Kargaların ukalalıkla imtihanı

Kargaların ukalalıkla imtihanı.
Kargaların ukalalıkla imtihanı.

Kara bir dalda kara bir karga baktı etrafına. Aslında karganın dalda olması bir tekerlemeden ibaret olsa da havanın, suyun, rüzgârın ahengi karganın çok da umurunda değildir. Uzaktan bakınca tüylerindeki parlaklık insanı cezbetse de her hali ile alımlıdır kargalar. Tüyleri parlak, akıllı ve çalımlı...

Karga, Kabil’in ilk öğretmeni sayılır. Kabil, kardeşini öldürür ama onu nasıl ortadan kaldıracağını akledemez. Kardeşini toprakla buluşturmayı bir kargadan öğrenir. “Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. ‘Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten âciz miyim ben?’ dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu.” (Maide, 5/31)

Her gün geçtiğim yol, “Bir karga yolu” denecek kadar onlara emanet. Ağacın dalında, çatının köşesinde, ırmağın kıyısında hep onlar var. Hele de sonbaharda daha bir keyifli oluyorlar. Yolumun üstünde nerdeyse her bahçede bir ceviz ağacı var. Kargalar sipere yatmış, daldan düşecek bir cevizi bekliyor. Ceviz düşünce asıl film o zaman başlıyor. Hemen en hızlı karga kapıyor cevizi yerden, ağacın en yüksek dalına çıkıp cevizi yere bırakıyor. Bakıyor, ceviz kırıldıysa sahne sona eriyor. Ceviz kırılmadıysa aynı sahne defalarca tekrarlanıyor.

Çocukluğumda sürekli söyleyip durduğumuz; “Karga karga ‘Gak’ dedi, çık şu dala ‘Bak’ dedi, çıktım baktım bu dala, bu karga ne budala…” diye başlayan tekerlemede “Kargaya neden budala denir ki?” diye hep düşünürdüm. “Bu işte kesin bir Fransız oyunu var.” derken karşıma La Fontaine çıktı: Bir tilki, bir karga ve bir parça peynir. Sonuç ortada; ağzındaki peynire bile sahip çıkamayan budala bir hayvan tiplemesindeki baş aktör karga. Herkesin akıllı dediği, öve öve bitiremediği kargayı bu hallere düşüren La Fontaine’nin kesin kötü bir hikâyesi vardı kargalarla ilgili. Tilkiyi kurnaz göstermek mesele değil de kargayı budala durumuna düşürmenin kesin bir yaşanmışlığı vardı.

Dedemle bağa giderdik. Yolda gördüğümüz hayvanları da bize tanıtırdı. Kaplumbağa, kurbağa, tavşan, serçe, saksağan en sık rastladığımız hayvanlardandı. Şehirden köye gelmek böyle bir şeydi işte. Bizim için buralar açık bir hayvanat bahçesi gibiydi. En çok da kargalar hakkında duyduklarıma şaşırmıştım. Benim için karga, sayışmalardaki ukala bir hayvandı ama dedeme göre tabiattaki en akıllı hayvanlardan biriydi. Kabil’e öğrettiği ölüleri toprağa gömme olayından başlayıp kargalarla ilgili o kadar ilginç bilgiler anlatmıştı ki çocuk aklımda ben artık bu hayvanlara “bilge karga” demeye başlamıştım. Aletleri en kolay kullanan, hafızası en güçlü, yeni şeyleri çok çabuk öğrenen, kendi yiyeceklerini hazırlayabilen kargalara hayran olmamak elde değildi. Dedem okul olarak belki ilkokul mezunuydu ama o tabiat okulunu çoktan bitirmişti bile.

Artık yolda gördüğüm her kargaya büyük bir hayranlıkla bakıyorum. Karmaşık işlerin üstesinden gelen, alet kullanabilen, çabuk öğrenen ve uzun ömürlü olan zeki bir kuştur karga. Bu özellikleriyle insanlara olan benzerlikleriyle beni hâlâ hayrete düşürmekte. Kendilerine yakıştırılan ukala ve saf kuş imajından dolayı herhalde öbür dünyada La Fontaine de bir çift sözü vardır kargaların.