Muhafazakar burjuvalar, güneş gözlüklü vaizler

Düşünce, okuryazar kesim için vaazın önüne geçmişti.
Düşünce, okuryazar kesim için vaazın önüne geçmişti.

Üniversite okuyan Müslüman gençler olarak biz, 1990’larda Diyanet vaizlerine siyasi nedenlerle tepki duyar, cemaat vaizlerine ise neredeyse hiç kulak vermezdik. Düşünce, okuryazar kesim için daha 1960’larda vaazın önüne geçmişti. Kitap ve konferans, üniversite öğrencilerinin temel besin malzemesiydi.

Bundan yedi sekiz yıl önce o sıralar Fayrap’ta şiirlerine, yazılarına yer verdiğimiz bazı üniversite öğrencilerinin Nurettin Yıldız’ın vaazlarını takip ettiğini fark ettiğimde, buna pek bir anlam verememiştim. Meseleye hem kişisel bir nokta-i nazardan yaklaşıyordum hem de Fayrap’ın temsil ettikleri açısından. Bu da beni aşırı derecede kaygılandırıyordu açıkçası.

Düşünce, okuryazar kesim için daha 1960’larda vaazın önüne geçmişti. Kitap ve konferans, üniversite öğrencilerinin temel besin malzemesiydi.

Sonradan o gençlerin çoğunun önce Fayrap’tan, sonra tümüyle edebiyattan kopması benim kaygılarımla beraber karşı tarafın burada nedenlerini analiz edeceğim kaygısızlığının ortak neticesi oldu sanırım. Kişisel nokta-i nazar dediğim şu: Üniversite okuyan Müslüman gençler olarak biz, 1990’larda Diyanet vaizlerine siyasi nedenlerle tepki duyar, cemaat vaizlerine ise neredeyse hiç kulak vermezdik.

Düşünce, okuryazar kesim için daha 1960’larda vaazın önüne geçmişti. Kitap ve konferans, üniversite öğrencilerinin temel besin malzemesiydi. Burayı biraz açmak lazım belki. Müslümanların çoğu vaaz dinlerken küçük bir okumuş grubunun, yazılı metinlere yönelmesi yeni bir şey değil. İslam’ın daha ilk yüzyılından itibaren oluşan bir sosyal biçim bu. Müslümanlar camilere ve ev toplantılarına giderek, son zamanlarda evden çıkmalarına gerek kalmaksızın medya aracılığıyla, vaaz ve sohbetlere iştirak ederler. İslam’ın dışındaki inanışlar için de benzeri bir durum her zaman söz konusu. Belli sayıda, ama az sayıda Müslümansa yazının izini takip ederek yaşadıkları ortamın dışındaki İslam düşüncesine de ulaşmaya gayret ederler. Bunun başında da Kur’an okumak gelir, anlayarak tabii.

Öğrencilerinin Nurettin Yıldız’ın vaazlarını takip ettiğini fark ettiğimde, buna pek bir anlam verememiştim.
Öğrencilerinin Nurettin Yıldız’ın vaazlarını takip ettiğini fark ettiğimde, buna pek bir anlam verememiştim.

Bu iki eğilim ayrı değildir; birbirini besler ve destekler. Avam-havas ayrımı, sufilerin kast ettiği anlamın dışında, gelenek için pek fazla geçerli değildir. Dahası, bu ayrım bir bozukluğa işaret eder. Laik modern yahut dinî erken modern dönem İslam toplumları bu bozukluğa duçar olmuşlardır. Modern Türkiye’de mesela, zorunlu laik eğitimin bir neticesi olarak okuryazarlıkla Müslümanların yolu ayrıldıktan sonra yazı-söz ayrımı neredeyse katılaşmıştır. Ceberrut Kemalizmin kültür politikaları yüzünden yazı aracılığıyla müzakere imkânı ortadan kalktığı için yazarlar ya etraflarına bir sözlü kültür kalabalığı topladı, böylece günümüzün adı İslami kendi folklorik yapıları ortaya çıktı; ya da bir kenarda yazdıklarını yazıp unutuluşa terk etmek zorunda kaldılar.

  • Said Nursi kalabalık bir şakirt topluluğuna seslenirken Ahmet Hamdi Akseki üstelik Diyanet İşleri reisliği yaptığı hâlde unutulmaktan kurtulamadı. Kaldı ki Akseki’nin kitapları 60’ların ikinci yarısında tekrar yayımlandığı hâlde yaygın bir ilgiye mazhar olamadı.

Zira yeni-İslamcı gruplar ahlaktan ziyade siyaseti arzuluyorlardı ve tercüme yayınlara olan ilgi, son Osmanlı-ilk Cumhuriyet yazarlarından ciddi oranda esirgeniyordu. Bu durum, bugün güncel yazarların, özellikle medreseden gelmeyen entelektüellerin yazılarının popülerliğiyle hem değişmiş hem de devam ettirilmiştir. Bugün İslami entelijansiyanın biraz sert bir şekilde de olsa, birbirleriyle müzakere içinde oldukları görülüyor.

Öte yandan, aynı entelijansiyanın müzakereyi kendi yakın geçmişini oluşturan yazarları ihmal ve inkâr ederek (İsmail Kara’nın Mehmet Akif’i inkârı gibi) devam ettirdiği de bir gerçek. Entelijansiya müzakere ede dursun, vaizler (bunların bir kısmı resmi unvanlara da sahip cemaat hatipleridir ve esas maksatları cemaatlerini güçlendirmektir) günlük hayattan siyasete, kelam meselelerinden Kur’an-hadis tartışmalarına kadar her alanda dillerini döndürmeye ve bugünlerde özellikle televizyon ve internet aracılığıyla kitleleri etkilemeye devam ediyorlar. İşin aslı, söyledikleri yeni bir şey mevzubahis değil. Ne var ki Abbasi rejiminde olduğu gibi iktidarın kültürel hegemonyasını geniş kitlelere taşımada yazı ulemasının çok önüne geçmiş bulundukları için yeni bir görüntüleri var.

Said Nursi kalabalık bir şakirt topluluğuna seslenirken Ahmet Hamdi Akseki üstelik Diyanet İşleri reisliği yaptığı hâlde unutulmaktan kurtulamadı.
Said Nursi kalabalık bir şakirt topluluğuna seslenirken Ahmet Hamdi Akseki üstelik Diyanet İşleri reisliği yaptığı hâlde unutulmaktan kurtulamadı.

Maksatları her ne kadar cemaatlerine kitlesel güç temin ederek sözüm ona İslami bir ütopyayı canlı kılmak olsa da, işlevleri muhafazakâr demokrasinin oy deposunu tahkim etmekten ibaret. Buraya kadar söylediklerim birer genel izlenim oldukları için tarih ve sosyoloji yönünden gelecek tashih ve tadile açık elbette. Abbasi vaizleri mesela medrese tahsili imkanına sahip değillerdi ve kıssahan rolüyle hareket ediyorlardı. Meddah yönleri vardı. Bugünkü vaizlerin bir ikisi dışında onlar kadar cerbezeli olmadıkları aşikâr. Konuşurken takılıyorlar, jestleri yok denecek kadar az ve mimikleri itici. Fakat ortak tarafları var. Vaazda esas olarak hadis kullanmaları. En önemli farkları ise yeni vaizlerin Ehli Sünneti bayrak diye taşıması. Abbasi vaizlerine ve muhaddislere en fazla muhalefet edenler arasında Hanefiler geliyordu.

Müslümanların çoğu vaaz dinlerken küçük bir okumuş grubunun yazılı metinlere yönelmesi yeni bir şey değil. İslam’ın daha ilk yüzyılından itibaren oluşan bir sosyal biçim bu.

Bu genel resim içinde Fayrap’ta yazan üniversite öğrencilerinin ne işi olabilirdi? Nurettin Yıldız’ın şahsıyla ilgili özel bir durum mu vardı? Yahut Yıldız’ın temsil ettiği yeni bir sosyolojik gelişme olmuştu da ben mi fark edememiştim? Bu arada, bahsettiğim öğrencilerin İslami ortak kişilik çizgileri nelerdi ve davranışsal eğilimleri ne yöndeydi? İlk gördüğüm, Nurettin Yıldız’ın toparlayıcı bir kişilik olduğu. Arabistan’da medrese eğitimi almış ama bir sufi cemiyetine mensup. İcazet aldığı, vaazlarında bol bol kullandığı ilimse hadis. Ehli Sünnet bayraktarlığı yapıyor.

Benim biraz şaka biraz ciddi eskiden beri söylediğim “Hanefiyiz Selefiyiz Sufiyiz” formülüne cuk oturan bir görünüm. “Fakat” diye düşündüm, bundan ibaret olmasa gerek. Zira bahsettiğim formülün içini doldurabilecek çok sayıda vaiz var İstanbul’da. Yıldız’ın söylediklerinin biriktiği noktaya dikkat ettim bunun üzerine. Aile, özellikle karı-koca ilişkisi. Bu ilişkinin cinsiyetçi bir yorumunu yapıyor Yıldız. Beni şaşırtan da bu olmuştu zaten. Gençler kendilerini 21. yüzyılda bulmuş insanlar. O hâlde hadisleri kullanarak günümüz kadın-erkek ilişkilerinin aşırı cinsiyetçi bir yorumunu yapan bir vaize neden kulak, daha da tuhafı gönül versinler? Burada dikkatimi çeken, Amerikalıların “technicality” dedikleri şey oldu. “Technicality” hem kanunların teknik detayı demek hem de teknik kural ve yöntemleri kullanmak demek.

İslami toplumculuktan burjuva hayatına geçerken mücadeleler müşahedeye dönüşür ve İsmet Özel’in yerini Nurettin Yıldız alır.
İslami toplumculuktan burjuva hayatına geçerken mücadeleler müşahedeye dönüşür ve İsmet Özel’in yerini Nurettin Yıldız alır.

Nurettin Yıldız kıssahanlardan bu yönüyle ayrılıyor. Orijinal olarak usul-i fıkh mezunu olduğu için herhangi bir meseleyi klasik fıkhi anlatıya benzer bir surette kıyaslar yaparak önceden hazırlanmış sonuca bağlamada usta. Kıyaslarının ilmî açıdan temelsiz olması “technicality” bakımından zevahiri kurtarmasını engellemiyor. Tarikatın zorunlu olduğunu söylemiyor mesela, müminler iyiyi yapıp kötüden kaçarsa cennete gider, diyor; ama lafın ortasına bir “ama” eklemeyi ihmal etmiyor. Neymiş? Ama müminler tarikata girmezse nefslerini şeytandan koruyamazmış.

Ahlak Dersleri’ne Tin suresinde “Biz insanı en güzel şekilde yarattık,” diye başlayan 4, 5 ve 6. ayetlerle başlayıp ahlakı Kur’an’a bağlayan Akseki’nin yaklaşımından ne kadar uzak.

Nurettin Yıldız kıssahanlardan bu yönüyle ayrılıyor. Kıyaslarının ilmî açıdan temelsiz olması “technicality” bakımından zevahiri kurtarmasını engellemiyor.

Nurettin Yıldız vb. vaizlerin ortak tarafı beyaz yakalı muhafazakârlara hitap etmeleri. Bu hitabın herhangi bir zorlayıcı, bedel ödetici özelliği de yok. Yıldız mümin tarikata girmek zorunda değil diyor, “ama”sını söylüyor; beyaz yakalı genç İbn Arabi okumaya başlıyor.

Burada özel bir hikâye anlatayım; aslında meseleyi çok güzel özetliyor bu hikâye. Yıldızcı- Fayrapçı gençlerden biri 2014’te dergiye bir şiir gönderdi. Şiirin başlığı: “Mücadele”. Daha sonra bu şiirin başka bir dergide, başka bir başlık altında yayımlandığını gördük: “Müşahede”.

  • Mesele aslında bir yanıyla bu kadar basit. İslami toplumculuktan burjuva hayatına geçerken mücadeleler müşahedeye dönüşür ve İsmet Özel’in yerini Nurettin Yıldız alır. Burada artık kişi ve sınıf için mesele İslam’ın nasıl hâkim kılınacağı değil, kişinin ve genel olarak beyaz yakalı muhafazakâr sınıfın hem bu dünyayı hem öbür dünyayı nasıl garanti altına alacağıdır.

Muhafazakâr üniversite mezunları artık milyonla ifade edilebilecek kadar çoğaldı. Kemalistler “eğitimsizlik eşittir sağ parti iktidarı” formülünden yavaş yavaş vazgeçmek zorunda kalacaktır.

Henüz üniversite mezunları arasında muhafazakâr demokrasi kökleşmemiş olsa da mevcut gelişme sürecinin inkıtaa uğrayacağına ihtimal vermek zor. Bu yolda ilerlendikçe iktidarla İslam’ı uzlaştırmada cinsiyetçi vaazlardan daha fazlasıyla karşılaşacağımız kesin gibidir. Özellikle emek istismarı ve faiz konusunda bugünkü vaizler yetersizdir; bundan sonra gelecek olanlar bu konularda da neo-liberal bir donatıma sahip olarak geleceklerdir. Aile ilişkilerinde muhafazakâr, çalışma-piyasa konularında neo-liberal, iktidar hegemonyasının sivil unsuru vaizler yakın gelecekte görünümlerini de hitap ettikleri eğitimli sınıfa daha çok uydurarak toplumsal hayatımızın sürekli unsurlarından biri hâline gelecektir.