Helal olsun müdürüm!

“Arasan bulamazsın!” denilen yegâne adamlardan biriyle olmanın zorlukları da var elbet!
“Arasan bulamazsın!” denilen yegâne adamlardan biriyle olmanın zorlukları da var elbet!

Zaman ilerledikçe Müdür Bey’in değişmeyen ikliminde her an yeni bir şeyler daha ekledik dağarcığımıza. İnsan yönetmenin inceliklerinden tutun da “insan” kavramının karşılığına kadar birçok bilinmeyenler üzerinden bilgi akışıyla zulamızı doldurduk. Asabiyetin yerini nezaketin, öfkenin yerini şefkatin, kolaycılığa karşılık zorluğu seçerek mutlu olmanın ne anlama geldiğini tecrübe ettik. Özellikle de bu günler için düşündüğümüzde “Ama bu kadar iyi de olunmaz ki!” tuhaflığına düşüyor olmanın zorluğunu yaşadık.

İlk kitabımın imza töreninde, ismini iki kez yanlış söylemenin mahcubiyeti ile kendimi ifade etmek üzereyken kendisinin benden daha çok mahcup olduğunu gördüğümde “Nasıl bir tevazu?” sorusu eşliğinde tanıdım Müdür Bey’i. Karşısındaki herkese ceket iliklemek için fırsat kollar gibi duran ak saçlı, siyah bıyıklı, kibar mı kibar bir beyefendiydi karşımda duran. Yanına gelip selam veren herkese yıllardır tanışıyormuşçasına samimiyetle sarılan bu temiz yüzlü adamın hareketleri herkesi memnun eder nitelikteydi.

Yanına gelip selam veren herkese yıllardır tanışıyormuşçasına samimiyetle sarılan bu temiz yüzlü adamın hareketleri herkesi memnun eder nitelikteydi.


O tanışmanın üzerinden birkaç kez daha farklı yerlerde görüşme imkânımız oldu. Her defasında o ilk sıcak tokalaşmanın izleri devam ediyordu. Gittiğim çoğu yerde ne zaman ismi anılsa “Çok iyi adamdır Osman Hoca!” güzellemesinin de bire bir şahidiyim. Aradan üç dört yıl geçtikten sonra aynı okulda Osman Hoca müdür olurken ben de müdür yardımcısı olarak görevlendirildim. Bir yanda her yanından tecrübe ve birikim akan bir müdür, diğer yanda her yönüyle acemi bir müdür yardımcısı…

Sürekli hareketli, heyecanlı ve üretken bir müdür ile çalışmak ilk başlarda stresimi epeyce artırdı. Ne yapabileceğimi bilemeden öylesine gelip geriye döndüğüm günlerin ardından hiçbir şekilde açık aramayan, eksiği görmek yerine en ufak artılar için bile sürekli teşekkür eden bir insanla birlikte olduğumu hissedince rahatladığımı fark ettim.

İlk kitabımın imza töreninde tevazusuyla tanıdım Müdür Bey'i.
İlk kitabımın imza töreninde tevazusuyla tanıdım Müdür Bey'i.

Koca bir okulun önünde sürekli yeni bir şeyler ortaya koyma idealiyle güne başlayan bir yöneticinin, yanında olmanın sorumluluğunu ise gün geçtikçe daha iyi anlamaya başladım. O güne dek gördüklerimde çok başkaydı Müdür Bey. “Arasan bulamazsın!” denilen yegâne adamlardan biriyle olmanın zorlukları da var elbet! Her şeyden önce hasbî olmak, kibar konuşmak, karşındaki kişiyle arana hiçbir mesafe koymadan iletişime geçmek, tevazuyu hep önde tutmak gibi birçok “üst düzey insanlık hasletleri” ne sahip olmak zorundasınızdır mesela. Sonra karşılık beklemeden çalışmanın, mesai kavramını unutmanın, eşinden ve evinden uzak kalmanın tecrübesini yaşamalısınızdır.

  • Tüm bunların üzerinde toplandığı bir karakterdi Osman Hoca. Zaman ilerledikçe Müdür Bey’in değişmeyen ikliminde her an yeni bir şeyler daha ekledik dağarcığımıza. İnsan yönetmenin inceliklerinden tutun da “insan” kavramının karşılığına kadar birçok bilinmeyenler üzerinden bilgi akışıyla zulamızı doldurduk.

Asabiyetin yerini nezaketin, öfkenin yerini şefkatin, kolaycılığa karşılık zorluğu seçerek mutlu olmanın ne anlama geldiğini tecrübe ettik. Özellikle de bu günler için düşündüğümüzde “Ama bu kadar iyi de olunmaz ki!” tuhaflığına düşüyor olmanın zorluğunu yaşadık. Müdür Bey sadece bizim gözümüzde değerli değildi elbet. Her teneffüs hiç çekinmeden odasına giren bir sürü öğrenci için de kendisine “baba” diyen öğretmenleri için de farklıydı hep. Bazıları için “Osman Hoca” bazıları içinse “Müdürüm” kelimelerinin karşılık bulduğu bu güzel insanla tanışma fırsatı bulan herkes için güzelden, iyiden başka sözler duymadığımız kesin…

Bir işini bitirmek için bilgisayarın başına geçip de birilerine laf anlatma yüzünden hiçbir sonuç çıkaramadığında da yüzü asık değildi müdürümüzün. Sabrı ve tevazusu ona normalin üzerinde bir müsamaha duygusu yüklüyordu. Gün geçti, zaman eridi, bizim de Müdür Bey’le yollarımız ayrı düştü. Hamdolsun ki mekânlar değişse de gönüllerdeki güzellikler için bir yere ihtiyaç yok! Osman Hoca’mla bazen ara sıra bazense sık sık görüşmelerimiz devam ediyor. Bunda elbette ki benim korkularımın etkisi büyük…

Her teneffüs hiç çekinmeden odasına giren bir sürü öğrenci için de kendisine “baba” diyen öğretmenleri için de farklıydı hep.
Her teneffüs hiç çekinmeden odasına giren bir sürü öğrenci için de kendisine “baba” diyen öğretmenleri için de farklıydı hep.

Ne korkusu bu, derseniz: “Az bulunan insanları kaybetme korkusu” cevabını verebilirim. Yok olmaya yüz tutan “insanlık” hikâyesine katkı sunan tüm “iyiler” i kaybetme lüksümüzün olmadığı bu çağda Müdür Bey’i yitirmek gibi bir düşüncem hiç olmadı. Bu yüzden de bulduğum her fırsatta yanına uğruyorum Osman Hoca’mın. En son geçenlerde yolum düştü yanına. Her zamanki gibi açık duran kapısından içeri girince yine mütebessim çehresiyle karşıladı beni. Sımsıcak sarılıp yer gösterdi.

  • Masasının üzeri çok çalışanlarda sıkça rastlandığı üzere evraklarla doluydu. Ben gösterdiği yere otururken çalan telefonuna bakma fırsatı bile olmadı. Bir yandan bana bir yandan önündeki bilgisayara bakma telaşındayken telefon ikinci kez çaldı. Kafamı uzatıp baktım. Kızı arıyordu. Derken üçüncü kez çaldı.

Ben “Müdürüm!” demeye kalmadan o konuşmaya başladı: “Bugün çok işimiz var. Beni de bizim kız bekliyor bir saattir. Ama şu işleri bir toparlamamız lazım.” -“Müdürüm…” -“Çok iş var çok!” -“Müdürüm…” -“Efendim.” -“Kızınız beşinci kezdir arıyor.” -“Hay Allah!” “Müdürüm siz daha bekletmeyin bence.” diyorum ayağa kalkıp. Bu kez koltuğundan ayrılıp karşıma otururken kızının telefonunu açıp: “On dakikaya çıkarım sanırım.” dedikten sonra bana döndü. “Sen ziyarete geldin beni. Bir on dakika daha beklesin!”

Mecburen boyun eğip dediğine uydum. O on dakika yirmiye çıktı. Ben yedinci kez çalan telefondan sonra dayanamayıp kalktım: “Müdürüm lütfen! Beraber çıkalım. Kızınızın hakkına giriyoruz, böyle olmaz!”“Ben onlardan her gün en az on kez helâllik istiyorum hocam! Onlar helâl etmeye ben de helâllik istemeye alıştık anlayacağın. Sen de hakkını helâl et, çok ilgilenemedim.” “Helâl olsun Müdürüm!” diyorum can-ı gönülden. Sonra da birlikte hızla çıktık okuldan. Okulun bahçesinde sağlı sollu açan gülleri okşayan Osman Hoca bir yandan da bana yeni projelerinden bahsediyor. Tam kolumdan tutup geriye döneceğimiz sırada sekizinci kez çalan telefona bakıp birlikte güldük. Sonra da bir daha geri dönmemesi için arabasına kadar uğurladım onu. O güleç yüzüyle ayrılırken ben hayran hayran bakıp dua ettim: “Allah sayılarınızı artırsın.”