Mutluluğu tefekkürle tecrübe etmek: Eudaimonia

Mutluluk nedir? Gün boyu tarlada çalışan işçinin, akşam gölgesinde bulduğu ağacın serinliğidir.
Mutluluk nedir? Gün boyu tarlada çalışan işçinin, akşam gölgesinde bulduğu ağacın serinliğidir.

Anı biriktirmek, mutluluk anlayışının çağımızda nasıl da farklı bir muhtevaya sahip olduğuna güzel bir örnektir. Mutluluk yaşanılmayan ama biriktirilen bir duygu hâline dönüşmüştür.

Var olmanın amaçlarından biri hiç şüphesiz isteklerin ve eylemlerin sonucunda mutlu olmaktır. Eylemlerimizin, arzu ve isteklerimizin neticesinde hep iyi sonuçlar, bizi tatmin edecek, memnun edecek bitimlere ulaşmak isteriz. Bu sebeple gündelik yaşantımızda ya da hayatın genel akışında niyetlerimizin nihayetini mutlulukla açıklarız. Bir işten, bir beklentiden, bir hedeften, bir aşamadan bahsederken bize ne kadar iyi gelecekleri, bizi ne kadar mutlu edecekleri düşüncesiyle bunlardan söz ederiz. Tabii hazır henüz girizgâh aşamasındayken, muhakkak kelimenin etimolojisine de bir göz atmak gerekli. Dilimizden düşürmediğimiz ve yukarıda hemen her eylemimizi ona bağladığımızı iddia ettiğimiz mutluluk kelimesi, Türkçede “ummak"tan geliyor. Başındaki u harfi düşmüş ve ummak, mutluluğa dönüşmüş. Bu yönüyle kelime, direkt olarak bir beklenti bağlamıyla karşı karşıya getiriyor bizi. Mutluluğun hem kelime kökeninde hem duygusal kökeninde “ummak", beklemek gibi kavramların yattığını görüyoruz.

Zaman içerisinde bir nevi anlam evrimi geçirmiş olan bu kelime Antik Çağda “eudaimonia nosyonu"na karşılık geliyor. Her ne kadar eudaimonia daha geniş, holistik bir perspektifle daha dolgun ve doygun bir anlamı ihtiva etse de; bugün çağın tinine uygun olarak atomize olmuş bir mutluluk fikrinden söz etsek de yine de iki kelime birbirinin eksileri ve artılarıyla muadilleri sayılabiliyor. Kelimenin etimolojisini, terminolojisini incelerken zaman içinde değişen bir kolajdan; dönüşen bir mutluluk anlayışından bahsediyoruz aslında. Bugün bizim anlamlandırdığımızdan daha farklı olan bu mutluluk, Antik Çağda neyi işaret ediyor, ya da biraz daha geniş bağlamda insanlar için neyi ifade ediyordu acaba? Eudaimonia nosyonunu Antik Çağda -ayrıntılı şekilde- ilk olarak Aristoteles"in oğlu Nikhomakhos"a ithaf ettiği Etik adlı eserinde görüyoruz. Bu eser baştan sona agathon – iyi kavramını ele alıyor ve varlığın son hedefinin iyiye ulaşmak olduğunu beyan ediyor. En üstün iyiyi de mutluluğun kendisi olarak tayin ediyor.

Aristoteles haz ve mutluluğun ayrımını da yaptıktan sonra insanın mutluluğunun Nikhomakos"a Etik adlı eserinde theoria tefekkür yaşamıyla mümkün olduğunu ifade ediyor. Eudemos"a Etik adlı eserinde ise farklı bir düşünsel rota ile zihinsel ve ahlâki etkinliklerin birlikteliğiyle mutluluğa ulaşıldığı neticesine varıyor. Genel olarak mutluluk fikriyle alakalı o dönemki düşünsel angajmana baktığımızda bugün bizim düşüncemizde yer eden mutluluktan çok daha farklı bir kavramla yüz yüze geliyoruz. Özellikle tıp terminolojisinin yaptığı kategorizasyonla mutluluk bugün dopamin hormonunun muadilinden başka bir tanıma sahip değil. Hedefe ulaşıldığı anda kesilen, yitirilen, kaybedilen bir duygu artık. Memnuniyet hâli kendini infilak etti ve geriye sonsuz bir düzlemde tüketilebilecek hedef arayışı kaldı. Deaktive ettiğimiz daha bütüncül perspektif yerini an kovalamaya, “anı biriktirmeye" bıraktı. Mutluluk anlayışının çağımızda nasıl da farklı bir muhtevaya sahip olduğuna güzel bir örnektir üstelik anı biriktirme. “Mutlu" anı biriktiriliyor, yaşanmıyor çünkü artık.

İnsan güzelin tamahkarıdır, güzel olanın açgözlüsüdür. Bir şey güzel hissettirdiği sürece onu formundan sıyırıp yaymak ister.

Instagram, Twitter gibi sosyal medya uygulamalarında biriktiriyoruz dopaminimizi. Mutluluğu olağan, ya da tam tersine sıra dışı, biz fark etmeden bizi yükselten bir moment olmaktan da çıkardık; görselliğe dönüştürerek, kulaklara duyurarak ya da bunların hiçbirini yapmadan sadece biriktirme-istifleme mantığıyla o zaman dilimine yaklaşarak tüketiyoruz onu. Hâlbuki geçmişin güzelliği birikmez, üzerinde duruldukça hüzün verir, nostalji duygusunu coşturur, dönüşü olmayan imkânsız vakitlerin özlemini kabartır. Yaşadıktan sonra anlam verdiğimiz, mutluluk oydu dediğimiz hissi anlamlandırmak için dışına çıktığımız zaman dilimi yakındır; tahlil ederiz, üzerinde uzun uzadıya düşünürüz. Mutlu olduğun anı anlamlandırdığın o yakın zamandan uzaklaştıkça ise hem aşina hem de yabanıl(dolayısıyla dikotomi içeren tabiatıyla) bir özlem duygusu baş verir insanın içinde. Sadece zirve mi, eşik mi? Mutluluğun o en tepe noktası olma özelliği, kimileri için tersine bir eşik niteliğine haiz.

Mutluluğun türediği ummak kelimesinin geçtiği o güzel söz tam bu noktaya dokunur: “Umma ki küsmeyesin." Ummak bir beklenti potansiyeli taşıdığı için ve dünya ahvali, koşturmaları, gerçekliği her zaman umduğumuzu karşımıza çıkarmadığı için ummak ve bu sonsuz, belirsiz ihtimallere rağmen beklentiye girmek insanı daimi bir mutsuzluğa sürükler. Hâlbuki umulmadığında, beklenilmediğinde gelen ve bizim o heyecan hâliyle anlam veremediğimiz, sonradan o zaman/lar çok mutluydum dediğimiz dönemlere dönüp baktığımızda bile içimiz okşanıyor. O zamanlardaki mutlu suretimizi görüyoruz ve bu mutluluğun o beklentisizlikten, kendimizi tüm ihtimallerin olanaklılığına açmaktan kaynaklı olduğunu fark ediyoruz. Bu sebeple tam da bu iki nüans(zirve ve eşik), mutluluk kavramının ikisini bir potada eriterek kendini kurmasına sebep olan iki ana kanaldır aynı zamanda.

Doyumsuz eğlencenin karşısına bitimsiz tefekkür Mutluluğun süreksizleşmesini, zamansız ve dolayısıyla her ana nüfuz eden, hislere kontrastını kaybettirdiği bir zemine dönüşmesini insanın doyumsuzluğuyla ilişkilendirebiliriz esasında. Çünkü insan güzelin tamâhkarıdır, güzel olanın açgözlüsüdür. Bir şey güzel hissettirdiği sürece onu formundan sıyırıp yaymak ister, zamanın içinde o güzel görüntüyle, hisle vb. fenomenlerle yayılmak, yerleşmek ister. Gelgelelim bize “güzel" hissettiren bu mutluluk duygusunu sonsuzlaştırmanın bir imkânı yok. Ancak önümüze geldiğinde onu yaşayabilme ve sonrasında anlamlandırabilme imkânı var elimizde. Bu bağlamsa bize başka bir işleyişin perdesini aralıyor: Anlamlandırarak tefekkür etmenin. Herhangi bir şey üzerinde düşünmeye başladığımızda ona harcadığımız zihinsel efor, dizayn ettiğimiz fikirsel kimlik ona bir varlık atfetme, onu vukufumuzda derinleştirme sürecini başlatır. Bu yüzden bilme iştiyakı içindeki bu derinlik de bize büyüsü bozulmamış bir dünyanın duygusunu, henüz makineleşmemiş, hâla insani olan eski çağların mutluluğunu bahşeder.

Zamanın birinde, düşünceyle dirsek temasının derinlikli ruhlar için ne kadar önemli olduğunu ifade etmiştim bir arkadaşıma, cennetle ilgili konuşuyorduk. Kendisi bana bir büyüğünün cennet tasvirini anlatmıştı, anlattığı o tasvir o gün bugündür benim mutluluk tasvirimdir: “Mutluluk nedir? Gün boyu tarlada çalışan işçinin, akşam gölgesinde bulduğu ağacın serinliğidir."