Her şey her yerde

​Her şey her yerde
​Her şey her yerde

Ahtapot diyor Najwan, ahtapot görmek ister misin?Evet diyorum, evet bir ahtapot görmek isterim. Birduvarın kenarına gidiyoruz. Üzerine çıkıp, şehrintam karşısındaki tepelere bakıyoruz. Gördün müdiyor ışıktan ve nefretten yapılmış bu ahtapotu?Kahkahaları, çatal kaşık seslerini, Şabatları, YomKipurları görüyor musun?

Islak mavi

Gitmesen?

Ağlaya ağlaya yiyorsun elindeki ekmeği. Islak mavi. Duvaklar, zembiller ve zencefiller. Cümle kuramadığım zaman ağzımdan böyle şeyler çıkıyor benim. Aynalıçarşı, pembe ve ortanca. Cümle kuramadığım zaman baharlı bir bahçe kuruluyor içimde.

Ihlamur, bozkır ve iskorpit. Beydağı’ndan Akdeniz’e bakmak gibi sana bakmak. Üsküdar, melekli merdiven ve gelberi çiçeği. İşleri yoluna koyayım seni de aldıracağım yanıma. Köroğlu, mintan ve küheylan.

Ben konuşmayı bilmem. Gitmesem.

Bethelem'in ahtapotu

Bethlehem’de gece her zaman ilk defa geliyormuş gibi çöker şehrin üzerine. Elimde tuttuğum taşa bakarken, taşın bana baktığını hatta beni elinde tuttuğunu hissediyorum. Öfkenin ve merhametin evliliği gibi Batı Şeria’nın taşları.

  • Bebek İsa’nın doğduğu mağaranın küçücük kapısına sırtımı verip büyük meydana doğru yürüyorum. Najwan bir şeyler anlatıyor ama dinlemiyorum.

Dinlemediğim anlaşılmasın diye gülümsüyorum sürekli. Fakat bir kelime beni yakalayıp bugüne çekiyor. Ahtapot diyor Najwan, ahtapot görmek ister misin? Evet diyorum, evet bir ahtapot görmek isterim.

Elimde tuttuğum taşa bakarken, taşın bana baktığını hatta beni elinde tuttuğunu hissediyorum. Öfkenin ve merhametin evliliği gibi Batı Şeria’nın taşları.

Bir duvarın kenarına gidiyoruz. Üzerine çıkıp, şehrin tam karşısındaki tepelere bakıyoruz. Gördün mü diyor ışıktan ve nefretten yapılmış bu ahtapotu? Kahkahaları, çatal kaşık seslerini, Şabatları, Yom Kipurları görüyor musun? Kulağıma bir haber bülteninin çok duymaktan artık duymaz olduğumuz bir kalıbı doluyor; Yahudi yerleşimcilerle Filistinliler arasında çıkan çatışmada… Bebek İsa’nın ve Filistinli çocukların kadim şehri çepeçevre kuşatılmış. Tıpkı Japonların Go oyunu gibi. Rakibiniz ise şeytan bu oyunda. Siyah taşlar beyaz taşların etrafını çeviriyor ve gidecek yeri kalmayan beyaz taş tahtadan alınıyor. Siyahlar bütün tahtayı kaplayana kadar oyun devam ediyor. Tahtadan alınan mülteci taşlar bir kutunun içine atılıyor. Sonra elimdeki beyaz taşa tekrar bakıyorum. Gidecek hiçbir yeri yok. Oyun tahtasını devirip, karanlığa doğru fırlatıyorum taşı. Benimde onunla birlikte karanlığa doğru gittiğimi ise neden sonra anlıyorum…

Azzam Abaküsü

12. Cadde’ye bakan balkona çıkar ve yeşil renkli arabaları sayardım. Bazen de kırmızı. Kırk olmadan eğer balkondan çıkarsam dileğim kabul olmazdı. Dileğim işte. Yani bisiklet, Gaye’nin saç örgüleri ve tornet. Bu benim hayal abaküsümdü. Kırmızı ve yeşil boncuklardan oluşan. Yıllar geçti. Yılları da saydım. Kırka kadar. Eğer kırk yaşına kadar gelemezsem...


Bethlehem’de gece her zaman ilk defa geliyormuş gibi çöker şehrin üzerine.
Bethlehem’de gece her zaman ilk defa geliyormuş gibi çöker şehrin üzerine.

Fakültenin önündeki demir köprüde durup E-5 trafiğinde saymaya devam ettim. Birçok şiiri orada yazdım. Saydıkça çoğaldım. Her gün içtima aldım kendimden. Mevcudum o kadar yükseldi ki artık saymayı bıraktım. Topladım, çıkardım, minibüsleri ayrı saydım siyah arabaları ayrı. Bir türlü 1’e ulaşamadım. Eğer kırk yaşına kadar 1’e ulaşamazsam…

Sonra Aykut Ertuğrul, Azzam’ı getirdi. Kalbine aşk düştü mü garip Azzam’ın, Afgan dağlarına çıkıp sayıyormuş. Saydıkça azalıyormuş dağın eteğinden geçen Sovyet araçlarını. Tanıyorum ben Azzam’ı. Kayıp kardeşim o benim. O azalıyor ben çoğalıyorum. Toplamda kırk ediyoruz.

Bir bak Aykut, hesap tamam mı?