Hadi hayırlısı
Sevgilisinin kapısında ayağına diken batsa Mecnun’un; sızlanmak şöyle dursun, biraz orada vakit geçirmeye bahane buldum diye sevinir. Ne buyrulur böyle bakışa?
Kalem kej-dil mürekkeb rû-siyeh kâğıt dü-rû bilmem
Kimi etsem o şûha arz-ı hâlim yazmada mahrem
Nâbî
Sevgili İsmail Kılıçarslan bu dergide yazmamı isteyince çok hoşuma gitti doğrusu ama epey telâş da ettim. Yani, durum çok cins bir kere.
Yeraltı dünyasındaki dostlarım divan şairleri, şimdilerde pek alışık olmadığımız tarzda bakıyorlar hayata. Esprilerini de öyle yapıyorlar. Türkçe’den Türkçe’ye tercüme edilmesi gerekiyor söylediklerinin. Yine onlar “İzah mizahı bozar” da diyorlar. Ne yapmalı bilmem. Hadi hayırlısı. Şair Nabi’nin yukarıya aldığımız beytini anlamaya çalışarak girelim mevzuya izninizle:
Yeni yetmelerle uğraşmak zor. Ama ne güzel değil mi? İlgisiz sandığın delikanlı bir bakıyorsun mizahın dibine vuruyor. “Mikrop! Seviyor ve özlüyorum ama kavuşmanın acelesi yok.
Kej: Eğri / Rû: Yüz / Dü: İki / Arz-ı hâl: Dilekçe / Mahrem: Sırdaş (Kalem eğri dilli, mürekkep kara yüzlü, kâğıt ikiyüzlü; ben halimi o yâre nasıl yazayım.)
Bu beyti anlatmaya çalıştığım bir lisede öğrenci parmak kaldırıp da “Hocam e-mail atsın; kâğıt olmadığı gibi mürekkep ve kalem de yok” dediğinde; 15 yaşındaki bir delikanlının ilgisine sevinmekle, şakaya alınmanın tedirginliği arasında kalmıştım. Bir başka lisede de dua istediğim gençlerden biri sevdikleriniz Şair Nabi, Şair Baki, Şeyh Galip; sultan şairler Fatih, Yavuz, Kanuni hep ahiretteler. Onlara bir an önce kavuşmanıza dua edelim mi? Diye sorduğunda da aynı ikilemi yaşamıştım.
Yeni yetmelerle uğraşmak zor. Ama ne güzel değil mi? İlgisiz sandığın delikanlı bir bakıyorsun mizahın dibine vuruyor. “Mikrop! Seviyor ve özlüyorum ama kavuşmanın acelesi yok. Sen benim giderken gülmeme dua et bir zahmet; son gülen iyi güler.” demiştim de artık öyle dua etmeye söz vermişti. Anlaştık yani bir şekilde.
Seksenlik ihtiyar Kâbe örtüsüne sarılıp dua ediyor: Yarabbî canımı burada al, ama bu sefer değil. Hemen gitmeyi kim ister ki canım. Bu kadar iş varken.
Sahibi bilinmeyen iki mısra ile de nefis bir teselli:
Veren de O alan da O nedir senden gidecek
Telâşını görenler can senin zannedecek
Genel yayın yönetmenimizin bir yazısında “Neş’e lâzım bize eğlence değil” cümlesini görünce Nâ’ilî’nin iki beyti gelmişti aklıma. Sizden saklayacak değilim:
- Neşvedâr-ı hayretiz biz cür’adân-ı feyzden
- Ne sifâl-i meh ne câm-ı âfitâbın mestiyiz
Neşvedâr: Neşeli, sevinçli / Cür’a: Bir yudum / Sifâl: Kadeh /Meh: Ay / Câm: Kadeh / Âfitâb: Güneş / Mest: Sarhoş
(Bu dünyanın ne gecesinin verdiği zevke baktığımız var ne gündüzünün. Biz kalbe gıda olan manevi feyz kadehi ile sarhoşuz.)
Dilde gam var şimdilik lutf eyle gelme ey sürûr
Olamaz bir hânede mihmân mihmân üstüne - Râsih
Dil: Gönül / Sürûr: Neşe / Mihmân: Misafir (Ey Neşe! Sana zahmet bir süre uğrama buralara. Gönlümde gam var; aramız da iyi. Misafir üstüne misafir olmaz bak, rahatsız olursun.)
Sultan İkinci Mustafa’ ya bakar mısınız, nasıl yorumluyor hayatı: Başımızdan çün hevâ-yı zülf-i yâr eksik değil
Mürtefi’ yerdir anın’çün rûzigâr eksik değil
(Gerçi huzur bulmadık dünyada. Ama ne yaparsın zirvedeyiz; zirvede piknik olmaz ya!)
- Sohbetimden âr edip ey gül beni terk etme kim
- Gül olur efsürde terk-i sohbet-i hâr eylegeç - Fuzûlî
(Sen gülsün ben diken ey sevgili. Benimle olmak seni utandırıyor besbelli ama unutma ki gül dikenden ayrılınca yaprakları dağılır. Güzelliğin benimle olmaya bağlı bir yerde.)
Biraz eğlenmeğe bâis olur deyû safâ eyler
Der-i Leylâda Mecnûnun diken batsa ayağına - Behiştî
(Sevgilisinin kapısında ayağına diken batsa Mecnun’un; sızlanmak şöyle dursun, biraz orada vakit geçirmeye bahane buldum diye sevinir.)
Sıkıntıya uğrayınca daha içli dua etme imkânı buldum diye sevinen mü’min hallerini hatırlamalı.
Ne buyurulur böyle bakışa?