Herkes kendi mitinin kahramanıdır

Joseph Campell, çocukluğunda Kızılderililere duyduğu ilgiyle dünyadaki farklı milletlere ve farklı çağlara ait mitlerin peşinden gitmeye başlamıştı.
Joseph Campell, çocukluğunda Kızılderililere duyduğu ilgiyle dünyadaki farklı milletlere ve farklı çağlara ait mitlerin peşinden gitmeye başlamıştı.

Herkes müthiş bir dönüşüme uğramıştır. Amniyotik ve benzeri bir sıvı âleminde yaşayan küçük bir su yaratığıyken eninde sonunda kendi ayakları üzerinde duracak olan, nefes alabilen bir memeliye dönüşmek muazzam bir dönüşüm ve kahramanca bir eylem. Bir annenin doğum yapması da kahramanca bir eylemdir. Buna esas (asli) kahramanlık türü de diyebiliriz.

Söyleşi: Bill Moyers

Çeviren: Zeynep Kantarcı

Amerikalı yazar ve mitolojist Joseph Campell, çocukluğunda Kızılderililere duyduğu ilgiyle dünyadaki farklı milletlere ve farklı çağlara ait mitlerin peşinden gitmeye başlamıştı. Dur durak bilmeyen mitoloji merakı, bu alanda yazdığı kitapları ve yaptığı çalışmalarıyla dünyaca bilinir birisi hâline gelen yazarla Bill Moyers'ın, geçmişin ve geleceğin mitlerini ve kahramanların sonsuz yolculuklarını konuştuğu söyleşi, ilk kez Türkçede.

Mitolojide niçin bu kadar çok kahraman ve kahraman hikâyeleri yer alıyor?

Çünkü yazmaya değer olan şeyler bunlar. Demek istediğim, popüler romanlarda bile ana karakterlerin kahramanlardan oluştuğunu görürsünüz, yani standart bir başarı veya tecrübeden fazlasını bulan, fazlasına erişen karakterler olduğunu. Kahraman, usulen, kendini kendinden büyük bir şeye veya bir başkasına adayan kimsedir.

Büründüğü kılık her ne olursa olsun, kahramanların tüm kültürlerdeki varlık amacı nedir?

İki tür amaç vardır. İlki fiziksel amaçtır, kahramanın birinin hayatını kurtarırken girdiği çatışma ya da fiziki kahramanlık, bir kahramanca davranış örneğidir. Kendini başkasına vermek, feda etmek de aynı şekilde. Diğer türü de insan hayatının olağanüstü ruhsal sınırlarını tecrübe etmenin yöntemini bulan veya öğrenen, sonrasında geri gelip onunla iletişim kuran ruhsal kahraman.

Mitoloji, bilinebilecek ve hiçbir zaman keşfedilemeyecek şeylerin arasındaki eşik, ara yüz; tüm insan araştırmalarını aşan bir gizem. Hayatın kaynağı nedir? Bunu kimse bilmiyor.

Kahramanın döngüsü, bir döngüyü, bir gidişi ve dönüşü temsil eder. Ama buna aynı zamanda bir çocuğun çocukluğundan feragat edip yetişkine dönüşmesi, ölmesi de denebilir, çocuksu kişiliğine ve tinine dönüp sorumluluk sahibi bir yetişkin olarak geri gelmesi için basit bir inisiyasyon (başlangıç) ritüeli olarak da görülebilir. Çocukluğunun en az on dört yılını herkesin yaşaması ve sonrsında bağımlılık hâlinden çıkıp psikolojik bağımlılıktan psikolojik öz-sorumluluğa geçmesi gereken temel bir deneyim bu. Bir ölümü ve dirilişi gerektiriyor. Kendine tek bir seçenek tanıyarak daha besleyici ve daha olgun bir hâli doğurması için yaşam pınarını bulmak, kahramanın yolculuğunun temel motifi.

Toplumu kurtaracak kadar büyük bir kahramanlık macerası başımızdan geçmiyorsa, o hâlde bizim de bu yolculuğa ruhsal ve psikolojik olarak kendi içimizde çıkmamız gerekiyor, öyle mi?

Bu doğru. Otto Rank, oldukça kısa ve şahane bir kitap olan The Myth of The Birth of Hero'da herkesin kahraman doğduğunu söyler. Müthiş bir dönüşüme uğramıştır. Amniyotik ve benzeri bir sıvı âleminde yaşayan küçük bir su yaratığıyken eninde sonunda kendi ayakları üzerinde duracak olan, nefes alabilen bir memeliye dönüşmek muazzam bir dönüşüm ve kahramanca bir eylem. Bir annenin doğum yapması da kahramanca bir eylemdir. Buna esas (asli) kahramanlık türü de diyebiliriz.

Çıkılacak bir yolculuk hâlâ var.

Çıkılacak büyük bir yolculuk var.

Ve bu yolculuğa bilinçli bir şekilde çıkılmıyor. Kahramanlar kendi insiyatifleriyle mi yola çıkıyorlar, yoksa...

İki türde de örnekler var. Kelt mitolojisinde geçen bilindik bir örnek var, takip ettiği geyiğin ya da başka bir hayvanın tuzağına düşerek daha önce hiç görmediği çeşitlilikte bir ormana ve manzaraya götürülen birinin hikâyesi. Sonra hayvan bir dönüşüm geçirir, Perili Tepelerin Kraliçesi'ne ya da onun gibi bir şeye dönüşür. Kişi, olanca hızıyla kendini macerayla dolu bir yolda bulur: Bu, ne yaptığını bilmemesinden kaynaklanır. Kişinin sorumluluk alarak ve isteyerek yola çıkıp bir görevi yerine getirmesi, örneğin Athena'nın Ulysees'in oğlu Telemachus'u çağırıp "Git ve babanı bul." demesi... Bu baba arayışı gençler için başlıca bir kahraman serüvenidir, yani yolunu, doğanı, kaynağını bulmanın serüveni. O bunu, bile isteye üstlenir. [Kahramanların] içine fırlatıldıkları yolculuklar vardır bir de, askere alınmak gibi mesela. Kişi bunu amaçlamamıştır, [bir anda] içeride bulmuştur kendini. Farklı bir dönüşüm geçirir. Ölmeyi ve dirilmeyi tecrübe etmiş, üzerine üniforma giymiş, başka bir yaratığa dönüşmüştür.

Kahramanlık, ahlâki bir amaç güder mi?

Kahramanlığın ahlâki amacı, bir insanı, insanları veya bir fikri kurtarmaktır. Kahraman, kendini feda edendir, ahlâki niteliği budur. Şimdi siz farklı bir konumdan bakarak bazı şeylerin fark edilmemesi gereken şeyler olduğunu söyleyebilirsiniz, anlarsınız ya. Bu da bir başka düşünce, ama yapılan hamaseti zedelemez yine de. Kesinlikle zedelemez.

Açıkçası bu söylediğiniz, ateşi yakalayıp geri getirerek insanlığa fayda sağlayan ve bunun cezasını çeken Prometheus'u küçük bir çocukken okuyarak edindiğim kahraman algısından farklı.

Evet. Prometheus'un insanlığa ateşi ve dolayısıyla medeniyeti getirdiğini söylemeye çalışıyorum. Bu arada evrensel bir tema bu.

Kahraman hikâyeleri kültürden kültüre farklılık gösteriyor mu?

Hikâyeyi farklı kılan, kahramanının aydınlanma ve eylem düzeyi. Canavarları öldürerek gezen tipik bir erken kültür dönemi kahramanı var. Bu kahraman tipi insanın vahşi, yabani, şekillenmemiş bir dünyadan yola çıkarak kendi dünyasını şekillendirdiği bir tarihi dönemde vardı. Farklı bir yöntemi var, doğru, ama insana uygun olan yöntem bu değil.

Tüm fikirler, mefhumlar ve yolculuklar gibi kahraman da zamanla gelişiyor yani.

Kahraman, aslında kültürle birlikte gelişir. Hz. Musa dağa çıkışı, dağın tepesinde Yehova'yla buluşması ve büsbütün yeni bir toplumu oluşturacak kurallarla geri gelişiyle bir kahraman figürünün temsilcisi. Kahramanca eylem budur: Yola çıkış, içsel doygunluk ve dönüş. Yolda farklı kültürlerle bağdaştırılabilecek maceralar da yer alıyor. Hz. İsa'ya bakınca kusursuz bir kahramanlık emsali görürüz. Üç kez sınanır: İlki, şeytanın "Tanrı'nın Oğlu'ysan, söyle şu taşlar ekmek olsun" dediği, Hz. İsa'nın da "İnsan yalnız ekmekle yaşamaz, Tanrı'nın ağzından çıkan her sözle yaşar." diye yanıtladığı ekonomik sınanma. İkincisi, dağın tepesine çıkarılıp dünyadaki tüm milletlerin kendisine gösterildiği, şeytanın "Bana secde edersen bunların tümüne hâkim olabilirsin." dediği, bir diğeri de "Tanrı'nın Oğlu'ysan, kendini aşağı at, Tanrı, senin için meleklerine buyruk verecek. Ayağın bir taşa çarpmasın diye seni elleri üzerinde taşıyacaklar." dediği üçüncü sınanma.

Hz. İsa da ona şöyle cevap verir: "Rabb'i denemeyeceksin." Hz. İsa'nın çöldeki üç sınanması bunlardır.

Aynı şekilde Buda da ormana gider, zamanın öncü hocalarıyla görüşür, onları geçtikten sonra Bo, yani Aydınlanma Ağacı'na gelir ve üç kez sınanır. Bunlar Hz. İsa'nınkilerle aynı değildir, ancak sayıları üçtür. Birisi şehvet, birisi korku, bir diğeri ise sosyal sorumluluk ve kendinden isteneni yapması hakkındadır. Sınandıktan sonra bu iki adam (Hz. İsa ve Buda) da geri döner ve yolculuklarında keşfettikleri şeyleri temel alarak yeni bir bilinç anlayışı oluşturmalarına yardım edecek havariler seçerler.Buda'nın, Hz. Musa'nın, Hz. İsa'nın ve Hz. Muhammed'in manevi kahramanlıkları aynı türde kahramanlıklardır. Hz. Muhammed küçük bir mağaraya girer ve uzun süreler boyunca tefekkür ederdi. Bir gün bir ses ona, "Oku!" dedi ve sonra da Kur'an ortaya çıktı, bilirsiniz. Eski bir hikâye bu.

Bazen kahramanlara hayranlıktan ziyade merhamet duymalıymışız gibi geliyor bana, pek çoğu kendi istek ve ihtiyaçlarından feragat etmişler.

Evet, hepsi bunu yaptı.

Ve başardıkları şeyler, kendilerine inananların kavrayış yetersizlikleri nedeniyle genellikle tahribata uğradı.

Evet, ormandan ellerinde altınla çıkıyorlar ve altın küle dönüşüyor. Bu da vuku bulan bir başka motif.

Yakın gelecekte hakkında düşünmeye değecek olan tek mit, bu şehri ve bu insanları değil, tüm gezegeni ve üzerindeki herkesi konu alacak olan mittir.
Yakın gelecekte hakkında düşünmeye değecek olan tek mit, bu şehri ve bu insanları değil, tüm gezegeni ve üzerindeki herkesi konu alacak olan mittir.

Bilincin dönüşümü

Bana öyle geliyor ki içerisinde bulunduğumuz, zahmetsizce elde edilen "rahat din" kültüründe, üç büyük dinde de imtihanların kahramanın yolculuğunun önemli bir parçası olduğunu, feragat etmeler ve bedel ödemeler olmadan mükâfatın da olmadığını unuttuk. Kur'an, "Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız?" diyor.

Farkındaysanız asıl sorun, en başta kendilik ve kendiliğini korumak üzerine düşünmeyi yitirmek. Kendini kaybetmek ve kendini bir başkasına feda etmek de kendi içlerinde birer imtihan değiller mi? Bu konuda büyük bir öz bilinç dönüşümü mevcut. Ve bütün mitlerin ele alması gereken konu da bu öz bilinç değişimi; yani evet böyle düşünüyorsun, ama şimdi de başka türlü düşünmen gerekiyor, gibi.

Bilinç nasıl dönüşür?

İmtihanlarla.

Kahramanın tabi tutulduğu sınavlarla...

Sınavlarla ve belirli aydınlatıcı vahiylerle. İmtihanlar ve vahiyler, durum bundan ibaret.

Peki, günümüz toplumunda kahraman mitlerini bizler için kim oluşturuyor? Filmler bunu yapıyor mu, filmler kahraman mitlerini oluşturuyor mu?

Bilmiyorum. Benim film izleme tecrübem -film tecrübemin kayda değer kısmını kastediyorum- çocukluğumda oluştu. Hepsi de gerçek filmlerdi; siyah beyaz, sessiz filmler. Douglas Fairbanks benim için manidar bir kahraman figürüydü o zamanlar. Dış görünüş bakımından benim için örnek teşkil ediyordu. Douglas Fairbanks ve Leonardo da Vinci'nin bir birleşimi olmak istiyordum, niyetim buydu. Ama tabii bunlar benim idol ve örneklerimdi.

Kahraman mitlerini devam ettiren filmler

Star Wars gibi bir film, kahramanın manevi yolculuk gereksinimini karşılıyor mu?

Kesinlikle, döngüyü kusursuz bir şekilde oluşturuyor. Star Wars basit bir moralite oyunu değil sadece. Hayatın dinamikleri ve insanın bu devinimlerin çekimlerini eylemle açığa çıkarmasıyla alakalı. Bence uzaya yapılan bu yolculuğun en harika yönlerinden biri: anlatıcının, sanatçının, yani hikâyeyi tasarlayan kişinin bizim bilgi ve tecrübemizle kuşatılmamış bir alanda duruyor olması. Gerçi eski hikâyelerdeki maceraların çoğu daha önce gidilmemiş bölgelere gitmek üzerine, bilirsiniz. Gezegeni işgal etmiş durumdayız, hayal gücünün gelişerek otoritelerle kendi savaşını verebileceği alanlar artık yok. İlk hissettiğim şey buydu, hayal gücünün genişleyerek kendi formuyla yaşayabileceği yeni bir âlem var orada.

Star Wars gibi filmler izlerken mitolojik kahraman motiflerini fark ettiğiniz oluyor mu?

Bence George Lucas, klasik mitoloji figürleri kullanıyordu. Yaşlı adamın akıl hocası olarak yer alması bana özellikle Japon Kılıç Ustası'nı anımsattı. (Star Wars'tan bir kesit)

Yani tüm bu mitoloji hikâyeleri, başka bir şekilde kavranamayacak bir gerçeği ifade ediyorlar.

Mitoloji, bilinebilecek ve hiçbir zaman keşfedilemeyecek şeylerin arasındaki eşik, ara yüz; tüm insan araştırmalarını aşan bir gizem. Hayatın kaynağı nedir? Bunu kimse bilmiyor.

Mitolojik terimlerle düşünmenin faydası

Buna ulaşma yolunda, hikâyeler neden önem taşıyor?

Hayatı bir gizemin, kendi gizeminin farkında olarak yaşamanın önemli olduğunu düşünüyorum, bu farkındalık hayata yeni bir tat, denge, âhenk katıyor. Şunu demek istiyorum, insanlar psikoterapide içlerinde tıkırdayan şeyin ne olduğunu keşfettiklerinde aydınlığa kavuşurlar. Hayat da başka nedir ki. Mitolojik terimlerle düşünmenin insanlara gözle görülebilir bir şekilde fayda sağladığını fark ediyorum.

Bu nasıl oluyor, ne yapıyor mitoloji?

Kaygıyı azaltıyor, insanların hayatın önlenemeyen hadiselerine uyum sağlamalarını, hayatın olumsuz yanlarındaki olumluyu (olumlu değeri) ve olumlu yanlarındaki olumsuzu görmelerine yardım ediyor. Yılana (şeytana) evet mi, yoksa hayır mı diyeceksiniz, soru bu kadar basit.

O zaman maceraya da mı "hayır" demiş olacağız?

"Evet" diyeceğiz. Hayatta olmak macerasına, yaşamaya evet.

Büyürken Kral Arthur hikâyeleri, Ortaçağ şövalyeleri hikâyeleri ve ejderha katilleri masalları dünyamda büyük bir yer kaplıyordu.

Aslında ejderhalar kibri temsil eder. Avrupa ejderhası mağarasında bir şeyler saklar: bunlar bir sürü altın ve bakiredir. Onlardan faydalanamaz, yalnızca bekçiliğini yapar. Deneyiminin ruhu ya da orada sakladığı altın ve kadınların bir değeri yoktur. Psikolojik anlamda ejderha, kişinin egosunun bir başkasınınkine bağlanması anlamına gelir; kişi kendi ejderha mağarasında esirdir. Psikiyatristin yapması gereken de kişinin daha geniş bir ilişki alanına sahip olabilmesi için bu ejderhayı yıkarak içini açmaktır.

  • Bir gün Carl Gustav Jung'a, yalnız hissettiğini söyleyen bir hasta gelmiş. Kendinin taşlara takılı olduğu bir resmini çizmiş, belinden aşağısı taşlara gömülüymüş. Rüzgârlı bir sahilde, rüzgârla birlikte saçları da uçuşuyormuş.

Bir sürü altın -ki altın hayatın canlılığını temsil eder- taşlara sıkışmış bir durumdaymış. Jung'un kadından çizmesini istediği ikinci resim, ona söylediği bir şey hakkındaymış. Taşlara aniden bir şimşek düşünce altınlar dışarı akmış, sonra kadın, taşların etrafındaki altın yansımasını görmüş. Artık taşların arasında altın yokmuş, tümü yüzeyde duruyormuş. Bu altın parçaları sonraki görüşmelerde tanımlanmış; meğer onlar kadının arkadaşlarıymış. Yalnız değilmiş, kendini küçük odasına ve hayatına hapsettiyse de arkadaşları varmış. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Bu, ejderhayı öldürmektir. İnsanın korkuları ve daha birçok şeyi vardır, bunlar ejderhadır; her şey onunla ilgilidir.. En azından Avrupa ejderhası için böyle. Çin ejderhasında durum biraz daha farklı.

O nedir?

Çin ejderhası bataklıkların canlılığını temsil eder, karnına vurarak ve "Ha, ha, ha, ha, ha" diyerek ortaya çıkar. Bu farklı bir ejderha, biliyorsunuz. Verimliliği artıran, suları çoğaltan muhteşem, görkemli bir şeydir. Ama olumsuz özellikleri de vardır ve sizi öldüren de odur.

Yani diyorsunuz ki eğer orada bir yerde ejderhalar yoksa, o hâlde aslında hiç olmayabilirler de.

Asıl ejderha içinizde.

O "asıl" ejderha ne peki?

Sizi zapteden egonuz.

Psikolojik anlamda ejderha, kişinin egosunun bir başkasınınkine bağlanması anlamına gelir; kişi kendi ejderha mağarasında esirdir.
Psikolojik anlamda ejderha, kişinin egosunun bir başkasınınkine bağlanması anlamına gelir; kişi kendi ejderha mağarasında esirdir.

Benim egom nedir?

İstediğin, inandığın, yapabileceğin, sevdiğini düşündüğün ve bunlara benzer şeyler. Hayat amacı olarak gördüklerin, vesaire yani. Çok küçük şeyler olabilir; sizi zorlayan, sıkıştıran şeyler... Ve eğer egonuz, çevrenizin size dikte ettiği şeyleri yapmanız anlamına geliyorsa kesinlikle sizi sıkıştırıyordur. Dolayısıyla çevreniz sizin ejderhanız olur, içinize bu şekilde yansır.

Peki ejderhayı...

Ejderhayı ne?

İçimdeki ejderhayı nasıl öldürürüm?

Öğrencilerime önerdiğim genel reçete, neşelerinin peşinden gitmeleri. Demek istediğim, sizi neşelendiren şeyin nerede olduğunu bulun ve onu takip etmekten korkmayın.

Neşem "hayatımın aşkı" ya da "hayatımın işi"nde gizli olabilir mi?

Her ne olursa olsun, neşeniz hayatınız olacak.

İşim mi yoksa hayatım mı olacak?

Eğer yaptığınız iş keyif aldığınız için yapmayı seçtiğiniz iş ise, o zaman odur işte. Ama eğer "Oo, müthiş. Bunu yapamam." diyorsanız ejderhanızdır yolunuzu tıkayan. "Yok, ben yazar olamam. Hayır, şunu yapamam." falan diye gider.

Klasik kahramanların aksine biz yolculuğa başkasını kurtarmak için değil, kendimizi kurtarmak için çıkıyoruz.

Ve böyle yaparak dünyayı kurtarıyorsunuz. Gerçekten kurtarıyorsunuz. Ancak hayat dolu bir insan hayat verebilir, bunda şüphe yok. Dünya boş bir arazidir. İnsanlar onu evirip çevirerek, kurallarını değiştirerek kurtarma fikrindeler.

Hayır, her dünya, eğer canlıysa, yaşayan bir dünyadır. Yapılacak şey onu diriltmektir. Bana öyle geliyor ki onu diriltmenin yolu, kendi hâlinize bakarak hayatınızın nerede olduğunu bulmak ve kendinizi diri tutmaktır.

Ama o yolculuğa çıkmamın ve oraya inip ejderhaları öldürmemin gerekli olduğunu söylüyorsunuz. Tek başıma mı gitmem gerekiyor?

Eğer size yardım edecek biri varsa o da olur. Fakat en nihayetinde son numarayı siz yapmak zorundasınız. Tüm bu mitoloji yolculuklarında herkesin bulmak istediği bir yer var. Orası neresi? Budistler nirvanadan, Hz. İsa huzurdan söz ediyor. Huzur ve sükûnet bulmak için bir yer var. Bulunacak bir yerin olması kahramanın yolculuğunun tipik bir özelliği mi? Orası kendi içinizde dinlenebileceğiniz bir yer. Bunu biraz da atletizmden biliyorum. Şampiyonluğu hedefleyen sporcunun kendi içinde sakin bir yeri vardır. Bu yer, hareketinin geldiği (kaynaklandığı) yerden farklı bir yerdir. Eğer bütünüyle hareket alanında durursa performansını hakkıyla yerine getiremez. Harekete geçilen yerden farklı bir merkez var. Bir dansçı olan eşim Jean, bunun dansta da geçerli olduğunu, fark edilip korunması gereken bir merkez olduğunu söylüyor. Kişi tarafından fiziksel olarak fark ediliyor. Fakat bu merkez bulunamazsa kişi dağılır, gerginlik başlar. Şimdi, Buda'nın kelimesi nirvana; nirvana bir hâletiruhiyedir. Orası cennet gibi bir yer değil, olmayan bir şey değil. Orası burada, hengâmenin, samsara denen şeyin, hayat koşullarının oluşturduğu girdabın ortasında. Nirvana, kişi arzu, korku ve sosyal sorumluluk tarafından baskılanmadığında, kendi merkezine tutunup orayı temel alarak hareket ettiğinde oluşan hâldir.

Ve tüm kahramanlar gibi Buda da size gerçeği, aydınlanmayı göstermez, ona giden yolu gösterir ancak.

Yolu... Fakat bu aynı zamanda senin de yolun olmak zorunda. Demek istediğim: peki ya korkudan nasıl kurtulacağım? İşte bunu nasıl yapacağımı Buda bana gösteremez. Farklı öğretmenlerin vereceği alıştırmalar vardır, ama bu alıştırmalar senin işine yaramayabilir. Ve bir öğretmenin yapabileceği tek şey sana yolun izini göstermektir. Öğretmen, etrafında bulunan kayalar için seni uyaran bir deniz feneri gibidir.

Bilinçten çok fazla söz ediyorsunuz.

Evet.

Bu terim bende olduğu gibi birçok insanda da yalnızca örtük bir anlamı karşılıyor. Ne anlama geliyor bilinç?

Jean'le Hawaii'de, okyanusun hemen kıyısında yaşıyoruz. Hemen üzerinde, hindistan cevizi ağacı yetişen küçük bir verandamız var, bir de hindistan cevizi ağacının yukarısına doğru uzanan bir tür sarmaşık; büyük, güçlü bir bitki. Şimdi bu bitki, diğer bitkiyi kavraması için aşağıya doğru ufak dokunaçlar yolluyor; bitkinin yerini, ne yapacağını biliyor ve bu şekilde büyüyor. Bir yaprağını açıyor ve bu yaprak çabucak güneşe doğru dönüyor. Bana bu bitkinin güneşin hangi yönde olduğunu bilmediğini söyleyemezsiniz. Tüm yaprakları kendiliğinden dönüyor. Buna hiyiotropizm (bitkilerin güneşin olduğu tarafa dönmesi) deniyor ve bu da bir bilinç şekli. Bir bitki bilinci vardır, bir de hayvan bilinci. Tüm bunları bizler de paylaşırız. Bazı yiyecekleri yersiniz ve safranız yapması gereken bir şey olup olmadığını bilir. Her şey bilinçle ilgilidir, bunu söylemeye çalışıyorum. Tüm dünyanın bilinçli (uyanık) olduğunun günden güne daha çok farkına varıyorum; sebzelerin bile bir bilinci var. -Benim çocukluğumda yaptığım gibi- Ormanda yaşarsanız, tüm bu bilinçlilik çeşitlerinin kendileriyle bağdaştığına şahit olabilirsiniz.

Bilim adamları Gaia hipotezinden açık bir şekilde söz etmeye başladılar.

Buyurun bakalım, bütün gezegenin tek bir organizma oluşu.

Toprak Ana.

Anlayacağınız, eğer buraya dışarıdan bir yerden atıldığımızı değil de yeryüzünden meydana geldiğimizi düşünürseniz, yani topraktan düşmüşsek, demek ki yeryüzü biziz. Yeryüzünün bilinciyiz biz.

Bilincimizi nasıl artırırız?

Bu, neyi düşünme eğiliminde olduğunuza göre değişir, meditasyon (tefekkür) da bunun için vardır. Ve çoğu zaman farkında olmadan yapılsa bile hayatın kendisi bir tefekkürdür. Pek çok insan hayatının çoğunu parasının nereden geldiği ve nereye gideceği üzerine tefekkür ederek geçirir, bu da yine bir tefekkür şeklidir. Ya da bakması gereken bir ailesi varsa kişi ailesi üzerine yoğunlaşır. Bunların tümü, kaygı tanımını tam anlamıyla karşılayan oldukça önemli duygulardır ama yetişkinlerde genellikle maddi koşullarla, çocuklarda da elbette ruhsal durumla ilişkilidir. Ama eğer sizin ruhsal bilinciniz yoksa çocukların ruhsal bilinciyle nasıl iletişim kuracaksınız? O hâlde bunu nasıl kazanacaksınız? Bu durumda mitler üzerine düşünmeye başlarsınız. Mitlerin varlık nedeni bizi ruhsal bir bilinçlilik düzeyine eriştirmektir. Örnek olarak, 52'nci Sokak ve Beşinci Bulvar'dan Aziz Patrik Katedrali'ne doğru yürüyorum, -dünyanın ekonomik olarak en gelişmiş ve en hareketli şehirlerinden birinden ayrıldım ben- o katedrale doğru yürüyorum ve çevremdeki her şey ruhsal bir gizeme işaret ediyor. Haç'ın esrarı... Tüm bunlar neye işaret ediyor? Pencerelerin farklı bir atmosfer oluşturan vitrayları... Bilincim büsbütün başka bir düzeye yükseldi, farklı bir düzleme geçtim. Sonra dışarı çıkıyorum ama bu hâl sürüyor. Şimdi, bundan bir şey çıkarabilir miyim?

  • Oradaki bağlama ilişkin belirli ibadetler ve meditasyonlar var, bir de Hindistan'da mantra olarak adlandırılan şeyler; tamamen düşmesini engelleyip bilincinizi aynı düzeyde tutan küçük meditasyonlar. En sonunda tek yapabileceğiniz, bunun daha düşük düzeyde bir bilinç olduğunun farkına varmak.

Bu aynı zamanda insanın kozmosla olan ilişkisini de gösteriyor, değil mi?

Bence Chartres'te biraz bile vakit geçiren herkes bu katedral hakkında özel bir şeyler hissetmiştir. Oraya, takriben sekiz kez gittim. Paris'te bir öğrenciyken oraya hemen hemen beş kez gitmiş ve tüm hafta sonunu da orada geçirmiştim; o katedraldeki her bir figüre baktım, hepsini inceledim. Orada o kadar uzun süre durdum ki odacı -katedrale bakan küçük, yaşlı bir adam- öğle sularında yanıma gelip, "Çanları çalmak için benimle yukarı gelmek ister misin?" diye sordu. "Kesinlikle isterim." dedim. Devasa bronz çanın bulunduğu belvermeye, kulenin tepesine çıktık. Tahterevalliye benzer küçük bir alet vardı, o bir ucuna oturdu, ben diğer ucuna. Tutunmamız için çubuk gibi bir şey vardı. Odacı o şeyi ittirdi, ikimiz de üzerindeydik, bir aşağı, bir yukarı sallanmaya başladık. Katedralin tepesinde, saçlarımız rüzgarda savruluyordu, sonra alt tarafta çanlar çalmaya başladı. Ding dong, ding dong... Size söylüyorum, hayatımın en heyecanlı deneyimlerinden biriydi.

Orada ne buluyorsunuz? Kilise tartıştığımız tüm bu konulara dair ne söylüyor?

İlk işlevi, beni toplumun dini hükümlere göre yaşadığı bir zamana götürmesi. Bir yerdeki en yüksek binanın hangisi olduğuna bakarak oradaki toplumun yaşantısını oluşturan başat etkeni anlayabilirsiniz. Bir Orta Çağ kasabasına gittiğinizde bölgedeki en yüksek binanın katedral olduğunu görürsünüz. Bir 17. yüzyıl şehrinde bölgedeki en yüksek yapı, siyasi bir bina (saray vb.) ve modern bir şehirdeki en yüksek yapılar ise ofis binaları ve konutlardır. Salt Lake City'de her şey resmedilmiş bir şekilde önünüzde durur. Önce tapınak (ibadethane) inşa edilmiştir. İbadethane şehrin merkezinde yer alır. En doğru kentsel oluşum şekli budur, tüm yollar manevi merkezden yola çıkarak dağılır. Hükümet binası ibadethanenin hemen yanına inşa edilmiştir, boyutu ibadethaneden daha büyüktür. Bölgedeki en büyük yapı ise hem ibadethanenin hem de hükümet binasının meselelerine bakan ofis binasıdır. Gotik dönemden 16, 17 ve 18. yüzyıllardaki prenslik dönemine ve içerisinde bulunduğumuz ekonomik dünyaya değin Batı uygarlığının tarihi işte budur.

Yeni mitler çıkar mı?

Günümüzde New York'ta kimin en yüksek binayı inşa edeceğine dair bir tartışma kalmadı.

Evet, New York'taki binalar devasa. Şu anda New York'ta yapılan işlerin bazısı gerçekten de öyle ve bu da bir tür mimari zafer anlayışına hizmet ediyor. Bu durum, "Biz ekonomik bir güç merkeziyiz, yapabildiklerimize bir bakın." demek. Yapılan, bir tür profesyonel cambazlık.

. Nirvana, kişi arzu, korku ve sosyal sorumluluk tarafından baskılanmadığında, kendi merkezine tutunup orayı temel alarak hareket ettiğinde oluşan hâldir.
. Nirvana, kişi arzu, korku ve sosyal sorumluluk tarafından baskılanmadığında, kendi merkezine tutunup orayı temel alarak hareket ettiğinde oluşan hâldir.

Buradan yeni mitler çıkar mı?

Bir şeyler çıkabilir. Neyin bir mit olacağını sadece bu gece hangi rüyayı göreceğinizi bildiğiniz kadar bilebilirsiniz. Mitler ve rüyalar aynı yerden gelir: sembol biçiminde ifade bulması gereken farkındalıklardan doğarlar. Ve yakın gelecekte hakkında düşünmeye değecek olan tek mit, bu şehri ve bu insanları değil, tüm gezegeni ve üzerindeki herkesi konu alacak olan mittir. Gelecekteki mitlerin nasıl olacağına dair tek kanım bu.

Muhatap olacağı konular da tüm mitlerin işlediği konularla aynı olacaktır: bireyin olgunlaşması, aşama aşama izlenecek pedagojik yol, bağımlılıktan yetişkinliğe ve olgunluğa geçiş, en sonunda ise çıkış ve bunun nasıl yapılacağı. Sonra toplumla nasıl ilişki kurulacağı, bu toplumun doğa ve kozmosla nasıl ilişkilendirileceği... Tüm mitlerin ele aldığı ve gelecekteki mitlerin de işleyecekleri meseleler bunlardır. Fakat mitin konu edeceği toplum, gezegen toplumudur, bunu yapmadıkça da elimiz boş kalacaktır.

Uzaydan çekilmiş şahane bir dünya fotoğrafı var: çok küçük fakat yine de görkemli görünüyor.

O fotoğrafta devlet, millet ya da bu türden hiçbir ayrım göremezsiniz. Gelecekteki mitolojinin sembolü gerçekten de bu görsel olabilir. Hayalini kurduğumuz ülke işte budur, bir olduğumuz insanlar da bunlardır.