Gökdelen değil, Cuma mesajı

Siteler, site yaşantısı, apartmanlar, kaybolan komşuluk, gökdelenler, plaza insanları, TOKİ, ah TOKİ, vah TOKİ…
Siteler, site yaşantısı, apartmanlar, kaybolan komşuluk, gökdelenler, plaza insanları, TOKİ, ah TOKİ, vah TOKİ…

Görsele baktın Allah diyor, Cuma ise Cuma yazıyor, bet bir yeşilin üzerinde yanıp sönen yapay kırmızı bir gül var. “Oooo gül varsa iyidir.” Akla Peygamber geldi. Çözünürlüğü düşük. Tasarımına bakarken gözlerin kanıyor, ama olsun. Allah var, Peygamber akla geldi, Cuma falan diyor. Paylaş gitsin. Amaç hâsıl oldu. Dostlar alışverişte gördü.

Her şey, hepsi, gözüne hoş gelmeyenlerin tamamı Cuma ve bayram mesajları yüzünden oldu.

***

Sanırım bugün modern çağ ile ilgili konuşurken ağzımızı açtığımızda ilk yakınacağımız şey; gökdelenler ve mimari özelinde kentleşme olacaktır.

Siteler, site yaşantısı, apartmanlar, kaybolan komşuluk, gökdelenler, plaza insanları, TOKİ, ah TOKİ, vah TOKİ…

Tüm genellemeler gibi bunun da yanlışı vardır elbet, ama acımadan genelleyelim: İlk hedef, hep yanlış hedeftir. Daha doğrusu hayvanidir aslında. Mesela bir aslan bir antilop sürüsüne saldıracak olsa, en zayıf, en sağlıksız, en kolay olan hedefi tercih eder. Peki, biz bir sorundan bahsederken, avlanıyor muyuz? Ya da biz besin piramidinin en üstündeki etçil miyiz? Medeniyet tasavvuru ya da mimari estetik derken, Serengeti kırsalındaki bir hayvandan farkımız olmaması gücümüze gitmiyor mu? Gitmeli.

Apartmanlarda oturup, plazalarda çalışıp, ev kredisi öderken şehircilik falan eleştiremeyiz. Bir yandan sobaya odun atıp, bir yandan sıcaktan şikâyet etmek gibi bir şey bu.

Hadi ama… Siz de boş boş konuşmalardan bıkmadınız mı? Basit olana değil de, sorunun kökenine odaklanma zamanımız gelmedi mi?

Ben artık kimsenin “medeniyet tasavvurumuz şudur, gökdelenler böyle kötüdür, TOKİ öyle kakadır” demesine katlanamıyorum. Farkında değil misiniz? Bu konuşmalar bizi hiçbir yere götürmüyor. Laf söyledi balkabağı. Sorarlarsa, söyledim demek için, söylenmiş sözler bunlar. Hiçbir yaraya derman olmayan, plasebolar.

Apartmanlarda oturup, plazalarda çalışıp, ev kredisi öderken şehircilik falan eleştiremeyiz. Bir yandan sobaya odun atıp, bir yandan sıcaktan şikâyet etmek gibi bir şey bu.

“E peki, susacak mıyız?” elbette hayır. Yüksek katlı, estetikten yoksun binalar ve piç, köksüz bir mimari beni de rahatsız ediyor, fakat şunu fark ettim ki, bu sadece bir sonuç. Biz “yaşam estetiğini” kaybettik.

O çok övündüğümüz, gurur duyduğumuz ve hala öykündüğümüz Osmanlı mimarisi piramidin en üstü aslında. Tabanı oluşturan bir letafet silsilesinin en güzel tepe noktası. Biz şimdi bu çukur halimizle diyoruz ki, neden böyle eserlerimiz artık yok. Olmaz. Olamaz. Önce piramidin altını oluşturacak yaşam estetiğine ulaşmamız gerek. Sonra mimari gibi bunun en üstteki külli yansıması kendiliğinden oluşur zaten.

Biz şimdi bu çukur halimizle diyoruz ki, neden böyle eserlerimiz artık yok?
Biz şimdi bu çukur halimizle diyoruz ki, neden böyle eserlerimiz artık yok?

Somut örnekler üzerinden gidelim. Bugün duvarlara astığımız, belediyelerde kurslarını verdiğimiz ve koskoca bir sanat dalını teşkil eden Ebru, aslında kitapların iç kapaklarına ve yan sayfalarına uygulanan bir baskı yöntemidir. Olay ne? Kitap, o dönem itibari ile cisim olarak çok değerli ve ender bir şeydi, hele bir de bahsi geçen Mushaf-ı Şerif ya da ilmi bir eserse manevi değeri de çok yüksek kabul ediliyordu. Bu sebeple öyle “kitabı iki kapak arasına koyduk bitti” deyip geçmemişler. Oraya da bir letafet katma ihtiyacı duymuşlar. Burada kilit nokta şu: bu ekstra bir şey değil, bir entel eğlencesi değil, bir zengin lüksü değil, bir ihtiyaç. Çünkü aşk bunu gerektirir. Bir arif “Edep, aşkın kıyafetidir” der. Kitabın letafetine, Allah’ın Ya Latif ism-i şerifinin tecellisi yakışır. Ya Latif ile bakan, letafeti görmek ister ve ona edep eder. Edebi gereği, letafete vesile olmak için sanata başvurur. Hooop oldu sana Ebru Sanatı. Yani bu açıdan aşk, letafet ihtiyacını doğurdu, bu ihtiyaç ise sanatı ortaya çıkardı. Altı üstü kitap içiydi, ama edep onu sanat yaptı.

  • Gelelim bugüne. Bayram, kandil, Cuma, Ramazan, Allahu zülcelalin ism-i şerifi, Habibullah’ın ism-i paki ve uzayacak uzun bir liste dolusu kutlu, mübarek gün ve isim söz konusu olduğunda, hemen telefona sarılıyoruz. Karşımıza o “şeyler” çıkıyor. Muhtemelen ya whatsapp’ten gelmiş oluyor, ya da facebook’ta kayınçonun yeğeninin komşusunun kızı paylaşmıştır oluyor “şey”leri.

Görsele baktın Allah diyor, Cuma ise Cuma yazıyor, bet bir yeşilin üzerinde yanıp sönen yapay kırmızı bir gül var. “Oooo gül varsa iyidir.” Akla Peygamber geldi. Çözünürlüğü düşük. Tasarımına bakarken gözlerin kanıyor, ama olsun. Allah var, Peygamber akla geldi, Cuma falan diyor. Paylaş gitsin. Amaç hâsıl oldu. Dostlar alışverişte gördü.

İnternette gezinirken, yine akıllı ama kör telefonunun ekranında bir görsel belirdi “Allah’ını seven şu güzelliği bir kere paylaşsın” yazıyordu. Arapça Allah lafzı vardı, ama görsel berbat hazırlanmıştı. Fakat fark etmez. “Allah’ımı seviyorum nihayetinde” deyip paylaş.

“Oooo tuğra gördüm. Tuğra=Osmanlı. Ben neyim Osmanlı torunu. Tuğra kimin? Boşver. Ne yazıyor üstünde? Salla. Ben Osmanlı torunuyum.” Hoooop yapıştır gitsin her tarafa.

“Yutuba ilahi yükleyelim abi. Ama söyleyen adamın sesi kötü. Yaaa boşver. Abi klip berbat, o şelaleler falan ne alaka ki? Yaaa bırak kardeşim. Sanane yaaa. Allah falan diyor ne güzel işte.”

İnternette gezinirken, yine akıllı ama kör telefonunun ekranında bir görsel belirdi “Allah’ını seven şu güzelliği bir kere paylaşsın” yazıyordu.
İnternette gezinirken, yine akıllı ama kör telefonunun ekranında bir görsel belirdi “Allah’ını seven şu güzelliği bir kere paylaşsın” yazıyordu.

O, şikâyet ettiğimiz gökdelenler ve dikine mimari bu yüzden var.

“Facebook’ta paylaşılan 3 boyutlu Allah lafzı, dua eden kedi videosu, her yerden beliren tuğralar mı yaptı yani gökdelenleri, apartmanları?” diyorsanız, tam olarak onlar yaptı. Her biri medeniyetin, estetiğin, sanatın dibine dinamit koyup patlattılar.

Bu garabetlere, kötülüğe, kitschliğe gözümüz öyle alıştı ki, artık rahatsız bile olmuyoruz.

Çünkü aşkımız yok. Çünkü imanımız zayıf. Az önce beyan etmiştik; aşk olsa edep olur, edep olsa letafet olur, letafet olsa estetik olur, sanat olur.

Bugün güzel binalar yapmak istiyorsak güzel tasarlanmış Cuma mesajı görsellerine ihtiyacımız var.

Hoş camiler inşa etmek istiyorsak, binlerce yıllık hat geleneğini 3 boyutlu yanar dönerli Kelime-i Tevhid yazılarına yem etmememiz gerekiyor.

-Her ne demekse- bir medeniyet tasavvurumuz olsun istiyorsak, 3. Sınıf bir edebiyatın ürünü olan hamasi ve içinde bolca “amen” imojileri olan bayram/kandil mesajları atmamamız gerekiyor.

İşe buradan başlamayacaksak, 100 yıl daha olanca mutsuzluğumuzla gökdelenlere söver, şehircilik döver, medeniyet tasavvuru satarız.