Meyvesiz ağaç

​Meyvesiz ağaç
​Meyvesiz ağaç

Yalnıza hayranlık duyar ve korkarız yalnızdan. Çünkü o hiçbir şey yapmayarak, hiçbir şey istemeyerek, kendi varlığını dahi algılamayarak; algıladığı kadarını da yok etmeye kalkarak bizim ta içimizde bir yerlerde saklı olan boşunalık duygusunu tahrik ediyor.

İnsanlar yalnızlık konusunu sever; çünkü bu konu insana kendini sınayabileceği boş bir şablon sunuyor. Oysa gerçek hayatta yalnız insanlar pek sevilmez. Zaten sevilselerdi yalnız olmazlardı, değil mi?

Sevmek yerine yalnız insanlardan büyük başarılara imza atmalarını bekleriz. Büyük bir şairseniz insanlar sizin yalnız olmanıza bayılır. Çünkü büyük şair şablonu epey büyük bir şablondur ve içi tamamen boştur. Böylece okuyucu o büyük boşluğa kendi benliğini zevkle ve sessizce yerleştiriverir. Hatta büyük şair şablonu o kadar büyük ve içi de o kadar boştur ki büyük şairin tek bir şiirini bile okumanız gerekmez. Büyük şair olduğunu bilin yeter. Hatta bunu kendiniz uydurabilirsiniz de. Önce yalnızlıktan öldürüp sonra büyük şair ilan ettiğiniz şairler gibi. Mesela Didem Madak, mesela Nilgün Marmara, mesela İlhami Çiçek.

Yalnız yaşadın; muhtemeldir ki yalnız doğmuştun ve yalnız öleceksin. Allah rahmet etsin. Buna ihtiyacın olacak açıkçası. Çünkü biz insanlar yalnızlara asla merhamet etmeyiz.

Diyelim ki büyük bir şair ya da çılgın bir bilim adamı filan değilsin ve deli gibi yalnızsın. O zaman yalnızlığında da yalnızsın. Seni seven yok, büyük bir başarıya da imza atmadın; elinden gelen tek şey bir şekilde hayatta kalmak.

Hatta o kadar düşük profilli bir hayatın var ki “elinden gelmek” gibi fiyakalı ifadeler de senin durumunu anlatmak için pek uygun değil. İnsan onuruna yakışır hiçbir şeyi hak etmiyorsun. Bu nedenle yalnızsın ve aynı nedenle yalnızlığın ömür boyu sürecek.

Yalnız yaşadın; muhtemeldir ki yalnız doğmuştun ve yalnız öleceksin. Allah rahmet etsin. Buna ihtiyacın olacak açıkçası. Çünkü biz insanlar yalnızlara asla merhamet etmeyiz.

Hallac-ı Mansur yalnızdı. Elleri ve ayakları kesilerek, taşlanarak, çarmıha gerilerek ve idam edilerek öldürüldü; sonra cesedi yakıldı. “Beni öldürün çünkü benim hayatım yalnızca ölümdedir,” diyen Hallac. Havalı isim. Oysa isminin anlamı bildiğimiz hallaç, yani yün diden adam; fakir bir işçi. Hallac adı üstünde fakirdi. Mezhepsizdi. Hiç durmadan ibadet ediyor, Allah’ın bahşettiği nimetlerden zorunlu haller dışında istifade etmiyordu.

Bugün Hallac adı ve efsanesi çok büyüktür. Hallac-ı Mansur çok büyük adamdır. Gerçekte ise halkın tuhaf bulduğu, alimlerin kafasını karıştıran, yöneticilerin ise nefret ettikleri biriydi. Deniliyor ki Hallac “Ene’l-Hak” dediği için öldürüldü. Oysa bu sadece kimsenin itiraz etmeyeceği bir bahaneden ibaret. Çünkü halk tanrılık iddiasındaki bir adamın infazı karşısında infial göstermez.

  • Hallac’ı infaz ettiler çünkü hayata katılmayarak düzen için büyük bir tehdit oluşturuyordu. Kendi başına yaşayan bir meczup olsaydı muhakkak hoşgörülürdü.

Halbuki Hallac muamma gibi sözleri ve imkansız denebilecek davranışlarıyla kendine müritler ediniyordu. Tarikatı yoktu ama müritleri vardı. Bu da durumu daha tehlikeli hale getiriyordu.

O zaman ne yaparız? Hallac’ın yaptığını yapabilir miyiz? El-cevap: Yapamayız.
O zaman ne yaparız? Hallac’ın yaptığını yapabilir miyiz? El-cevap: Yapamayız.

Hallac iktidar istemiyordu; şiddet veya anarşi de önermiyordu. Yalnız kalmak, yaşamamak, kendini kabul etmemek dışında herhangi bir şey önerdiğini dahi söyleyemeyiz. Bugün öyle birini görsek hem onun için hem kendimiz için endişeleniriz.

Onun için endişeleniriz, çünkü bu şekilde hayatta kalamayacağına hükmederiz ve onu hayatta tutmanın vazifemiz olduğunu hissederiz. Bu hissi içimize koyan Allah’tır.

Kendimiz için endişe etmemizin nedeni de yine bununla alakalı. Ya adam haklıysa? Ya yaşamaya çalışmak; yemek içmek eğlenmek, alışverişe koşmak, mallar ve oğullar hep Allah’a şirk koşmaksa?

Deniliyor ki Hallac “Ene’l-Hak” dediği için öldürüldü. Oysa bu sadece kimsenin itiraz etmeyeceği bir bahaneden ibaret.
Deniliyor ki Hallac “Ene’l-Hak” dediği için öldürüldü. Oysa bu sadece kimsenin itiraz etmeyeceği bir bahaneden ibaret.

O zaman ne yaparız? Hallac’ın yaptığını yapabilir miyiz? El-cevap: Yapamayız. Bu da bizi ikiyüzlü, zayıf ve korkak yapar. Yaşamayan adama karşı garip hislerle dolar içimiz. Ona hem hayranlık duyar hem de ondan korkarız.

Yalnızlıkla ilgili ilk keşfim Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı olmuştu. On dört yaşımda bir gecede okuyup bitirmiştim. Roman boyunca beni sürükleyen, ki kitap okumanın zayıf karakterli insanlara has bir kendine acıma aracı olduğuna karar vermiş sporcu bir çocuktum, merak duygusundan çok şefkatti.

Yalnızlıkla ilgili ilk keşfim Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı olmuştu. On dört yaşımda bir gecede okuyup bitirmiştim.
Yalnızlıkla ilgili ilk keşfim Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı olmuştu. On dört yaşımda bir gecede okuyup bitirmiştim.

O geceye kadar kimseye açmadığım şizoid fikirlerimle bir kitapta karşılaşmak beni çarpmıştı. Dostoyevski’yi o gün bugün çok seviyorum. Sabıkalı bir Türk düşmanı olsa da, işin politika tarafını Yeraltından Notlar müellifi hatrına hep ihmal ettim.

İkincisi, lisenin ikinci sınıfında İsmet Özel’in Zor Zamanda Konuşmak’ında rastladığım bir cümle:

“Kendimi dünya, hayat ve ölüm karşısında takındığım tavırda yalnız hissediyorum.”

Demek ki edilgin, içe kapanık, yeraltında olan yalnızlığın yanında bir de aktif, tavır sahibi, politik veya şairane denebilecek başka bir yalnızlık da vardı.

Üçüncüsü de işten çıkarıldığım, boşandığım, dergiyi kapattığım 2001 yılında girdiğim anafor. İlk iki keşfim bende ne büyük bir heyecan ve sevgiye yol açtıysa üçüncü ve son keşfim de o kadar hüsranla doludur. 2001’de girdiğim fıçının içinden 2005’te çıktım gerçi; yeniden evlendim, sağlam ve sağlıklı bir işe başladım, yeni bir dergi çıkardım. Ama o dört yılı ve o dört yılda şahit olduklarımı bağışlayamıyorum.

Yeniden evlendim, sağlam ve sağlıklı bir işe başladım, yeni bir dergi çıkardım.
Yeniden evlendim, sağlam ve sağlıklı bir işe başladım, yeni bir dergi çıkardım.

O dört yıl içinde arkadaşım değil idiyseniz hiçbir zaman arkadaşım olmayacaksınız demektir. Çünkü bence bir insanın düştüğünü görmek onun arkadaşı olmak için yeterlidir. Belki bunu ortaya koymayı beceremeyebiliriz; çoğunlukla da bir şey yapamayız zaten.

Ama elleri ve ayakları kesilmiş, taşlanmış, çarmıha gerilmiş bir insanı idam edilip cesedi yakılırken gördüğümüzde onun arkadaşı olamıyorsanız boşuna yer işgal ediyorsunuz demektir. Alıp verdiğiniz nefesler dahi oksijen israfı. Allah’ın yarattığı varlıkla ortak hiçbir tarafınız yok.