Mutluyum çünkü galip gelmedim.Yenildik, çünkü güçlüydük

Yeniçeri Ocağı
Yeniçeri Ocağı

Daha öncesinde de yenilmedik değil. Afrika mesela. Afrika’nın beşyüz yıllık sömürgeleştirilme tarihini neden en ciddi yenilgilerimizarasında düşünmüyoruz?

İki yüz yıldır kaybediyoruz. Bu cümleye katılmayacak olan var mı? Osmanlı idaresindeki toprakları peyderpey kaybettik, kaybediyoruz. Batılı güçler bu ülkeleri doğrudan ve dolaylı biçimlerde işgal etmeye devam ediyor.

Sonuçlarından istifa edemediğimiz Çanakkale gibi, Kut’ül Ammare gibi zaferleri saymazsak iki yüz yıllık süreç giderek daha da yenildiğimizi hatırlatıyor. Irak, 2003’te başlayan Amerikan işgalinden kurtulmuş değil mesela. Suriye’de Rus birlikleri kol geziyor.

“İki yüz yıl” aslında yuvarlak bir ifade: Napolyon komutasındaki Fransız ordusunun Mısır’a ayak bastığı tarih 1 Temmuz 1798. Daha öncesinde de yenilmedik değil. Afrika mesela. Afrika’nın beş yüz yıllık sömürgeleştirilme tarihini neden en ciddi yenilgilerimiz arasında düşünmüyoruz?

İki yüz yıldır savaş meydanlarındaki yenilgilerin sadece askeri sonuçları olmadı. Türkiye’nin bir diğer özelliği, hasbelkader kazanılan istiklalin, akabinde gelen inkılaplarla kültürel anlamda heba edilmesi.


Türkiye’nin Osmanlı ve ötesindeki diğer bölgelerden bir farkı, tamamen işgal edilmemiş olması. 1921 yılında İran’da Rıza Pehlevi bir İngiliz darbesiyle başa geçerken bizde İstiklal Marşı yazılıyordu.

İki yüz yıldır savaş meydanlarındaki yenilgilerin sadece askeri sonuçları olmadı. Türkiye’nin bir diğer özelliği, hasbelkader kazanılan istiklalin, akabinde gelen inkılaplarla kültürel anlamda heba edilmesi. “Harf devrimi” ve “dil devrimi” denen garabetler, ülkenin hem düşünce hem de günlük hayatıyla tarihi arasındaki köprüleri dinamitledi. Vahim sonuçlarını aşmak için bugün ne kadar çözüm üretilse az. Trajedinin komedi tarafına bir örnek vereyim: Batılı düşünürlere atıf yapmadan yazı yazamayan kimi akademisyenlerimizin çıkardığı Teorik Bakış isimli bir dergi mevcut. Oysa “theoria” zaten bakış demektir; aynı dergiyi Meşrutiyet yıllarında çıkarmak isteselerdi adı “nazarî nazar” olacaktı herhalde.

Türkiye’de Kemalist inanca bağlı azınlıktaki vatandaşlarımızın bizden ayrıldıkları nokta burası. Onlara göre askeri bakımdan bizi alt eden Batılılara kültürel bakımdan ne kadar benzersek eski yenilgileri telafi etmiş olacaktık. Gelinen nokta hiç de istedikleri gibi değil: Hem Türkiye’yi ekonomik bakımdan güçlendirenler sağ iktidarlar oldu, hem de Kemalistlerin batıcılığı kulaktan dolma bilgiler ve sloganlardan ibaret kaldı. Mesela “Bilimsel aydınlanmanın insanı her türlü dogmadan özgürleştireceği” gibi 19. yüzyıldan kalma argümanlar son elli yılda birçok eleştirel yaklaşım tarafından çöpe atılmış olmasına rağmen ama bugünlerde düzmece lise bildirilerinde hortlayabiliyor.

İki yüz yıldır, kaybettiklerimizi telafi etmek için bin türlü sorun tespiti, tanzimat, ıslahat, inkılap, kalkınma planı, sanayi hamlesi, mega proje yaptık, yapıyoruz. Hangisinin ne kadar işe yaradığı ayrı bir tartışma olarak dursun. Arada “van minut” gibi olaylar, iki yüz yıllık geri çekilmenin sona erme ihtimalini hatırlattığı için geçici de olsa toplu heyecana neden oluyor. Muhammed Ali’yi bu kadar sevmemizin nedeni en bunaldığımız on yıllarda ringdeki hızı ve özgüveniyle bizi ferahlatması değil miydi?

  • Bana sorarsanız sorun ringde ne kadar yumruk yediğimiz değil, kaybetmenin halet-i ruhiyesi. Zira daha öncesinde de yenilmedik değil. Moğollar 1258’de Bağdat’ı yerle bir ettiler. Haçlılar 1099’da Kudüs’ü ele geçirip katliam yaptılar.

Sağcı tarih tasavvurlarının anlattığı gibi daha düne kadar mükemmel ve saadet dolu bir “İslam medeniyeti” yaşıyor değildik. İnsanın, hatanın ve günahın olduğu yerde bu mümkün değildir zaten. Daha ikinci savaşımızda, Uhud’da yenilgiyle imtihan olunmuş insanlarız.

“Harf devrimi” ve “dil devrimi” denen garabetler, ülkenin hem düşünce hem de günlük hayatıyla tarihi arasındaki köprüleri dinamitledi.
“Harf devrimi” ve “dil devrimi” denen garabetler, ülkenin hem düşünce hem de günlük hayatıyla tarihi arasındaki köprüleri dinamitledi.

Fakat kaybetmenin halet-i ruhiyesi bizi güç düşkünü yapıyor. Çünkü yenilgilerin en görünür ve tartışmasız sebepleri güçle, kudretle ilgilidir. “Neden yenildik?” diye soran mağlup, kendi askeri veya kültürel gücünün az ve yetersiz olduğundan başka bir şey görmez. Nitekim basit bir sokak kavgasını da ister beden ister akıl bakımından güçlü olanın kazanması doğal değil midir?

Fakat bu “doğal” sebebi kaderleştirip başarı kuralına dönüştürüyoruz: “Yenildik, çünkü onlar bizden güçlü, çünkü kazanmak için güçlü olmak gerekir, o halde onlar gibi olalım.” Düşmana yenilmekten daha kötüsü, bitirici bir güç arzusuna yenik düşmek oluyor. Başarısızlığımızı düşmanın kudretinden, başarıyı ise kendimizden bilmeye başlıyoruz.

Başarıyı güçte, gücü başarıda arıyoruz. İki yüz yıldır kaybediyor olduğumuzda hemfikirsek bu, güç-merkezli bir anlayışın hepimizde biraz yer etmiş olmasındandır. Evet yenildik çünkü güçlüydük ve her gücün bir sonu vardır. Başarı veya yenilgi. İkisini de geçici yan etkiler, yeni imtihan koşulları olarak düşünmeyi öğrenmemiz lazım.

Türkiye’de Müslüman çoğunluğun yakın zamana kadar üniversite, bürokrasi, iş dünyası, kültür-sanat hayatı gibi alanlarda azınlığın eliyle maruz kaldığı dışlamalar yenilgi olmadığı gibi, bugün aksi istikamette giderek daha çok mevzi kazanması da zafer değildir. Güç, dünya ve devlet insanlar arasında dolaşır durur; bize şahsiyet ve ahiret kazandıracak olansa hangi sorunu çözmek için neyi göze aldığımız, mücadele ederken ne kadar kendimiz kaldığımız olacak.