, Grimaldi aileleri köklü oldukları kadar kendilerine bir kutsallık da izafe ettikleri için kalıcı etkilere sahiptir. Tanrı tarafından seçilmek kafirler için Ortaçağ’da meşruiyet aracıyken bizde “zillullah” yani Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olmak egemenlik şartlarını sağlamaya kafi gelir. Post-kolonyal dönem Arap coğrafyasındaki “baas” idarelerini eski dünyanın artanları gibi görebiliriz; sömürgeciler giderken arkalarında bıraktıkları ailelerden, elitlerden kurdukları güç merkezleri şeklinde düşünebiliriz baas yönetimlerini...

Egemenlik hegemonyadadır; hegemonya bugün Küresel Medeniyet’te...
Egemenlik hegemonyadadır; hegemonya bugün Küresel Medeniyet’te...

Bunların en dirençlisi Suriye’deki azınlık Nusayriler çıktı mesela... Çin yine hanedanların birbirlerinin yerine geçmesiyle yönetildi, Japonlarda hanedanlık kültü bir şekilde devam ediyor. Cumhuriyet kurulduktan sonra Osmanlı ailesinin tamamı sürgüne gönderildi. Aileye bağlı egemenlikler, kral ya da padişahın mutlak otoritesini zedeliyor, engelliyordu. Kişi etkisine bağlı mutlak egemenler yok değil; tarihin gördüğü en kanlı imparatorluklardan birini Cengiz kurdu. Bir aristokrat ailesinden geldiği vaki fakat Moğolları sadece kişisel yeteneğiyle bir araya getirdi, yenilmez ordular kurdu, öldükten sonra imparatorluğu dağıldı, milleti eski küçük ve etkisiz kimliğine geri döndü. Aynen Büyük İskender gibi... Akdeniz havzasını ele geçirse de kişiye bağlı egemenliği ölümüyle son buldu, Makedonlar hiçbir zaman tarih sahnesinde kalıcı olamadı.

  • Avrupa’yı istila eden Atilla için de benzer ifadeler geçerli. Büyük liderler her zaman güçlü hegemonya tesis edemediği gibi millet bağını da inşa edemeyebiliyor. Egemen ya da otorite vasfı tarihteki yürüyüşünü millet kimliğinin inşası üzerinden kurabilmeli... bunu başaran büyük milletler var elbette...

Anglo-Saksonlar, Amerika-Britanya havzasında hala çok güçlüler. İngiliz kimliğiyle birlikte “Güneş Batmayan İmparatorluk” kurdukları gibi hali hazırda ABD’nin temel vasfını oluşturan WASP’ın çimentosu durumunda. Bu açıdan egemenlik ile hegemonya arasındaki farkı Osmanlı – Roma karşılaştırmasıyla takip etmek mümkün. Roma tarihin gördüğü en büyük İmparatorluk olduğu gibi en güçlü egemendir; belki bunlardan daha önemlisi hegemonya tesis edebilen tek mücessem organizasyon! Osmanlı toprak genişliği, kıta Avrupası başta olmak üzere egemenliği kullanma açısından etkili olsa da hiçbir zaman dünya çapında hegemonya olamadı. Roma, Romalılık kimliği etrafında, batıdan doğuya ciddi etkilere sahip oldu.

Modern egemenlik

Egemenlik ile hegemonya arasındaki farka esasında kültür ve din merkezli bakmak gerekir; medeniyet kavramına hiç temas etmeden iktisadi sistemi dünya çapına teşmil etmek hegemonyanın önde gelen başarısını gösterir. İktisadi, siyasi modellerin başka devletler ve toplumlar tarafından mecburen devşirilmesi, bunların ürettiği kültürün de bireyi teslim alması hegemonyanın şartlarındandır. Egemenlik biraz da idari yetkilere bağlıdır... içine şiddeti alır, baskı, yönlendirme, icbar etme, hapsetme, iktidar araçlarının hepsini cebren kullanma yanında devlet hiyerarşisinin tesisi, organizasyon yeteneği, farklı kimlikler ve kültürlerden bir ses çıkartabilme, ahenk, sağlam kurallar, örfü idame ettirebilme, kargaşayı, isyanı kolaylıkla suhulete ulaştırma vardır.

Egemenlik geleneksel toplumlarda devlet, toplumsal normlar, lider kültü, soy-boy-kabile yasalarının katılığı, feodal ilişki biçimleri, iktisadi sınıfların tartışılmazlığıyla bağlantılıdır.

Egemenliğin kaynağı değişir, din, kabile yapıları, asalet, ordu otoriteyi-organizasyonları tesis eder ama hegemonya iktisat ve kültürle ilişkilidir, gündelik hayatı belirler. Bu açıdan hegemonya da din faktörü öne çıkar. İslami ilkeler, dinin kaideleri, Kilisenin otoritesi modern öncesinde hem egemenlik hem hegemonya tesis edebiliyordu. Hayat din üzerinden akıyor, dünya dinin kuralları çerçevesinde anlamaya, anlamlandırılmaya çalışılıyor, dünyevi güç-ihtiras istenci için mutlaka dini meşruiyet sahası tesis edilmesi gerekiyordu.

Kilise ile Hilafet uhrevi hayat için gündelik ve dünyevi olanı düzenlemeyi gerektiriyordu. Kilisenin aksine Hilafetin egemenlik-hegemonya gücü çok da fazla değildi. Bu açıdan egemenlik – otorite kalıpları siyasal yönelimlere ve zamanın ruhuna göre değişebilir. Örnek mi... modern zamanlarda Osmanlı tesirini kırmak için İngilizler, “Arap Hilafeti” kavramını getirdi, yani hilafetin meşruiyeti Kureyşliliğe-Araplığa mündemiç kılındı. Yine Kilise’nin dünyevi otoritesinin sekülerlerin eline geçmesiyle Batı özgürleşti, egemenlik el değiştirince ister istemez hegemonyada da belirgin kırılmalar yaşandı. Artık devletleri, aristokratları, siyasi iradeyi Kilise belirlemediği gibi gündelik hayatın akışına da karışamıyordu.

Modernizm çok güçlü bir hegemonya kurduğu için kapitalist ilişki biçimleriyle birlikte insan ilişkilerinden eşyanın özneleşmesine kadar kuvvetli medeniyet inşa etti. Bunun küçük bir modeli olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne bakabiliriz, Kemalistler özgürleşmelerini İmparatorluk egemenliğinden kurtulup laik Batı medeniyetine geçmede buldular. Batılılaşmanın hegemonik gücünü geçerseniz Cumhuriyet eliti “egemenlik milletindir” ilkesinin tartışılmazlığını mihvere alıp 27 yıllık disiplinli, şiddete dayalı bir Tek Parti idaresi ile otorite sağladılar. Cumhuriyet’te egemenlik Kemalistlerin hegemonya modern, kapitalist dünya sisteminin elindeydi.

Modernizm çok güçlü bir hegemonya kurduğu için kapitalist ilişki biçimleriyle birlikte insan ilişkilerinden eşyanın özneleşmesine kadar kuvvetli medeniyet inşa etti.

Kemalistlerin de Batı ile ilişkileri düşünülürse hiçbir zaman İstiklal Harbi’ni verip vatanı kurtaran millet egemen olamadı. Dahası Kemalistler iktidarlarını kurabilmek için Batı medeniyetinin hegemonya damarlarını güçlendirmeleri gerekiyordu. Saltanatın kaldırılması egemenlik, Hilafetin kaldırılması hegemonyanın tesisi için geçerliydi; tabi ki İslami olanın yasaklanması, alfabe değişikliği, müfredat ve eğitim sistemi, hukuk alanındaki değişiklikler, zihniyet dönüşümü İslami düşünceyi örttü, ortadan kaldırdı.

Artık gündelik hayatı İslami umdeler değil Batılı yaşam tarzı belirliyordu. Bu hegemonik yapı bugüne kadar devam etti. Tabi ki mutlak – sonsuz güç olmaz, olamaz... paranoid iktidarsızlık sendromu insanları, toplumları tesirine alır. Egemenlik ilişkilerini dışlayarak, zayıflatarak millet hayatı da inşa edilemez. Bu açıdan erk ile hegemonya arasındaki makasın açılması aynı zamanda yeni bir varoluş gerekçesini ortaya çıkarır.

Küresel kültür Amerikan hayat tarzının çok daha ötesine geçerek Tanzanya ile Kore’deki, Türkiye ile İngiltere’deki insanların aynı kültürel hayatı yaşamasına, aynı ihtiyaçlar içine girmesine, aynı iktisadi sistemin unsuru olmasına neden oldu.
Küresel kültür Amerikan hayat tarzının çok daha ötesine geçerek Tanzanya ile Kore’deki, Türkiye ile İngiltere’deki insanların aynı kültürel hayatı yaşamasına, aynı ihtiyaçlar içine girmesine, aynı iktisadi sistemin unsuru olmasına neden oldu.

Küresel hegemonya

Egemenliğin sahiden milletin uhdesine geçmesi, ordu, elitler, güvenlik güçleri gibi unsurların çekilmesine rağmen hegemonyanın güçlenmesi aktif medeniyet ile alakalı. Kapitalizmin yeni bir yola girmesiyle, neoliberal iktisadi ve siyasi sistem kendini küreselleşme olarak gösterince, küresel kültür Amerikan hayat tarzının çok daha ötesine geçerek Tanzanya ile Kore’deki, Türkiye ile İngiltere’deki insanların aynı kültürel hayatı yaşamasına, aynı ihtiyaçlar içine girmesine, aynı iktisadi sistemin unsuru olmasına neden oldu.

  • Kredi kartlarından sigortalara, finans sisteminden tüketim maddeleri ihtiyacına kadar pek çok konuda, giyim kuşam, internet, yiyecek kültürü gibi gündelik hayatın belirgin ögeleri küreselleşti, aynılaştı. İslami yaşam biçimi ortadan kalktı.

İslami ilkeler artık iyice daralarak belirli gün ve haftalara kadar indi. Hukukta, siyasette, iktisatta, haram ve helalin her türünde, emri bil maruf nehyi anil münkerin derecelerinin tümünde İslami olandan ziyade küresel medeniyetin, küresel kültürün hassasiyetleri odağa yerleşti. Bankacılık, finans, internet, ulaşım, iletişim sistemlerine ve teknolojilerine göre denetim mekanizmaları geliştiği için ister istemez belirgin bir kadrosu, başkanı, ordusu, bürokrasisi olmayan küresel medeniyetin, uluslararası şirketlerin dünya sistemi biz Müslümanları da tesirine aldı.

Hz. Peygamberin az yeme, az uyuma, az konuşmaya dayalı hakikatini yüzgeri eden biz Müslümanlar diyetisyenlerin, doktorların, yaşam koçlarının belirlediği düzene, dizayn ettiği yirmi dört saate sıkı sıkıya uymak için İslami ve insani olanı yok sayıyoruz. Hegemonya biraz da disiplin, itaat kültürü demektir; kafir tasallutundaki hayatlarımızı özgürleştirmek, onların belirlediği performansları, yeni itaat düzenini reddetmek bize özgürlüğümüzü, kimliğimizi, en önemlisi Müslümanlığımızı kazandıracak.