İnsan, hafıza, millet, tarih ve başka şeyler

Hafıza sadece kesbi tecrübelerden teşekkül etmez. Yaratılış anında insan fıtratına ekilen iyilik ve kötülük, güzellik ve çirkinlik tohumları da hafızanın derin katmanlarında bulunur. Fıtrat diye ifade edebileceğimiz bu olgu, aslında insanın en kadim ve en sahih hafızasıdır.
İnsan, hafızadan ibarettir. Evet çok iddialı bir ifade gibi duruyor ama hafızasını aldığımızda insandan geriye ne kalır ki… Çünkü hafıza, insanın yaptıklarının, söylediklerinin, gördüklerinin, duyduklarının, okuduklarının, hissettiklerinin yani tüm yapıp ettiklerinin toplamı değil midir? İnsan da aslında bunlardan müteşekkil bir varlık değil midir?
Bunun yanında hafıza, donmuş ve yekpare bir kütle değil; zamanın, mekânın ve yaşanmışlıkların ince süzgecinden geçerek oluşan, sürekli yenilenen ve büyüyen parça parça birikimlerin toplamıdır. Bir taraftan onun desteğiyle geleceğe bakarız, öte yandan ondan ilham alarak yaptığımız her şey de onun için bir imkana ve veriye dönüşür. Bu yüzden hafıza mütemadiyen gelişen, zenginleşen, derinleşen bir tecrübeler yekunüdür.
İnsanın hafızasında yalnızca şahsi yaşanmışlıkları yer almaz. Yani hafıza sadece kesbi tecrübelerden teşekkül etmez. Yaratılış anında insan fıtratına ekilen iyilik ve kötülük, güzellik ve çirkinlik tohumları da hafızanın derin katmanlarında bulunur. Fıtrat diye ifade edebileceğimiz bu olgu, aslında insanın en kadim ve en sahih hafızasıdır. Hayat yolculuğumuz boyunca karşılaştığımız her hadise ve imtihan, bu derin hafızada uyuyan meziyetleri ve zaafları harekete geçirir. İnsan bunların kimisiyle ünsiyet kurar, kimisini ise reddeder, dışarı atar. Kimisini besler ve ondan beslenir, kimisiyle de mücadele eder, onu terbiye etmeye çalışır.
Bu yönüyle hafıza, sadece geçmişin bir hasılası ve bilgisi değil, aynı zamanda geleceği de inşa eden hayati bir tecrübedir. İnsan geleceğe hafızasıyla yürür, hafızasından aldığı ilhamla yolunu ve yönünü bulur. Hafıza yalnızca neler yapılması gerektiğini değil, nelerden kaçınması gerektiğini de öğretir insana. Zira hafıza dediğimiz o toplamın içinde doğrular kadar yanlışlar, güzellikler kadar çirkinlikler de bulunur. Bu yüzden hafızayı kutsamadan ona değer veririz çünkü onun bize sunduğu iyi ve kötü tecrübelerin her biri, hayat yolculuğumuz boyunca elimizden tutar. Doğruları kadar yanlışları da bizim için çok kıymetlidir.
Hafızasını yitiren bir insan sadece geçmiş bilgisinden mahrum kalmaz; mesuliyet duygusunu, kimlik bilincini ve geleceğe dair istikametini de kaybeder. Hedefsiz, gayesiz bir insana dönüşür. En basitinden evinin yolunu bulamaz; daha da kötüsü, evin ne olduğunu bile hatırlayamaz hale gelir. Yani hafıza kaybı, insana sadece dününü unutturmaz, onun yarınını da karartır. Bu tür insanların mükellefiyet yükünden azade olması bu yüzden…
İşte insan için hafıza neyse, milletler ve toplumlar için tarih ve gelenek aynı şeydir. Tarih ve gelenek de, yalnızca geçmiş yaşanmışlıkların toplamı değildir; gelecek tasavvurunun da temelini oluşturur. Milletler, tarih ve geleneklerine yaslanarak kimlik kazanır, geleceğe dair hedefler belirler. Ancak tarih ve gelenek de tıpkı insanın hafızası gibi sadece iyiliklerden ve güzelliklerden ibaret değildir. İçinde zaferler kadar mağlubiyetler de vardır, doğrular kadar yanlışlar, güzellikler kadar çirkinlikler de bulunur. Dolayısıyla bir insan nasıl ki hafızasını sadece doğruların toplamı olarak görmüyorsa, bunun gibi tarihi de kutsayıp onu doğrulardan ve güzelliklerden ibaret olarak görmez.
Tıpkı hafıza gibi tarih ve gelenek de sadece toplumların ve milletlerin tecrübeleri toplamından ibaret değildir. O yekunün içinde vahiy ve peygamberlerin dokunuşu ve yönlendirmesi hayati bir yer tutar. Allah’ın tarihe ve topluma direkt müdahalesi olarak peygamberler, toplulukların sahip oldukları tecrübelerin çok ötesinde ve üstünde bir derinlik ve zenginlikle tarihe yön verirler.
Tarihini ve geleneğini unutan bir millet, bir topluluk, geçmişinden kopmakla kalmaz; geleceğini de yitirir. Zeminsiz kalır, savrulur, rotasını kaybeder. Çünkü geçmiş bilgisi olmadan, geleceğe dair sahih bir yürüyüş yapmak, bir yön ve istikamet tayin etmek mümkün değildir. Nasıl ki bir insan hafızasıyla yürürse, bir millet de tarihiyle ve geleneğiyle geleceğe doğru yol alır.
Sözün özü şudur: İnsanların tarih ve geleneklerine sahip çıkması, yalnızca geçmişe bir sadakat ve saygı meselesi değildir, aynı zamanda geleceği inşa etmek için de hayati derecede önemli görevdir. Hafızasız insan nasıl ki sorumlu insan vasfını kaybediyorsa tarihsiz ve geleneksiz bir topluluk da millet olma şuurundan mahrum kalır.
Öyleyse baştaki cümlemizi şöyle yineleyebiliriz: İnsan hafızadan, milletler de tarih ve gelenekten ibarettir. Tarihsiz ve geleneksiz bir toplum, hafızasız bir insanın çaresizliğini ve şaşkınlığını yaşar. Millet ve ümmet olarak bugün yaşadığımız budur. Ne eksik ne fazla; tam olarak bu.