Koray, 49,5 yaşında...

koray
koray

Ama şu ifadeleri bambaşkaydı: “2 milyonluk Letonya’yı 80 milyonluk Türkiye yenemiyor, bravo Fatih Terim ve elbette bravo Recep Tayyip Erdoğan.” Dünyanın en kalabalık ülkeleri olan Çin ve Hindistan’ın henüz dünya kupası alamamasını da gözden kaçırmış olmalıydı. İşte böyleydi, O mantıkta Aristo’ya bile mezarında ters takla attırabiliyordu.

Koray Çalışkan, 30 Haziran 1972’de İstanbul’da doğdu. 1990’da İzmir Bornova Anadolu Lisesinden mezun olduktan sonra İstanbul’a geldi ve 1995’te Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünü bitirdi. 1997’de aynı okul ve bölümde yüksek lisansını tamamladı. Bir yüksek lisans onun kadar başarılı bir gence yetmedi elbette. Kısa süre sonra Amerika’ya giderek New York Üniversitesi ABD Siyaset Bilimi dalında ikinci yüksek lisansını da tamamladı. Ancak en büyük çocukluk hayali pamuklar üzerineydi. Bu konuda çalışma yapma fırsatına 2002’de erişti ve Memphis’de Uluslararası Pamuk Enstitüsü bölümünde Pamuk Piyasaları Uzmanlık Sertifikası eğitimini aldı. Sonrasında bunu geliştirerek 2005 yılında New York Üniversitesinde Siyaset Bilimi Doktorasını pamuklar üzerine yoğunlaştırdı ve ülkesine döndü.

Nihayetinde Koray, pamuk üzerinden geliştirdiği bilimsel metodolojiyi pek çok alana uygulayabileceğinin farkındaydı. Nitekim öyle de oldu. Takvimler 2013’ü gösterdiğinde hayat, ona müthiş analiz yeteneğini ortaya çıkarma fırsatını sundu. Yüzler Mısır’a çevrilmişti. Tahrir meydanında hınca hınç dolmuş kitleler hükümete ve Mursi’ye karşı protesto gösterileri yapıyordu. Ordu, söz konusu göstericilere hiçbir şekilde müdahale etmiyor; hatta bu olayı bir darbe fırsatına çevirmeye çalışıyordu. Bunun üzerine Yeni Şafak gazetesi “Ordu darbe provası yapıyor” şeklinde bir manşet attı. Yeni Şafak’tan müthiş bir pas aldığını düşünen Koray, “Yeni Şafak gerçekten karikatür gazetesine döndü. Tahrir’de darbe provası yapılmış:) Ordu İslamcıların yanında yahu!” diyerek Türkiye’de hiç kimsenin yapamayacağı bir analiz yapmıştı. Malum bir hafta sonra ordu darbe yaptı ve tüm İslamcılar içeri atıldı.

Elbette onun uzmanlık alanı Mısır’la da sınırlı kalmadı; tüm Ortadoğu dikkatini çekiyordu. Bir taraftan da Boğaziçi Üniversitesi’nde başarılı işlere imza atıyordu. Tüm öğrencilerine Edward Said’i sevdiriyor ve oryantalizmin sorunlu bir yaklaşım olduğunu anlatıyordu. Ardından şöyle bir yorum yapabiliyordu: “İslamcılık böyledir işte. Yüzlerce yıl öncesinin Arap kabileleri toplumunun ortaya çıkardığı bir şiir kitabının peşinden siyaset peydahlayacaksın, sonra ben kabile şefi değilim diyeceksin.” Bu çok ciddi bir analizdi…

Diğer taraftan bilimsel metodolojide çığır açabilecek ilginç teknikler kullanıyordu. Örneğin sohbet ettiği arkadaşlarının ve kendisinin akademik unvanlarını yazarak attığı bilimsel twitinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın Mustafa Sarıgül tarafından kazanılabileceğini iddia ediyordu. Hatta daha ileri giderek 25 Aralık 2013 tarihli yorumunda şunları söylüyordu: “Erdoğan Mustafa Sarıgül’e çok erken yüklenmeye başladı. 95 gün kala Sarıgül eleştirisine başladıysa kaybettiğini hissediyor, demektir.” Hisleri çok güçlüydü, sokaklara “Çare Sarıgül” yazacak kadar tarafsız da olabiliyordu. Yandaş olmayı içine sindiremiyordu bir türlü. Siz bakmayın onun 18 Ocak 2014 tarihli twitinde : “Bobby’ye benzemiyor mu Sarıgül? Dallas’tan hani... Ceyyar’ın kim olduğunu söylemeye çekiniyorum.” Demesine, o her yönüyle bilimsel ve tarafsızdı. Bu tahminler Kadir Topbaş’ın Mustafa Sarıgül’e 8 puanlık fark atmasıyla da sarsılamıyordu işte.

Özellikleri sadece işletme ve siyasal bilimlerle sınırlı değildi; mantıkta da hayli başarılıydı. Her seçimden sonraki pazartesi günlerinin tatil edilmesini Ak Parti’nin zengin, elit ve eğitimli kesimini tatile yönlendirip sandığa gitmelerini önlemek şeklinde yorumluyordu. Ama şu ifadeleri bambaşkaydı: “2 milyonluk Letonya’yı 80 milyonluk Türkiye yenemiyor, bravo Fatih Terim ve elbette bravo Recep Tayyip Erdoğan.” Dünyanın en kalabalık ülkeleri olan Çin ve Hindistan’ın henüz dünya kupası alamamasını da gözden kaçırmış olmalıydı. İşte böyleydi, o mantıkta Aristo’ya bile mezarında ters takla attırabiliyordu.

On parmağında on marifet vardı. Sayısal bilimlerde de iddialıydı: “8 harfli. Siyasi partilerin hükümet kurmak için bir araya gelmesine verilen isim. Neydi onun adı?” diye soruyordu mesela. Sorunun cevabı çok basitti: “Koalisyon.” Ama o da dalgınlık olmalıki sekizle dokuz, karışıvermişti işte. Koalisyonun dokuz harften oluştuğunu hatırladı derken küçük bir dikkat problemi daha yaşıyordu: “En huzurlu 10 ülkenin 8’inde koalisyon var.” 8 ülkeden bahsediyordu; ama ortada o kadar ülke yoktu. İzlanda, Avusturya, Danimarka ikişer kez yazılmıştı. Belki de bilgisayarın azizliğine uğramıştı bu kez.

Oryantalizm, mantık, işletme, matematik, siyaset bilimi gibi alanlarda gösterdiği performansıyla Türkiye’deki eğitim sistemini yerden yere vurabilirdi artık: “Üniversite mezunlarının %60’ı İhsanoğlu’na, %37’si Erdoğan’a vermiştir. Erdoğan’ın eğitim sistemini rezil etmesinin altındaki neden budur.” Ortada bir sistem sorunu vardı. Mısır’da pamuk fiyatlarını takip etmekten başka hiçbir kayda değer çalışması bulunmayan ve pekâlâ bir hazır giyim atölyesinde çalışabilecek birinin Boğaziçi üniversitesinde ders vermesi sistemin en büyük açmazıydı mesela. O da bunun farkındaydı… Ama sistem…

Vurur yüze ifadesi, Koray iddiayı çok seviyordu bi’tanesi… Hâlbuki bir televizyon programındaydı ve elinde kalemini sallayarak sessizce oturuyordu. Adil Gür’ün seçim anketinde Ak Partinin yüzde 47’yi aşabileceği konuşulunca, cinnet geçiriyor ve ekliyordu: “O zat seçimlerden sonra bir daha araştırma yapmamalı. Haklı falan çıkmayacak. Ben siyaset bilimciyim, ben araştırmacıyım. Yok, böyle bir imkân yok. Hadi çıksın benle televizyona, eğer tahmini çıkarsa ben akademisyenliği bırakırım. AK Parti yüzde 47’nin yanına bile yaklaşamaz. Yüzde 40 aldıklarına bile zil takıp oynayacaklar”. Nazlı Ilıcak temkinliydi; hatta “Belki de haklı çıkar… Böyle konuşmayın, sonra hatırlatırlar” diyordu. O da “Hatırlatsınlar efendim hatırlatsınlar, ben bu işin metodolojisini öğretiyorum, böyle bir şey mümkün değil” diyordu. Zamanı geldi… Hatırlattılar: Yüzde 49,5.

Bundan yaklaşık 110 yıl önce, Albert Einstein adında bir fizikçi, adına izafiyet teorisi denen yaklaşımı ortaya koydu ve günlük yaşamımızda mutlak olarak algıladığımız kavramların göreceli olduğunu iddia etti. Yani teoriye göre zaman, bükülebilirdi. Bunun üzerinden tam 110 yıl geçti ki zaman tekrar 1 Kasım 2015’te büküldü ve Koray 6,5 yıl yaşlanarak 49,5 yaşına girdi.

Bugün, Koray 49,5 yaşında… O hala oldukça iddialı bir bilim insanı olarak yaşamına devam ediyor. Ne diyordu atalarımız: Ne çok gezen ne de okuyan, en çok Koray bilir. O her şeyi bilir.