Henüz 12 yaşında tehlikeliler listesinde

2. İntifada esnasında babasının kollarında vurularak şehit edilen küçük Muhammed gibi binlerce masumun yüzü vardı gözlerinin önünde, kaleminin ucunda. Şiirlerinde, Nekbe sonrası Filistin’de yaşanan trajedinin izini süren Mahmud Derviş, bu karanlığın ortasında açtığı beyaz bir sayfa ile vatanının güzelliklerini de anlatmayı asla bırakmamıştı.
Çevresinde yaşıtı bir sürü Yahudi çocuk vardı. Bir onlara bakıyordu, bir de kendi hayatına. O çocuklar gibi güzel bir evde değil en ufak bir rüzgârda dahi yerinden oynayan çadırlarda yaşıyordu yıllardır. Kış aylarında çamurlara bata çıka giderdi okula, paçalarından çıkmazdı lekesi bir türlü. 1948 senesinin bir yaz gecesi, o henüz 6 yaşındayken başlamıştı her şey. Yemyeşil tepeler üzerine kurulu Celile yakınlarında Berve köyü, sabaha kadar bomba ve kurşun sesleriyle çınlamış, ne olduğunu anlayamadan kendini, canını kurtarmak için sağa sola koşturan o telaşlı kalabalık içerisinde bulmuştu. Ve onun ailesi de, binlerce Filistinli gibi bir gecede her şeyini artık. İşte Kuzey Filistin’deki Deyr Esad mülteci kampına gelişlerinin hikâyesi buydu.
Bir anda mülteci durumuna düşen bütün diğer Filistinliler gibi, onlar da tuhaf bir statüye sahiptiler. Filistin kimlikleri vardı ancak vatanları işgal edildiği için kendi topraklarında yasadışı olarak kalıyor görünüyorlardı. Fiziksel olarak vardılar ancak yaşamak ve çalışmak için gereken yasal izinleri yoktu. Yaşıtı Yahudi çocukların sahip olduğu hiçbir imkâna sahip değildi o nedenle. O çocukların anne babaları, büyük bir özgüvenle yani ellerini kollarını sallaya sallaya ortada dolaşırken, kendi anne babası her geçen gün daha acı bir karanlığa sürükleniyordu.
Bir gün içindeki bütün bu duyguları kâğıda dökmeye karar verdi. Kendini, o çocuklarla kıyaslıyor ve zihnindeki sorulara cevap arıyordu. Şiirini kısa sürede tamamladı ve büyük bir heyecanla kamptaki herkesin içinde okudu. Üstelik o gün İsrail’in bağımsızlık günüydü ve Siyonist işgalciler tarafından bazı kutlamalar düzenlenmişti. Küçük bir çocuğun kaleminden çıkan mısralar soğuk duş etkisi yaratmış ve kısa sürede İsrail askeri valisinin kulağına kadar gitmişti. Askeri vali öfkeden deliye dönmüştü. Çocuğu derhal yanına getirterek ona tehditler savuracak, böyle şiirler yazmaya devam edecek olursa, sadece kendine zarar vermekle kalmayıp, anne babasının hatta bütün Filistinlilerin başına büyük belalar açacağını söyleyecekti. Çocuğun ise, bu esnada zihninde bir şimşek çakmıştı. Bir şiir, onları bu kadar öfkelendirdiğine göre, demek ki şiir yazmak ve şairlik sandığından daha ciddi bir işti. Karşısındaki adamın gözlerinde gizlemeye çalıştığı bir korku vardı sanki. Koskoca adam, bir çocuğun kaleminden çıkan birkaç mısradan bu denli korksun, olacak iş miydi? Olabiliyordu demek ki.
Adı, 12 yaşında yazdığı bir şiir yüzünden İsrail için tehlikeliler listesine giren bu çocuk, ileride sadece Filistin’in değil dünya edebiyatının en büyük şairlerden olacak Mahmud Derviş’ti. Ve artık ömrünün son yıllarına yaklaşırken, şu sözlerle ifade ediyordu duygularını: “Benim açımdan bu şiir divanını yazmaktan başka direniş adına yapacak hiçbir şeyim yoktu. Şiirlerimi her yazışımda kuşatmanın uzaklaştığı hissine kapılıyordum. Sanki düşman askerlerini uzaklaştırıyormuşçasına orada kullandığım tek güç; dilin gücüydü… Hayatın gücü, devamlılığı, ilişkinin eşya ve doğa ile sonsuzluğu hakkında yazdım. Uçaklar, havada birkaç dakikada uçar, oysa güvercinin uçuşu sonsuzdur.”
Mahmud Derviş’in yakın dostu Filistinli şair Semih el-Kasım bir söyleşisinde şöyle söylemişti: “Filistin’de bir şair ile bir savaşçı, ikiz kardeş gibidirler.” Ve Mahmud Derviş de bu tanıma en çok uyan şairlerden birisiydi. Filistin ulusal kimliğinin muhafaza edilmesi için mücadele eden ve kaleminden başka silahı olmayan bir savaşçı... O, okuyucularına çok zengin bir kültür ve tarihi arkasına alarak sesleniyordu. Kim olduğunu unutmamak yani toplumsal hafızayı canlı tutmak, Filistin halkının sadece topraklarını ve evlerini işgal etmekle kalmayıp, bu ulusa ait tüm kültürel değerleri yok etmeyi amaçlayan işgalcilere verilecek en iyi cevaplardandı. İsrail için tehlikeliydi çünkü edebiyatı işgale karşı direnebileceği büyük bir silah olarak görüyordu. Silahların üzerinin örtülebileceğini, yarattıkları etkinin silinebileceğini ancak kelimelerin yarattığı etkiyi silmenin mümkün olmayacağını düşünüyordu. Bir sabah askerler evine gelerek, 10 yıl boyunca Hayfa’dan ayrılmasının yasak olduğunu bildiren bir kâğıt tutuşturmuşlardı eline. İsrail tarafından zorunlu ikamete tâbi tutuluyordu. Ancak, gizli gizli çevredeki köylere gidiyor, karşılaştığı herkesin derdini dinliyor, onlara şiirlerini okuyordu. Siyonist İsrail devleti, onlara birer kimlik kartı vermişti. Önce kırmızı bir kart… Daha sonra bu kartlar mavi olmuştu. Siyonistlerin attığı her adımdan haberi oluyordu. Ve henüz 22 yaşındayken kaleme aldığı “Kimlik Kartı” şiiri, Filistin kimliğini ortadan kaldırmaya yönelik tüm bu girişimlere karşı yükselmiş büyük bir isyan çığlığıydı; “Kayda geçir!/Ben bir Arabım/Kimlik numaram elli bin/Çocuklarım sekiz/Dokuzuncusu yolda bu yaz sonunda/Kızıyor musun?”
2. İntifada esnasında babasının kollarında vurularak şehit edilen küçük Muhammed gibi binlerce masumun yüzü vardı gözlerinin önünde, kaleminin ucunda. Şiirlerinde, Nekbe sonrası Filistin’de yaşanan trajedinin izini süren Mahmud Derviş, bu karanlığın ortasında açtığı beyaz bir sayfa ile vatanının güzelliklerini de anlatmayı asla bırakmamıştı. Zeytin ağaçlarını, portakal bahçelerini tasvir etmişti bizlere. Anne sevgisini, bir annenin yaptığı ekmeğin eşsiz kokusunu, dostluğu, kardeşliği, aşkı, sevdayı yazmıştı. Hüzün ve umut, iki koluna girmiş birer dost gibi nereye gitse yanında yürümüşlerdi adeta. Ve her adımında kendini geliştirerek ve yenileyerek, çok güçlü bir edebi kimlik meydana getirmişti. Şiirlerindeki güçlü imgeler, zayıfın güçlüye karşı meydan okuyuşunu gösteren eşsiz birer örnekti.
Mahmud Derviş, İsrail’in kuruluşu, Deir Deyr Yasin ve Kefer Kasım Katliamları, 67 Arap-İsrail Savaşı, Lübnan İç Savaşı, Şabra ve Şatilla Katliamları, 1. ve 2. İntifada gibi kritik zamanların tamamına şahitlik etmişti. Gassan Kenefani ve Macid Ebu Şerar gibi yakın dostlarının öldürülüşünü görerek, büyük acılar yaşamıştı.
Ancak ne askeri valinin azarı fayda etmişti, ne gözaltılar, ne hapishane, ne de sürgün... Henüz 12 yaşındayken adı tehlikeliler listesine giren çocuğun şiirleri 20 dile çevrilerek dünyanın her yerine ulaşmıştı. Mahmud Derviş, herkese edebiyatın gücünü göstermişti. İşgalin acımasızlığını ve Filistin halkının yaşadığı dramı gözler önüne sermişti. Bir yandan da bıkıp usanmadan vatanının güzelliklerini tasvir etmişti. Mahmud Derviş, Filistin’di. Ve 9 Ağustos 2008’de hayata gözlerini yumduğunda, sadece Filistin’e değil, tüm dünyaya o eşsiz mısraları miras bırakmıştı;
Bir Filistin vardı
Bir Filistin yine var…