Erdal Hoş ile ''Dönene kadar benim ülkem'' belgeselini konuştuk

Erdal Hoş
Erdal Hoş

Dünya bir gün değişecekse bunda Güney Amerikalıların mutlaka büyük katkısı olacak. O anlamda mutlaka oralarla bağımızı, ilişkimizi, mesaimizi arttırmalıyız. Belgesel çekimleri için Santiago’da dolaşırken Filistin bayrağı gibi boyanmış bir seyyar satıcı arabası gördük. Minibüsten inip adamla konuşmaya başladık Filistinli diye. Meğer adam Filistinli değilmiş. “Peki neden arabayı böyle boyadın?” dedim. “ Filistinlileri çok seviyorum, onlar güzel insanlar.” dedi…

Trabzonspor âşığı, futbol yorumcusu ve akademisyen Erdal Hoş ile yakın zamanda çektiği Dönene Kadar Benim Ülkem adlı belgesel hakkında söyleştik. Belgeselin ana konusu olan, Filistinli göçmenlerin Şili’de kurduğu futbol takımı Deportivo Palestino’yu, futbolun nasıl bir varoluş biçimi hâline gelebildiğini ve futbolun nasıl sadece futbol olmadığını da konuştuk.


Deportivo Palestino, futbolun bir kimlik enstrümanı olarak vazife görmesidir

Şimdi biraz düşünsek futbol ve hayatla ilgili bir sürü cümle kurabiliriz. Peki, neden futbol ve hayatla ilgili bir sürü cümle kurabiliyoruz?

Aslında tam tersi diyerek ters köşeye bırakayım topu. “Futbol fena hâlde hayata benzemez.” diyerek de üst üste ataklara devam edeyim.

Aslında tam tersi diyerek ters köşeye bırakayım topu. “Futbol fena hâlde hayata benzemez.” diyerek de üst üste ataklara devam edeyim.


Şöyle ki, futbol fena hâlde hayata benzer, futbolcu, teknik adam ve yöneticiler için. Çünkü onlar için bir “iş” ve bu anlamda evet fena hâlde hayata benzer. Taraftara gelince işte onlar için asla hayata benzemez çünkü futbol onlar için bir oyundur. Oyun, günlük hayatın ters yüz edilmesidir ve evet bu anlamda oynayan ne futbolcu ne hoca ne gazetecidir; futbolu oynayan bizatihi taraftarın kendisidir.

Yakın zamanda Dönene Kadar Benim Ülkem adlı bir belgesel çektiniz. Bu belgeselin odak noktası Şili’deki futbol takımı CD Palestino. Palestino’nun hikâyesinde ilginç bulduğunuz şey neydi, belgeselini çekecek kadar?

Cevaba başlamadan, ekip arkadaşlarımın ismini zikredeyim, zira her birinin büyük emekleri var o filmde. Nuran Özkan, Ömer Çapoğlu, Adem Yiğit, Ali Saran, Kader Şahin, Özer Aygün.

Filme gelince, aslında film içinde birkaç hikâye ve hatta birkaç belgesellik malzeme var. İş aslında Filistin futbolunu araştırmakla başladı. Derken Şili’deki Deportivo Palestino dahil oldu. Bir baktık ki futbol ve Filistin muazzam bir hikâye sunmuş bize. Şili’deki kısım aslında tam bir “diaspora başarısı”. 1920’de kurulan bir futbol takımının Filistin kimliğini yaşatmada oynadığı rol ve futbolun bir kimlik enstrümanı olarak vazife görmesi… Ama iş burada bitmiyor. Güney Amerika’da 1920’lerden beri Filistin bayrağı renkli formalarıyla, Filistin adıyla temsil edilen bir halkın öz vatanında hâlâ bunun zorluğunu yaşaması.

  • Bir yanda Şili’de sosyo-ekonomik anlamda oldukça rahat insanların “bir gün Filistin’e geri dönme” özlemleri, diğer yanda Filistin’de ana vatanda insanların oradan gidip daha iyi bir gelecek düşünmeleri. Her bir karakterin tek başına film veya belgesel olacak hikâyesi…

BM ve diğerleri Filistin’i görmezden gelip, İsrail’i tanımak ve bu tanımanın sınırlarını geliştirmeye çalışırken, Şili’ye göçmek zorunda bırakılan ya da bir şekilde Şili’ye yolu düşen Filistinlerin, bu kararlara tepki olarak CD Palestino’yu kurmaları ve ona sahip çıkmaları… Buradan hareketle futbolun pasif bir direniş şekli olduğunu söylemek mümkün mü?

Futbolu böylesine öne çıkaran barındırdığı olağanüstü temsil kudreti aslında. Bu kudret onu diğer tüm sporlardan ayırıyor ve bence bir spor olmaktan çıkarıyor. Futbol sinema ile birlikte 20. asrın iki büyük silahı. Biri tüm kadim sanatları toplamış diğeri tüm kadim oyunları…

Futbolu böylesine öne çıkaran barındırdığı olağanüstü temsil kudreti aslında.
Futbolu böylesine öne çıkaran barındırdığı olağanüstü temsil kudreti aslında.

Futbol, çaresizlerin başvurduğu son müracaat merkezidir

Bizde futbolun siyasi olup olmadığı bir dönem tartışıldı. Bir direniş biçimi olup olmadığı da. Ama “siyasi tribünler ve tartışmalar” her zaman aktüelin içinde kaldı. Bizdeki futbol direnişi genelde güncelin içine hapsolmuş, günübirlik haykırışlar gibi. Bütün dünyaya futbol takımıyla karşılık vermek bizde mümkün olur muydu dersiniz?

Çok kısa cevap vereyim. Futbol toplumsal meselelerin bayrağı olmaya çok da teşne değil aslında.

Futbol çaresizlerin bu anlamda başvurduğu son müracaat merkezi. Kendisini ifade anlamında başka kanal bulamayan toplulukların son adresi futbol ve bu anlamda bir yerlerde birileri dertlerini futbol yolu ile anlatmaya çalışıyorsa bilin ki orada diğer kanallar kapalıdır…

Filistin’den Şili’ye giden insanlara oranın halkı gerekli saygıyı göstermiş görünüyor. Bu bakımdan gidip gördüğünüz için sormamız gerekirse -ve Şili üzerinden konuşmak yerine genellersek- Güney Amerika halkı ile Şarklı olan bizler, birbirimize benziyoruz değil mi?

“Filistinlileri çok seviyorum, onlar çok güzel insanlar”

Daha iddialı bir cümle kurayım; dünya bir gün değişecekse bunda Güney Amerikalıların mutlaka büyük katkısı olacak. O anlamda mutlaka oralarla bağımızı, ilişkimizi, mesaimizi arttırmalıyız. Belgesel çekimleri için Santiago’da dolaşırken Filistin bayrağı gibi boyanmış bir seyyar satıcı arabası gördük. Minibüsten inip adamla konuşmaya başladık Filistinli diye. Meğer adam Filistinli değil “Peki neden arabayı böyle boyadın?” dedim. “ Filistinleri çok seviyorum, onlar güzel insanlar” dedi…

Oynayan ne futbolcu ne hoca ne gazetecidir; futbolu oynayan bizatihi taraftarın kendisidir.

Bunun klişe bir soru olduğuna asla inanmayacağım. Her daim sorulması gereken bir soru bu bana kalırsa. Futbolun zenginle fakiri aynı anda sevindirmeyi başardığı şartlar hâlâ devam ediyor mu? Bunu sağlayan “şeyler” hâlâ yanı başımızda mı?

Hiç değilse televizyonda başarıyor. Ama kabul edelim ki stadyumlarda bu bitti. Giydiğin formada bitti, garibanın pazardan aldığı “çakma” forma belli ediyor kendini namussuz. O yüzden korsancıları sahteliği daha az belli olan hatta hiç olmayan forma üretmeye çağırıyorum!(Gülüyor) Şaka bir yana kulüplerin mutlaka ucuz forma satmaları gerekir. Formadan da kazanmayın kardeşim. Sanki her kazandığınızı hayra harcıyorsunuz. Bunu da bir futbolcu eksik transfer edip fakir fukara da gönül verdiği takımın gerçek armalı formasını giyebilsin diye ucuz yapın. Belki dua alırsınız ve o dualar rüzgarın yönünü değiştirip ummadığınız bir topu gol yapar…

Penaltı anında, tribünde ateist kalmaz

Bir baktık ki futbol ve Filistin muazzam bir hikâye sunmuş bize.
Bir baktık ki futbol ve Filistin muazzam bir hikâye sunmuş bize.

“Futbol, kaderin zaman zaman meçhul işleyişlerini çözüme bağladığı bir sahne” midir?

Tam az önceki hikâye üstüne. Rahmetli Kâzım Koyuncu bir Trabzonspor maçından sonra sevgili Aytekin Akay’ı aramış ve demiş ki “Aytekin inanıyorum Allah var, yoksa bu maç böyle bitmezdi…”

Benim bayıldığım bir sahnesi olan bir Balkan filmi var, sahne şöyle: Takımın kalecisi sıkı bir Marksist ve hakem aleyhlerinde haksız bir penaltı veriyor. Kaleci teslis yapıyor ve şöyle diyor; “Kusura bakma Lenin, şu anda çok ihtiyacım var.” Düşen uçakta ateist olmaz diyorlar ya hani, ben onu değiştirdim: Penaltı anında tribünde ateist kalmaz! (Gülüyor)

Hikâyesine talip olduğunuz ve belgeselini çekmek istediğiniz başka bir futbol hikâyesi var mı, varsa eğer biraz bahseder misiniz?

  • Kısmet olursa ve ekip arkadaşlarımı ikna edebilirsem (çünkü tek başıma asla beceremem) İran Türklerinin takımı Tractor Sazi, Batı Avrupa Türkleri ( gurbetçi) gençlerinin milli takım tercih dilemmaları, ve bir de Cins’te yazdığım kendi hikâyem olan forma hikâyesini film yapma hayalim var.

İlk ikisi belgesel, üçüncüsü kurmaca tabi. Sinemaya bulaştık ve vazgeçmek istemiyorum, ama futbol eksenli olacak sadece bundan eminim.

Futbol hakkında yazılmış bir kitap ismini emanet olarak soralım bu soruyu: Futbol düşünürken aslında neyi düşünürüz?

Biz müptelalar açısından futbol bir aşk hâli. Zikrettiğiniz kitabın yazarı “tatlı aptallık” diyor bence onlarda “aşk” kelimesinin tam karşılığı olmadığı için bunu diyor, dediği bizim bildiğimiz aptal âşık… Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu sorarmış ya hani burs vereceği talebelere, “Evladım âşık oldun mu?” diye ve olumsuz cevaba sinirlenirmiş. Ben mesela bir takıma âşık olmuş adamın aşkını kabul eder, bursu da seve seve veririm. Âşık taraftarla holiganlığı karıştırmasın sevgili okur, zira ikincisi futbol olmasa da marazlık çıkaracak bir şey bulacak tipler. İlki de futbol olmasa da âşık olacak bir şey bulacak tipler ve bu ikisinin hasbelkader aynı otobanı kullanıyor olmaktan öte hiçbir benzerlikleri yok, arz ederim…