Ne koronaymış arkadaş!

Şimdi dışarda kalan birini almak öyle kolay değil, çünkü yerimiz yok. Hele hastalık şüphesi varsa karantina şart.
Şimdi dışarda kalan birini almak öyle kolay değil, çünkü yerimiz yok. Hele hastalık şüphesi varsa karantina şart.

İhtiyar ile yaşıttılar. Ama Cemal Dayı'nın kırmızı yanaklarından fışkıran sağlık ihtiyarın semtine bile uğramamıştı. İhtiyarın adı Mürsel imiş. Çoluk çocuğu evlenip dağılmışlar bir her biri bir yana. Hanımı da iki sene evvel ölmüş. Çocuklardan bir imdat beklemiş ama sahip çıkan olmamış. O da inşaatlarda bekçilik etmeye başlamış. Sonra da işte buraya kadar gelmiş.

"Almanya'dan emekli Cemal Dayı ağır karantina altında sarı benizli kızlar gibi can çekişen sokağına bakıyordu" dersek kasvetli ve şöhretleri kendilerinden büyük Dostoyevski ile Kafka'dan el almış bir hikâyeye başlayabiliriz. Ama öyle yapamayacağız, çünkü hikâyemizin kahramanı öyle ufunetli, karamsar tablolu hikâyelerde rahat nefes alamıyor. Kendisi Almanya'dan emekli Cemal Dayı'dır. Kahvaltısını etmiş, göbeğini kaşımış ve dişleri arasında kürdanı, elinde çay bardağı ile haberleri dinliyordu. Haberlerde virüs tehdidinden bahseden muhabirlerin ne kadar iştahla anlattıklarını görüyor ve onlara "kara hocu" diyordu. Kötü haberi iştahla yayanlara kendi köylerinde "kara hocu" derlerdi. Şimdi tüm televizyonlar, internet siteleri dişine kan değmiş kurt cinsi gibi haberlere saldırıyorlardı. Cemal Dayı çayını içti. Haberleri kapattı. Camdan dışarıya bakınca karşı inşaatta uyduruk bir bacadan ince bir sızı gibi duman çıktığını gördü.

Cemal Dayı garipleri görünce ne yapar eder yaşını öğrenirdi.
Cemal Dayı garipleri görünce ne yapar eder yaşını öğrenirdi.

Daha evvel neden dikkatini çekmediğine şaşırdı. Bir zaman seyretti inşaatı. Sonra usulca giyindi. Usulca giyinip dışarı çıkan erkek kısmından biraz korkacaksın. Aklından neler geçer bilemezsin. İnşaata vardı. Her taraftan ıslık ıslığa rüzgâr esiyordu. Duman çıkan odayı buldu. Bir uyduruk teneke soba ve sobaya sarılacak gibi oturan bir ihtiyar. Cemal Dayı selam verdi yanına çöktü. Meğer ihtiyar konuşacak adam ararmış. Adam konuştukça Cemal Dayı dinliyordu. Adam aynı müteahhite ait başka bir inşaatta bekçiymiş. Gece bu inşaata yollamışlar. "Zibidiler inşaattan malzeme çalıyor dikkat et!" diye göndermişler. Ama ihtiyarın değil inşaattan malzeme çalınması, sırtından ceketini sıyırıp alsalar dur diyecek takati yoktu. Cemal Dayı garipleri görünce ne yapar eder yaşını öğrenirdi. Kendi ile kıyaslar, yoksulluğun ve garipliğin insanı ne kadar hızla çökerttiğine delil sayardı öğrendiği yaşları.

  • İhtiyar ile yaşıttılar. Ama Cemal Dayı'nın kırmızı yanaklarından fışkıran sağlık ihtiyarın semtine bile uğramamıştı. İhtiyarın adı Mürsel imiş. Çoluk çocuğu evlenip dağılmışlar bir her biri bir yana. Hanımı da iki sene evvel ölmüş. Çocuklardan bir imdat beklemiş ama sahip çıkan olmamış. O da inşaatlarda bekçilik etmeye başlamış. Sonra da işte buraya kadar gelmiş. Cemal Dayı çocukların durumunu öğrenmek istedi. "Neden bakmıyorlar sana?" diye sordu.

Mürsel Dayı iç geçirdi. "Esasen bakıyorlar, ama yanımıza gel diyorlar. Evleri el kadar bir şey. Ben oraya sığınsam nasıl olacak hayatları?" Deyince Cemal Dayı anladı ki Mürsel sığıntı olmaktan çekinir. Böyle inşaat köşelerinde çile doldurmayı gelinlerinin gölgesine sığınmaya tercih eder. Sağdan soldan lafladılar. Ama Cemal Dayı üşümeye başladı. Bırakıp gitmeye gönlü el vermiyordu. "Mürsel Efendi sen burada donarsın sana bir yer bulmak lazım." dedi. Mürsel Dayı "Yok," dedi itiraz etti, "burayı bırakmam, olmaz inşaatın sahibi ne der sonra…" diye ayağa kalktı. Ama kalkınca başı döndü sağdan sola savruldu. Cemal Dayı tutmasa belki sobaya kapaklanacaktı.

Cemal Dayı sinirlendi "Ne inşaatı be hey Mürsel, sen ayakta duramıyorsun!" Cemal Dayı Mürsel Efendi'yi yatağına yatırdı. Sonra kendisi bir çare bulmak üzere yola çıktı. Belediye'ye vardı. Memurun çoğu izin almıştı. Issızlaşmıştı belediye. Cemal Dayı durumu anlatacak bir muhatap buldu. Ama muhatabın ağzı kalabalıktı. "Şimdi dışarda kalan birini almak öyle kolay değil, çünkü yerimiz yok. Hele hastalık şüphesi varsa karantina şart." dedi. Cemal Dayı epeyce dil döktü ama belediyeden umut yoktu. Tek çare hastaneye yatırmak kalıyordu. Ama Mürsel Dayı'da hastalık şüphesi olmalıydı. Canı sıkılmış hâlde inşaata vardı. Mürsel Efendi uyumuştu. Uyanmasını bekledi. Uyanınca durumu anlattı. Karantina falan ne demek oluyordu pek anlamadı Mürsel Dayı, ama "burayı terk etmem olmaz" diye diretiyordu. Cemal Dayı'nın kafasındaki plan ise Mürsel Dayı'yı hastalık şüphesiyle karantinaya aldırmaktı. Mürsel inatlaşınca Cemal Dayı dayanamadı müteahhiti aradı.

Şimdi işte tam hastaya benzedin Mürsel Efendi kardeşim, haydi gidelim.

"Bu adamcağızın durumu perişan onu hastaneye yatırıyoruz efendi oğlum." dedi. Müteahhit mesele etmedi. "Yatsın tabii" dedi. Cemal Dayı izni alınca "Mürsel Efendi haydi gidiyoruz" dedi. Ama önce Mürsel Efendi'nin içtiği sigaranın küllerini burnuna çektirdi. Mürsel Dayı külleri çekince burnuna, hapşırmaya başladı. Üst üste hapşırdıkça Cemal Dayı seviniyordu. "Şimdi işte tam hastaya benzedin Mürsel Efendi kardeşim, haydi gidelim." dedi. Bir taksi tuttu. Acile servise girdiler. "Bu adam hastadır." demesine kalmadan acildekiler telaşlanıp "aman ha!" diyerek karantinaya aldılar Mürsel Efendi'yi. Sıcak oda, sıkı bakım ve alaka ile ayağa kalkar artık diye düşündü içi rahatladı Cemal Dayı'nın. İçi rahat vaziyette eve döndü... Karamsar bir hikâyeye kahraman olamadı Almanya'dan emekli Cemal Dayı ama inşaat köşesinde donup kalmaktan bir garibi kurtarmış oldu. Bize de hikâyesini yazmak düştü vesselam...