Modern şiirin özleri

Türk şiiri, şiirden insana uzanacak olanın manadan çok telkin olduğunu Ahmet Haşim'de görür.
Türk şiiri, şiirden insana uzanacak olanın manadan çok telkin olduğunu Ahmet Haşim'de görür.

Varlığı duyumsama yoluyla algılama, tekniği bu duyumlar üzerine kurma, anlamı müziğin içinde örtme ve genel bağlamda sembolik bir dile yaslanma açılarından Haşim ile Şeyh Galip, C. Boudlaire'de, S.Malarme, arasında ilişkiler kurulabilir.

Ahmet Haşim

Türk şiiri, gerçekliğin muhayyilede kazandığı görünümleri, şiirin kendinde başlayan ve kendinde biten bir gerçeklik olduğunu, şiirden insana uzanacak olanın manadan çok telkin olduğunu Ahmet Haşim'de görür. Varlığı duyumsama yoluyla algılama, tekniği bu duyumlar üzerine kurma, anlamı müziğin içinde örtme ve genel bağlamda sembolik bir dile yaslanma açılarından Haşim ile Şeyh Galip, C. Boudlaire'de, S.Malarme, arasında ilişkiler kurulabilir.

Yahya Kemal

Yahya Kemal'in ilk özelliği divan şiiri ile milli edebiyat şiiri arasında tematik problemi olan, özgün bir biçimi ve üslubu olan bir şiire ulaşmış olmasıdır. Onun Türk tarih ve medeniyetini idrak edip onu estetik bir ifade hâline getirmesinde yönlendirici asıl güç "kolektif ruh"tur. Tarih, mekân, zaman, sonsuzluk, ölüm, aşk gibi temaları işlerken hep bu ruhun etkisi altındadır. Kolektif ruh, devirleri, nesilleri birleştiren bir sürekliliktir. Bu süreklilik ancak "beyaz Türkçe" ile idrak ve ifade edilebilir.

Faruk Nafiz Çamlıbel

Beş Hececiler denilen şiir anlayışı milliyetçi düşüncenin siyaset, kültür ve edebiyatta belirleyici bir kaynak hâline gelmesiyle ortaya çıkar. Bu şairlerin tamamının şiirlerinde aruzdan heceye geçme, aşk ve hayalden millî konulara yönelme görülür. Faruk Nafiz'in biçim, ses ve tematik sistemleri çok güçlü olan, hem ruhsal hem de tensel ihtiraslar, içeren şiirleri vardır. Han Duvarları'nda bireyin duyuşu ile sosyal duyuş iç içe girer; nesnel ve öznel olan, madde ve mana olan bir birleşime tâbi tutulur.

Ziya Osman Saba

Yedi arkadaşın ortaklaşa yayımladıkları kitap merkezinde adı Yedi Meşale olarak edebiyat tarihine geçen ve aslında edebi bir hareket niteliği taşımayan grubun önemli şairi Ziya Osman'dır. Şiirlerinde, bugünün içine gelip oturmuş bir geçmiş; geçmişle ve ölülerle birlikte yaşanılan ama aydınlık ve huzurlu olan bir dünya görülür. Sembolik dili içli ve yalın bir söyleyişe dönüştürür.

Nazım Hikmet

Türk şiirinde genel olarak Marksizm merkezinden yayılan tematik ideolojik yapıyı kuran kuşkusuz Nazım Hikmet'tir. Bu tematik yapıyla birlikte çoklu bileşenleri olan biçim, ses ve görsel sistemler kurduğunu da söylersek Türk şiirine getirdiği yenilikler anlaşılır. Resimli Ay'ın 4.sayısından itibaren yazdığı (1929) "Putları Yıkıyoruz" başlıklı yazılarıyla şiir/siyaset/ideoloji bağlamındaki tartışmaların öncülü olduğunu da belirmek gerekir.

Necip Fazıl Kısakürek

Hece şiirinin ritmik gücünü zirveye çıkaran, daha çok A. Rimbaeu ile ilişkilendirilen sembolik söylemi Türk şiirine iyice yerleştiren bir şair olarak var olur şiir dünyamızda. Ama onun asıl yeniliği, modern şairler ile şehirler arasındaki mahkûmluğu, isyanı ve kaosu, modern bireyin bunalım ve arayışları bağlamında Türk şiirine yerleştirmesidir. 1936'dan sonra onun şiirlerinde, kökleri ilk şiirlerinde de var olan varlık ve Allah arasındaki ilişkileri düşünen, benliğini İslam inancı içinde yeniden sorgulayan bir şair çıkar. Artık şiir "remzî ve sırrî" bir yolda "mutlak hakikat"i aramaktır.

Ahmet Hamdi Tanpınar

Felsefî alanda Bergson sezgiciliğinin, poetik olarak da Brémond'un izah ettiği "saf şiir" anlayışının izlerini taşıyan entelektüel bir şiir yazmak ister "Asıl estetiğinin Valery'yi tanıdıktan sonra oluştuğunu söyler. Tanpınar için şiir, uyku ile uyanıklık arasında şuurlu sezişten doğar. Onun şiirinde, nesneye, kültüre, hatta kozmolojik bilgiye ulaşmada uyanıklık veren bir güç de müziktir.

Orhan Veli Kanık

Cumhuriyet Dönemi'nde kendisinden önceki bütün şiir birikimine, anlayışına itiraz ederek var olmak isteyen bir şair. Ona göre, dünya değişmiş, aristokrasinin egemenliği sona ermiş, insanlar romantizmin aldatıcılığından hayatın gerçek yüzüne geçmiştir. Öyleyse gelenek yıkılmalı ve yeni şiir kurulmalıdır. Bu tavır beraberinde erdemlerin, inancın ve romantik değerlerin oluşturduğu kültür ortamının reddini de getirir. Yerine konulacak şey ise çoğunluğun yaşadığı, soluduğu canlı bir alt kültürü şiire taşımaktır.

Bedri Rahmi Eyüboğlu

Folklorik malzemeye yaslanan ve bu malzemede halkın yüksek zevkini, öz sanatını bulan ve onu yücelten bir şairdir. "Türkülerde yunmuş yıkanmış dil" ifadesi, poetikasını folklordan üreten şairi gösterir. Halk şirinin biçimlerini olduğu gibi kullanmaz; modern şiir biçimlerine halk şiirinin sesini, sadeliğini ve ritmini katar.

Arif Nihat Asya

Şiirlerindeki destansı söyleyiş ve bu söyleyişin taşıdığı duygusal yükü ağır milli bilinçten dolayı "millî hamasi şiir" diyebileceğimiz genel bir nitelemenin içine yerleşecek şair Arif Nihat Asya'dır. Genel tematik problemi memleket ve milliyetçiliktir. Ama millî duygulardan, dînî duygulara, tarihten aşka kadar uzanan bir poetik alanı vardır. Biçim konusunda da kendini sınırlayan bir şair değildir.

Ahmet Muhip Dıranas

Çağdaşları Necip Fazıl, Cahit Sıtkı gibi biraz Baudelaireyen ve Valeryen. Asıl problem alanı, hayat ve tabiat arasındaki insandır. Bu "aradaki insanı" anlatmak için tema ve söyleyiş olarak birçok imkânı yoklar. Bu yüzden onun şiirinde, zamanın akışı içinde tabiatla bütünleşen insandan, metafizik endişeleri olan insana, hayatı bütün sıradanlığıyla, gündelik ve somut yanıyla yaşamak isteyen insandan, aşkı, en güçlü ve yüce bir değer olarak algılayan insana kadar genişleyen bir duyarlık vardır.

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Dil ve biçim olarak Türk şiirinde kendine özgü bir yapıya ulaşan ve bu özellikleri ile kendisinden sonra gelenleri etkileyen bir şairdir. Çeşitli söyleyiş ve kurgu teknikleri denemiş olsa da, şiirlerine, çok kollu bir ırmağın denize doğru akarken toplanıp derlenmesi gibi bir hava vermeyi başarmıştır. Bir destan şairi olarak da bilinmesinin sebebi, uzun soluklu şiirlerde tematik yapıyı, akışkan, ritmik ve sade bir dille birleştirmesidir.

Asaf Halet Çelebi

Şiirlerini tasavvuf ve doğu mistisizmine yaslayan, iki kültür arasında yeni bir şiir çıkaran bir şair. Divan şiirini, Fars ve Arap şiirini, tekke-tasavvuf şiirini iyi bilir; tasavvuf disiplinini, mistik Budist anlayışı yakından tanır; eskiyi diriltmek isteyen geç bir İstanbullu olarak algılanır. Fakat o, yeni şiirin, Batı şiirinin teknik ve temalarından değil, Türk şiir geleneğinden ve Doğu kaynaklarından çıkacağına inanır. Şiiri, fantastiğin ötesinde bir kültür şiiridir. Şiirlerindeki masalsı hava yeniliğin ürünüdür. Asaf Halet, şiirindeki ilham ve işaret kaynaklarını "Çocukluk, Buluğ İnsiyakları, Ruh Haleti, İntibâ" olarak belirtir.

Behçet Necatigil

Garip şiiri ile İkinci Yeni arasında, kendine özgü bir şiir iklimi oluşturmuştur. O, kendinden yola çıkarak başkasına, başkasından yola çıkarak kendisine, her ikisinden yola çıkarak hayata uzanır. Hangi şiirine, nereden ve nasıl bakarsanız bakın ortasında Necatigil durur. Şiirlerindeki bütün göstergeler, işaretler, hatırlatma ve çağrışımlar; korku, yakarış ve isyanlar, şairin olan bir hafızadan, bilinçten ve muhayyileden doğar.

  • İkinci Yeni Şiiri
  • Garip şiirinin tersine, yeniden hayale ve edebi sanatlara özgürlük tanıyarak, basitliğe, folklora sırt çevirerek, aklın disiplininden uzaklaşarak, imgesel ve soyut bir dil oluşturarak, modernist ve entelektüel bir şiir kurar. Öyküden ve bilgelikten kurtulan şiir, sadece kendisi olarak var olacaktır. İkinci Yeni şairlerinin tamamının bu belirlemelerin içinde eşit ve aynı olarak bulundukları söylenemez. Nitekim Cemal Süreya, bazen konuşma dilinin imkânlarından uzak bir bölgeye düşüldüğünü söyler; şiir, ayrı bir dildir ama kuşdili de değildir. İkinci Yeni'nin cümlenin yapısını ve bilinç ile gerçeklik arasındaki işlevsel ve doğrusal ilişkiyi kırması; dili, kendini var eden özerk bir yapı olarak kurmaya çalışması ve biçimi sınırsız bir özgürlük olarak üretmesi bugüne kadar izlenen kanallar açmıştır.
  • Sezai Karakoç
  • İlk yıllarda İkinci Yenicilerin arasında sayılır. Ama Sezai Karakoç o zaman bile şiirinin düşünce planı ve mecazlar alanı ile İkinci Yeni'den ayrılır. Şiirini, yerli bir düşünceye ve geleneğin ruhuna yaslar. Bu düşünce ve ruhu da İslam medeniyetinin bütününe yöneltilen bir bakıştan çıkarır. Ona göre medeniyet, şiire, ruhî bir güç ve özgüven verir. Bu ruhî güç ve özgüvenin adı "diriliş"tir. Sezai Karakoç'un modern medeniyete getirdiği eleştiri sadece Batı kaynaklı pozitivist kaynaklara yönelmez; aynı zamanda İslam medeniyetinin insani ve estetik damarlarını tıkayan ve bir bakıma özünü kaybeden davranış kalıplarına da yönelir.
  • Hilmi Yavuz
  • Türk şiirindeki yeri, Marksist, mistik, imgeci ve duvarcı nitelikleri ile ilişkili. Marksist'tir ama Nazım'da görülmeyen bir metafiziğe de eğilir. İmgecidir ama İkinci Yeni şiirinin imgeyi bilinçten bütünüyle koparan tavrının dışına taşar. Hilmi Yavuz'un Doğu'nun zihinsel imgesinin peşinde oluşu, sırf biçimci bir yaklaşımın ürünü değildir. İmgeler arasında organik bir ilişki olması gerektiğini düşünür. Ona göre şiirde "rastlantının yeri yoktur". Bu organik bağ, şiirdeki "derin yapıyı" sağlar
  • İsmet Özel
  • "Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir/ Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?" mısralarıyla, şiire giden yolun, şairin hayatî tecrübelerine tekabül ettiğini söyleyen İsmet Özel, şiiri, insanın kendini tanıyabilmesini mümkün kılan bir imkân olarak görür. Şiirde mündemiç olan tecrübe ve bilgi, insanî bir hayat şeklinin telkininden öte bir şey değildir. Denilebilir ki şiir, insanı, olduğu gibi değil, olduğu kadarıyla değil, oluşa yönelişiyle bir istikamet tutuşuyla bize açar.