Mecburiyet İslamcılığı

“Herkesin hayatına kimse karışamaz,” diyorsanız buyurun mavi koltuğa. Namı diğer laik tribüne.
“Herkesin hayatına kimse karışamaz,” diyorsanız buyurun mavi koltuğa. Namı diğer laik tribüne.

Allah için savaşmayı kabul etmediği gibi başkalarının savaşmasını da yanlış bulan “kültür-ve-medeniyet”çi merkez sağın özellikle Suriye savaşı başladığından beri kendine ayrılan tribünde hop oturup hop kalktığını görüyoruz.

İslamcılık üç temel Kur’an mefhumu üzerinde yükselir: İ’la-yı kelimetullah, tebliğ, emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker.

Post-modern öykü veya Instagram story dışında bir şey okumayan genç hanımlar ve beylere meselenin hazmını kolaylaştırmak için bu kavramları biraz açalım. Açarken de merkez sağ, liberalizm ve laikliğin İslamcılık karşısında nasıl da ittifak içinde olduğu gerçeğini yerine koyalım. “Allah’ın kelimesi” ifadesi Kur’an’da geçiyor: “Allah’ın kelimesi en yücedir.” (“Ve kelimetullahi hiyel ulya”; Tevbe suresi 40. Ayet) İ’la-yı kelimetullah ise, lafzen “Allah’ın kelimesini yüceltmek” demektir ve kimin gerçekte Allah için, kimin kendi nefsi için savaştığına dair bir hadis-i şerifte geçer.

Siz başkasına İslam’ı tebliğ etmezseniz başkası size kendi inancını tebliğ edecektir. İslamcılığın hem Müslümanlara hem başkalarına yönelik bir modern tebliğ olarak ortaya çıkması bundan olsa gerek.


İslamcılığın en yakışıklı mefhumlarındandır; çünkü bütün çağlar için geçerlidir ve uygulama alanı oldukça geniştir. Allah’ın kelimesini yüceltmek... Bu ifadeyi duyduğunuzda heyecanlanıyorsanız İslamcıyım diyebilirsiniz. Yok, eğer dünya yanarken “İslam barış dinidir”de diretiyorsanız sizi kırmızı koltuğa alalım. Namı diğer merkez sağ tribününe yani. İkinci mefhum, tebliğ, bildirmek demek. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde peygamberlerin Allah’ın kendilerine bildirdiğini insanlara ulaştırması anlamında geçer. Müminler, İslam’ı insanlara tebliğ etmede Peygamber Efendimizin (sas) yolunu izlerler. Tebliğ inanmanın doğasında var. Siz başkasına İslam’ı tebliğ etmezseniz başkası size kendi inancını tebliğ edecektir. İslamcılığın hem Müslümanlara hem başkalarına yönelik bir modern tebliğ olarak ortaya çıkması bundan olsa gerek. Yani “Aman bana ne, herkes bildiğine inansın,” diyorsanız buyurun turuncu koltuğa. Namı diğer liberal tribününe yani. Son mefhum, emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker, iyiliği emretmek kötülüğü men etmek demek. Yine Kur’an-ı Kerim’de geçiyor ve Müslümanlara içlerinde bu vazifeyi gören bir topluluk bulundurma emri veriliyor. İyilikleri destekleyen, kötülüklere engel olmaya çalışan bir topluluk olma azmi İslamcılığın ruhunda var. Zira İslam toplumları iyilik ve kötülüğün Müslümanca tanımlarını değiştirmeye yönelik dış etkilere radyasyon gibi maruz kaldı. Buna karşı koymak niyetindeyseniz İslamcılığınız tamam oluyor gibi. Yok öbür türlü, “Herkesin hayatına kimse karışamaz,” diyorsanız buyurun mavi koltuğa. Namı diğer laik tribüne.

Üç mefhum ve üç reaksiyon tarif ettik. Allah için savaşmayı kabul etmediği gibi başkalarının savaşmasını da yanlış bulan “kültür-ve-medeniyet” çi merkez sağın özellikle Suriye savaşı başladığından beri kendine ayrılan tribünde hop oturup hop kalktığını görüyoruz. Bir hafta veya bir ay aksiyonsuz, operasyonsuz geçtiğinde “Dost ve müttefik Amerika” ezberine geri dönüyorlar ve bizi de açıkça dinimizden olmasa bile siyasetimizden döndürmeye gayret ediyorlar. Bunu yapamadıkları çatışma zamanlarında ise ya “Mevlana/Tanpınar” muhabbeti dönüyor merkez sağ arasında ya da kendilerince zoraki bir İslamcılık yolunu tutuyorlar.

  • Afrin harekâtı başladığında medyayı Yahya Kemal mısralarının kaplaması enteresandı mesela. İstiklal Harbi esnasında dahi İstanbul’dan ayrılmamış şairin “Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya Rabbi” diye başlayıp “Galib et; çünkü bu son ordusudur İslam’ın” diye biten kıtası son iki ayın en çok tüketilen medya metalarından biri oldu.

Yahya Kemal İslamcı değil sağcıydı, tıpkı bugünkü takipçileri gibi; fakat belli ki “Allah Allah!” nidasıyla düşman üstüne yürüyen mücahitlerin verdiği heyecan onu bir ân olsun Akif’e yaklaştırmıştı. “Senin uğrunda ölen ordu, budur ya Rabbi” demese dahi iyiydi gerçi. Zira şehitler ölmez. Akif “toprağa düşmüş” der mesela, “şüheda gövdesi bir baksana dağlar taşlar” der ama “ölü” demez. Şehidin ne manaya geldiğini bilir. Mecburiyet İslamcısı değildir çünkü.

Devletin zor zamanında İslamcılık mecburiyeti en çok liberallerin belini büktü.
Devletin zor zamanında İslamcılık mecburiyeti en çok liberallerin belini büktü.

Mecburiyet İslamcılığı geçince Yahya Kemal, Amerikan pedagojisini müdafaa edebilecek, Kavaklıdere şarapları için manzum reklam yazabilecektir. İslam yine musikidir, gün batarken Cihangir’den Üsküdar peyzajıdır, metafizik ürpertidir vs. Devletin zor zamanında İslamcılık mecburiyeti en çok liberallerin belini büktü. Şükür ki AK Parti ideologları MHP ile ittifakı taçlandırmak için “yerli ve milli” kavramını ürettiler; daha doğrusu İslamcılığın yerlilik, ülkücülüğün millilik kavramlarını birleştirdiler de liberaller camide bağdaş kurup mukabele okuma zorunluluğundan kurtuldu. Tabii, liberaller yapıları (çıkarları) gereği tribünde durup oturamazlar. Hükümeti hiç değilse en ön sıradan alkışlamak, en kalabalık tezahüratı kendileri yapmak isterler.

Mecburiyet İslamcılığı yüzünden söyledikleri “Allahuaqbar-Wohooo!” gibi geliyor bize; ama hiç utanıp sıkılmıyorlar. “Radikal İslamcı manyakları yiyemedik bari azıcık soluklanalım,” diye bir düşünce karakterlerine (karakter mi dedim, afedersiniz, tıynet demek istedim; tıynetlerine) ters.