Harika çocuğun Itrî ile sebebi bilinmez düşmanlığı

Suna Kan
Suna Kan

Suna Kan derler, Türkiye’nin önemli bir keman virtüözü vardır. Suna Kan “harika çocuk”olarak 1948 yılında çıkarılan özel bir kanunla yurt dışına gönderilmiş, eğitilmiş ve ülkesinegeri gönderilmişti. O, modernliği, ilericiliği temsil ediyordu. Aydınlatmaya gelmişti halkını.Onları köhnemiş fikir ve sanattan kurtaracaktı. Onun olduğu yerde Türk müziği gibi banalbir müzik zinhar yapılamazdı. Yoksa ülke geri giderdi.

Yıl 1971. Milat’tan sonra… Türklerin yaşadığı bir devlet var adına Türkiye dedikleri. Bu ülkede belli aralıklarla darbe yapılırdı. Bu darbelerin kimi dolaylı, kimi doğrudan olurdu. İşte o darbe zamanlarından biriydi ve Başbakan Nihat Erim, Kültür Bakanı da Sait Talat Halman.

O zamanlar da devletin adı Türkiye ama Türklükle ilgili şeyler hâlâ tehlikeli ve köhne. Türk mûsıkîsine devlet okulları ve sahnelerinde yer yok.

Talat Bey bir edebiyatçı. Türk kültürünü de sahiplenen birisi. Amerikalar’da üniversitelerde çalışmış, değerli bir akademisyen.

Günlerden bir gün, Kültür Bakanlığı’na İsmail Baha Sürelsan gibi Türk mûsıkîsini çok iyi bilen bir kişi tarafından izahlı bir Türk mûsıkîsi konseri teklifi gelir. Bakan Halman, bu teklife olumlu yaklaşır ve Sürelsan’ı davet eder. Büyük Bestekâr Itrî’yi her yönü ile tanıtacak bir konser kararlaştırılır.

Bu ilerici, soylu, kahraman Suna Kan yemedi içmedi, Milliyet Gazetesi’ndeki köşesinden Talat Halman’a açık mektup yazdı. Demesi şu idi: Cumhuriyet’in bir Kültür Bakanı Türkiye’yi Osmanlı artığı çehresiyle tanıtamazdı.

Ziyaret edenlerin böyle bir konserin nerede yapılacağına dair sorusunun cevabı Halman’dadır: “Tabii ki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Salonu…” Taraflar, büyük bir iş yapmanın hazzı ile ayrılırlar. Hazırlığa girişilir.

Ama kazın ayağı öyle değildir.

Suna Kan derler, Türkiye’nin önemli bir keman virtüözü vardır. Suna Kan “harika çocuk” olarak 1948 yılında çıkarılan özel bir kanunla yurt dışına gönderilmiş, eğitilmiş ve ülkesine geri gönderilmişti. O, modernliği, ilericiliği temsil ediyordu. Aydınlatmaya gelmişti halkını. Onları köhnemiş fikir ve sanattan kurtaracaktı. Onun olduğu yerde Türk müziği gibi banal bir müzik zinhar yapılamazdı. Yoksa ülke geri giderdi.

Bu ilerici, soylu, kahraman Suna Kan yemedi içmedi, Milliyet Gazetesi’ndeki köşesinden Talat Halman’a açık mektup yazdı. Demesi şu idi: Cumhuriyet’in bir Kültür Bakanı Türkiye’yi Osmanlı artığı çehresiyle tanıtamazdı. Tek sese geçit vermek, ülkeyi gerilerden en geriye götürmekti. Hele hele böyle bir konserin Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Salonu’nda verilmesi Atatürk devrimlerini en derinden zedeleyecek bir eylemdi. Türkiye için kötü bir propaganda idi. Mektubunu da şöyle tamamlıyordu: “Sahnesinde Beethoven’in, Brahms’ın, Bartok’un, Erkin’in, Rey’in, Saygun’un eserlerini çaldığım Devlet Konser Salonunu, emrettiğiniz gibi, müzelik eserlerle 22 ve 23 Aralık tarihlerinde teksesin temsilcileri işgal ederse, naçiz şahsıma tevcih edilmiş olan Devlet Sanatçılığı unvanını size gönül ferahlığıyla iade edeceğimi bilmenizi isterim; Atatürk Devleti’nin temelinde yatan prensipler zedelendiği gün, esasen benim gözümde böyle bir unvanın değeri ve şerefi de kalmaz.”

Suna Kan “harika çocuk” olarak 1948 yılında çıkarılan özel bir kanunla yurt dışına gönderilmiş, eğitilmiş ve ülkesine geri gönderilmişti.
Suna Kan “harika çocuk” olarak 1948 yılında çıkarılan özel bir kanunla yurt dışına gönderilmiş, eğitilmiş ve ülkesine geri gönderilmişti.

Suna Kan bununla da yetinmiyor ve devrin Başbakanı Nihat Erim’e de mektup yazıyordu:

“…iş ne Itrî meselesidir, ne Devlet Konser Salonu’nda alaturka konser vermek meselesidir, kökünden Atatürk devrimleriyle sıkı sıkıya ilgilidir.” Yani, “anlamıyor musunuz, bu Gezi Parkı meselesi değil” diyordu.

Merhume Tanburî Laika Karabey 11 Ocak 1972 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Suna Kan’a Cevap” yazısında şöyle diyordu: “Bu kadar ecdadını inkâr hiçbir millette yoktur. Biz sonradan türeyen bir millet değiliz. Siyasî değişiklik olur, ama tarihî asalet inkâr edilemez, onunla iftihar edilir.”

Nihat Erim
Nihat Erim

Ne mi oldu?

Itrî Konseri yapılamadı. Dur daha bitmedi. Kısa süre sonra hükümet değiştirildi ve Talat Halman Kültür Bakanlığı’ndan alındı. Sadece o değil, bakanlığı da kaldırdılar. Kültür Bakanlığı diye bir bakanlık bırakmadılar.

Sonra ne mi oldu?

Itrî ismi taşıyan bir konser Ankara’daki Devlet Konser Salonu’nda 2012 tarihine kadar verilemedi. Ama ondan önce 24 Şubat 1977 tarihinde Nevzad Atlığ yönetimindeki Devlet Klasik Türk Mûsıkîsi Korosu, Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Konser Salonu’nda konser vererek Türk mûsıkîsini devlet salonlarına sokmayı başarmıştı. İsmail Baha Sürelsan, Nevzad Atlığ’a şu kutlama mektubunu gönderiyordu: “İçinde bulunduğumuz pek müşkil şartlar dâhilinde, bir başkasının başarabileceğine asla ihtimâl vermediğim, bu derece mükemmel ve muvaffakiyyetli bir konser verebilmeniz, benim, âcizâne takdîr ölçülerimin pek üstündedir. Zât-ı âlîlerini en halisane duygularla tebrîk etmek isterim.”

  • Yıllar sonra Talat Halman o hadiseyi şöyle özetliyordu: “Benim yaptığım şey; Cumhurbaşkanlığı’nda yapılacak Itrî konseriyle bütün bu yasakları kaldırmak, yavaş yavaş hepsine son vermek, Türk sanat musikisini yeniden konservatuarlara getirmek…”

Mûsıkîmizin önüne konmaya çalışılan bu ve benzeri engeller halkta makes bulmuyordu. İsmail Baha Sürelsan Ankara’da, Nevzad Atlığ da İstanbul’da Türk mûsıkîsinin en güzelini, en doğru şekilde millete dinletiyorlardı. Aslında biraz da bu mûsıkîyi icra edenlerin edep, tevazu, bilgi ve zarafetleri yavaş adımlarla da olsa milletin müziğinin, milletin devletinin salonlarında, okullarında yer bulmasını sağlamıştır.

Kahramanlara ne mi oldu? Talat Sait Halman, bir Aralık günü Itrî’yi Devlet Salonu’nda dinletemedi, kendisi de bir Aralık günü 2014’te vefat etti.

Suna Kan, 1971’den beri Devlet Sanatçısı. Yaşamakta.

İsmail Baha Sürelsan 1991’de Devlet Sanatçısı ilan edildi. 1998’de vefat etti.