İdris dar sokaklara sığdırmıştı büyük hayallerini

İdris basamaklarda dimdik durur, ayağına ne gelirse vururdu.
İdris basamaklarda dimdik durur, ayağına ne gelirse vururdu.

İdris basamaklarda dimdik durur, ayağına ne gelirse vururdu. Haylazlığı gözlerinden belliydi. O çakmak gözleriyle yumuşakça, incecik süzerdi kaleyi; ama topa sert vururdu ve top yerine koyduğu her şeye. Yenilmiş, merdivenleri bir bir çıkar yenilenmeye inerdi. Ardından gelen topun ahesterevliğine aldırmadan.

(Ocak ayının ilk günüydü sanırım, internette gezinirken hikayesini sırtına yüklemiş bir fotoğraf çıkmıştı karşıma aniden. Mavi duvarlı evlerin daracık, çıkmaz bir aralığında mavi merdivenlerde yine masmavi eşofmanlarıyla bir kara çocuk vardı. Sırtı dönük bir şekilde, muhtemelen elma, belki domateslerle şut çekiyordu, yokuş yukarı haylaz bir duruşla.

Mavi duvarlı evlerin daracık, çıkmaz bir aralığında mavi merdivenlerde yine masmavi eşofmanlarıyla bir kara çocuk vardı.


Bu kadar kesin konuşuyorum haylazlığı için zira ne kadar başka bir kıtada olsa da ruhu bizim çocukluğumuzla aynı sokaklarda esmerleşmişti, belliydi. Bir cümle yazdım ve sosyal medyada paylaştım bu görseli. Ardından bir iki kişi, cümleme nazire yaparcasına bir iki cümle yazdılar altına. Derken birkaç kişi daha ve baktık ki neredeyse tek kişinin kaleminden çıkmışçasına uyumlu bir hikaye taslağı akıp gidiyor ekranda hızla. Bu güzel anı, unutulup gitmesin diye elle tutulur ve zor unutulur bir hâle dönüştürelim dedim ve toparlayıp kurgulayarak tek bir yazı ehline getirmeye karar verdim, sahiplerini haberdar ederek. Az sonra tenezzül edip okuyacağınız yazının oluşumuna emek veren onlarca insana teşekkür edip iş bu meselenin işaret fişeği olan cümlem ile başlıyorum.)

“İdris haylaz uşaktı, her yerde her şeyle top oynardı…”

Elleri sapsarı, fakirliğine karışmıştı umutları. Yoksulluk hayal kurmaya engel değil ya, memleket kadar yüreğiyle tutunmuştu hayata. Çocuk yaşta almıştı dünyanın yükünü sırtına ve bir ah dememişti. Nerden bilirdi beli bükenin yük değil gam olduğunu. Pabucu delik, pantolonu yedi yama. Yokluk yokuşu bir nefeste çıkılmıyordu ya… İdris’in hayalleri yeterdi.

İdris bir “hükmen mağlup”tu. Bayram sabahı dönerken babasının yanından “Babasızlık kaç yıl sürer?” diye geçirmişti aklından. Turuncu tavuk ne zaman bitirirdi önündeki yemi?

  • İdris, terk edilen ara sokaklarda saf ve masum gülümsemelerle ve salçalı ekmeğin verdiği doygunlukla çürük elmaları gole çeviriyordu.


İdris futbol topu olmayan uşaktı. Haylazlığı oyunaydı, top olmasa da olurdu. Belli ki sol ayağında marifet vardı İdris’in. Ancak en marifetli yeri, sol tarafındaki kalbiydi.

İdris, terk edilen ara sokaklarda saf ve masum gülümsemelerle ve salçalı ekmeğin verdiği doygunlukla çürük elmaları gole çeviriyordu. Salçalı ekmeği severdi, salçanın domatesten yapıldığını da, evde yalnız salça ve ekmek olduğu için onu sevdiğini de bilmezdi.

Bir keresinde mahalledeki arsada “küçüksün” deyip almamışlardı takıma.
Bir keresinde mahalledeki arsada “küçüksün” deyip almamışlardı takıma.

Bir keresinde mahalledeki arsada küçüksün deyip almamışlardı takıma. Üzüldü. Ama yenilmemek için öfkelendi. Yaşından büyük öfkelendi ama çocuklara değil, oyuna alınmayacağını bile bile oynamak istemesine öfkelendi. Oyuna alınmayacağını bilmesine öfkelendi. O gün çok büyük yutkundu İdris, baktı şöyle bir karşıya, gerildikçe gerildi ve vurdu top diye duygularına.

Onlar küçük desin dursun, İdris’in kocaman bir yüreği, evde hasta bir anası vardı. Konuşmayı sevmezdi pek. “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorsalar; “Pilot” derdi yarım ağız. Çünkü anneciği öyle olsun isterdi. Aslında uçmak değil koşmaktı hayali, fakat İdris’in bağcıkları düğüm tutmazdı, kendi çelmesini kendi takardı.

İdris yokuşlu mahallenin haylaz uşağı, dar sokaklara sığdırmıştı büyük hayallerini. Hem büyük olmak neydi ki? Anası büyüktü de ne oluyordu? En nihayetinde eve gelen ekmek, İdris’in poşeti sektire sektire getirdiği ekmekti.

  • Yine de İdris’in duru nefesli umuduna, maviler bile hayran kalırdı. Bir eliyle gökleri avuçlardı, bir eliyle okyanusları. Gölgesi zihnine düşmüş bir düştü nihayetinde hayat, uzanamadığı mevsim yoktu.

İdris basamaklarda dimdik durur, ayağına ne gelirse vururdu. Haylazlığı gözlerinden belliydi. O çakmak gözleriyle yumuşakça, incecik süzerdi kaleyi; ama topa sert vururdu veya top yerine koyduğu her şeye. Yenilmiş merdivenleri bir bir çıkar yenilenmeye inerdi. Ardından gelen topun ahesterevliğine aldırmadan.

İdris toplara vururdu, hayat yerine koyduğu tüm toplara hıncahınç bir öfkeyle vururdu. Ahbap saydığı toplara. Dar sokaklarda yeşeren umutları vardı İdris’in. Yokuşa koşardı ama yorulmazdı. Mavilerce akar, akar ama durulmazdı. İdris de bizdendi nasıl olsa; her ne kadar basamakları çıksa da hep bir çıkmaz sokak vardı sonunda.

Sonuç itibarıyla; top gibi oynadığı nimetlere kefaret olsun diye tekmelemediği domatesin hürmetine yaşadım sandı her ne yaşadıysa. Hep çocuk olarak kaldı. Ne zaman yokuş aşağı kaçan bir top görse şut çekmekten alıkoyamadı kendini.

Ve bir gün uzaklardan süzülerek gelen bir topa bakarken düştü İdris…