Kuşlar, kargalar, torpil ve biz

Seyirci kargalar gergindi. Evet gerginlerdi, çünkü haftalardır gürültüleriyle koca mahalleyi yaşanmaz hâle getiren gürültücü kargalardan çıt çıkmıyordu o anda.
Seyirci kargalar gergindi. Evet gerginlerdi, çünkü haftalardır gürültüleriyle koca mahalleyi yaşanmaz hâle getiren gürültücü kargalardan çıt çıkmıyordu o anda.

Ahâlinin sokağı kullanmasına izin yoktu artık. Hemen herkes onlar için tehditti. Mahallelinin bu karga çetesinin hem çığlık çığlık seslerinden, hem de giderek artan şiddetli saldırılarından bıkmaları onları bir çözüm arayışına itmişti.

"Kuşlar 140 milyon yıldır bu gezegendeler. İnsanlığa karşı savaş açmaları için bu kadar beklemeleri garip değil mi?" Alfred Hitchkock'un 1963 yapımı Kuşlar (The Birds) filminde kargaların saldırısından kurtulan ve bunu restoran sakinlerine anlatmaya çalışan Melanie'nın, yaşlı bir ornitologdan aldığı cevap bu şekildeydi. Kuşların savaş başlatması için henüz ortam oluşmamış ve kuş savaşından bahsetmek fazlasıyla anlamsızdı. Çünkü ornitoloğa göre, bu türlerin toplu saldırı düzenleyecek bir zekâya sahip olmadıkları gibi beyinleri de oldukça küçüktü. Ancak bir süre sonra kuşların organize saldırısına uğrayan kasaba halkı için korku dolu günlerin anlamı şuydu; evet, kuşlar insanoğluyla savaşmaya karar vermişlerdi artık. Kuşlar filmini kaç yaşında seyrettiğimi hatırlayamasam da bıraktığı izlerden yola çıkarak erken çocukluk yıllarıma rastladığını söyleyebilirim. O günlerde mahallede yaşadığımız ilginç olaylar zincirinin Kuşlar filmini aratmayacak türden bir havası vardı.

Beni, kuşlar ve daha genel anlamda canlılar dünyası hakkında düşünmeye, onları anlamaya sevk eden bu garip olaylar silsilesinin kapımı çaldığı sıralarda ben 10'lu yaşlarımın başındaydım. Her şey mahallemizin demircisi Engin abimizin dükkânının kepenklerine bir karganın yuva yapmasıyla başladı. İlk başlarda dükkânın sahibi Engin abiyi kepenklerin etrafına yaklaştırmak istemeyen bu davetsiz, tüylü misafirimiz ev sahibinin ısrarlarına dayanamayıp, nihayetinde dükkâna yapılan giriş-çıkışlara izin vermek zorunda kaldı. Bir süre sonra karganın sokaktan gelip geçenlere saldırmaya başlamasıyla aslında yuvasına yaptığı yumurtayı koruduğunu fark ettik. Biz çocuklar için ilginç ve eğlenceli zamanlardı. Bir köşeye oturup sokaktan geçen kişilere saldırışını spor müsabakası seyredermiş gibi takip ediyorduk. Karganın saldırdığı kişilerin tuhaf el kol hareketleri bize inanılmaz keyif veriyordu. Masum ancak biraz da tehlikeli bir oyun.

Karga mekânını iyice benimsemiş, hatta oranın tek kralı olmuştu. Sahip olduğu bölgesinden geçen hemen herkese saldırdığı için bu sokak "belalı karga"nın hâkimiyeti altındaydı artık. Mahallede en rahat kişi dükkânın sahibi Engin abiydi. Karga zamanla onu tanımış ve komşu olmayı kabul etmişti. Engin abi bu davetsiz misafirden pek rahatsız görünmüyordu. Müşterisi yoğun olan bir dükkân işletse bu kadar kabullenici olur muydu, bilmiyorum. Karganın yavrusunun yumurtadan çıkmasıyla birlikte dükkânın önündeki ağaçta ve yakın civarda gürültülü bir çeteleşme oluşmaya başladı. Onlarca karga sabah olunca toplanıyor, akşama kadar sokaktan geçenlere saldırıyordu. Ahâlinin sokağı kullanmasına izin yoktu artık. Hemen herkes onlar için tehditti. Mahallelinin bu karga çetesinin hem çığlık çığlık seslerinden, hem de giderek artan şiddetli saldırılarından bıkmaları onları bir çözüm arayışına itmişti.

Ama karganın yavrusunun büyümesini beklemekten başka bir seçenekleri yoktu. Kargalar bir süre sonra o sokağı bütün olarak hâkimiyeti altına almışlardı. Çünkü yalnızca insanların değil, kedi, köpek, ve diğer kuş türlerinin de yakınlarında dolaşmasına mâni oluyorlardı. Planlı bir şekilde hareket etmeleri görülmeye değerdi. Önce o ürkütücü bed seslerini kullanıyorlar, eğer bu yeterli olmazsa güçlü gagalarına güvenerek hep birlikte taarruza geçiyorlardı. Düşmanı püskürtmeleri çok zor olmuyordu genelde. Kargaların organize sokak hakimiyeti, henüz kanatları tam güçlenememiş yavru karganın ilk uçma denemesinin başarısızlıkla sonuçlanarak, bu hareketi sonrasında çaresizce yere düşmesiyle son buldu. Aslında olay tam olarak şöyle oldu; yavru karga ayağa kalkıp bir süre annesinin ve diğer kargaların bakışları arasında gururla yürüdükten sonra, tümsek bir yere çıktı. Seyirci olarak bulunduğumuz yerde bir olimpiyat yüzücüsünün tramplenlerden atlayışını bekliyormuşuz gibi heyecanlıydık nedense.

Seyirci kargalar gergindi. Evet gerginlerdi, çünkü haftalardır gürültüleriyle koca mahalleyi yaşanmaz hâle getiren gürültücü kargalardan çıt çıkmıyordu o anda. Tümseğin tepesinde sağına soluna bakan yavru karga, seyircilerin bakışları arasında kendini boşluğa bıraktığında biraz sonra olacaklardan habersizdi. Henüz yeni güçlenmeye başlamış kanatlarını çırpmaya başladığında mahallemizin iri kedisi Torpil'in kendisini avlamak için pusuya yattığını bilemezdi elbette. Seyirciler olarak çok şaşkındık. Ancak daha öncesinden kargaların yavruyu korumak için Torpil'e kan kusturduğunu ve onu yaşadığı bölgesinden uzaklaştırmak için taciz ettiklerini gözlemliyorduk. Acaba Torpil için intikam zamanı mıydı?

SİYAH GİYİNENLER ÇETESİ

Hitchkock'un Kuşlar filminde insanlara karşı ayaklanan kuşların hikâyesini seyrediyor görünsek de karakterlerin dünyasına girdiğimizde farklı gerilim unsurlarıyla da karşılaşırız. Özellikle filmin başkarakterleri olan Mitch Brenner (Rod Taylor) ile Melanie Daniels (Tippi Hedren) arasındaki sevgi bağını engelleyici unsur olarak görünen anne karakterinin aslında kaybettiği eşinin travmasını üstünden atamadığını ve asıl korkusunun yalnız kalmak olduğunu görüyoruz. Birçok felâket filminin klasiği olan salaş giyimli "kıyamet habercisi" bu filmde de karşımıza kuşların dünyanın sonunu getireceğini söylerken çıkıyor. Günlük hayatta kullandığımız hemen her objeden bir korku/gerilim unsuru yaratabilmesi, Hitchkock'un filmografisinin en önemli göstergeleri arasındadır malûm. Hitchkock'un "Ben tür yönetmeniyim. Sindirella'yı film yapsam, insanlar at arabasında ceset ararlar." cümlesini neden kurduğunu biliyoruz. Buna ek olarak, yönetmenin, evin küçük kızı Cathy Brenner'a arkadaşlık etsin diye alınan, renkli, sevimli muhabbet kuşlarını o korkutucu varlıklara nasıl ustalıkla dönüştürdüğünü seyredebilirsiniz mesela.

Filmin o ucu açık sonla biten finalinde çocuk bir seyirci olarak hayal kırıklığına uğramıştım. Ancak bugün tekrar seyrettiğimde bu filme yakışacak tek finalin bu olacağını düşünüyorum. Uçabilme yetileri olduğu için insanların en çok "kıskandığı" canlılardan biri olan "zekâsız" "küçük beyinli" kuşların, şartlar olgunlaştığında bir kasabayı nasıl ele geçirebileceğini görmüş oluyoruz. Tabiat-insan gerilimi oldukça iyi bir kompozisyonla karşımızda elbette. Hitchkock farkıyla. İlk uçma denemesi mahallemizin kedisi Torpil'in pençelerinde son bulan bizim hikâyemizin kahramanı yavru kargamız ise, siyah giyinenler çetesi tarafından, kediye lokma olmadan önce kurtarıldı. Hem de aksiyon filmleri aratmayacak bir şekilde. Anne karganın bağırtısıyla işareti alan tüm kargalar havalanarak Torpil'in etrafında dönmeye başladılar. Büyük bir gürültü ve kediye yapılan pikelerle birlikte, Torpil, köşeye götürdüğü yavruyu bırakmak zorunda kaldı. Kaçışı dillere destandı.

Yıllarca mahalleli olarak hem onun o korkusunu, hem de kargaların cesaretiyle birlikte organize şekilde hareket etme kabiliyetlerini konuşup durduk. Her gün gördüğümüz ve seslerinden rahatsız olduğumuz kargalar; aile olabilmek, dosta yardım, küçüğü kollamak, güçlüye karşı dik durmak gibi hayata dair çok kıymetli dersler bırakıp gittiler. Bir daha o çeteyi mahallemizde görmedik. O hâlde yazımızı Edgar Allen Poe'nin "Kuzgun" şiirinin şu dizeleriyle bitirmiş olalım.

"Hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!

Dağıtma yalnızlığımı! Bırak beni, git kapımdan!

Yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan!"

  • NOT: Kuşlar üzerine yapılmış nadide yapımlardan olan 2002 yapımı Kuşlar: Kanatlı Uygarlık (Winged Migration) belgeselini de tavsiye ederim.